Ayça Varlıer ile Borneo Adası

Zafer KANTAR

Dünyanın en önemli doğa harikalarından Borneo Adası’nın Malezya’ya ait olan kısmını oyuncu, müzisyen ve son günlerdeki “Fosforlu Cevriye” tiyatro oyunu ile gündemden hiç düşmeyen Ayça Varlıer ile birlikte gezdik.

İşte yağmur ormanlarında başlayıp berrak bir denizde sonlanan heyecanlı yolculuğumuzun öyküsü…

Pasifik Okyanusu ile Hint Okyanusu’nun birleştiği Asya kıtasının güney ucundaki Borneo Adası en önemli doğa harikalarından biri olarak kabul ediliyor. Amazonlar’dan sonra yerkürenin en büyük ikinci yağmur ormanlarıyla kaplanmış olan Borneo aynı zamanda en büyük üçüncü ada. Toprakları ise Malezya, Endonezya ve Brunei Sultanlığı arasında bölüşülmüş.

Borneo Adası’nın Malezya’ya ait olan kısmını doğa sevgisini bildiğim, Sokak Hayvanları Derneği’nin aktif üyesi, oyuncu ve müzisyen Ayça Varlıer’le birlikte gezdik. “Madem o kadar doğayı ve hayvanları seviyorsunuz, bizimle Borneo Adası’na gelir misin?” diye sorunca tereddütsüz kabul etti.

Sarawak eyaletinin başkenti Kuching’den başladığımız gezimizde karşımıza ilk çıkan, Malay dilinde “orman insanı” anlamına gelen orangutanlar oldu. Şehrin hemen dışında başlayan doğal park statüsündeki ormanda orangutanları görür görmez daha sessiz ve hareketsiz olmak zorundayız.

Rehberimiz bizi uyarıyor: “Orangutan son derece zeki ve çeviktir. Yaklaşık 1.5 metre boyunda, 100 kilo ağırlığındadır. Kollarını 2.5 metre kadar açabilir. Oldukça vahşidir. Sizi bir tehdit olarak algılarsa saldırıya geçebilir.

Hele bir de yavrusu yanındaysa koruma içgüdüsüyle hemen harekete geçer.” Onları ellemek ve sevmek isteyen Ayça Varlıer bu sözler karşısında üzüldü: “Halbuki çok sevimlilerdi. Evdeki kedilerim gibi onlara dokunup sevebilmeyi çok isterdim.”

Pasifik Okyanusu ile Hint Okyanusu’nun birleştiği Asya kıtasının güney ucundaki Borneo Adası en önemli doğa harikalarından biri olarak kabul ediliyor. Amazonlar’dan sonra yerkürenin en büyük ikinci yağmur ormanlarıyla kaplanmış olan Borneo aynı zamanda en büyük üçüncü ada. Toprakları ise Malezya, Endonezya ve Brunei Sultanlığı arasında bölüşülmüş.

Borneo Adası’nın Malezya’ya ait olan kısmını doğa sevgisini bildiğim, Sokak Hayvanları Derneği’nin aktif üyesi, oyuncu ve müzisyen Ayça Varlıer’le birlikte gezdik. “Madem o kadar doğayı ve hayvanları seviyorsunuz, bizimle Borneo Adası’na gelir misin?” diye sorunca tereddütsüz kabul etti.

Sarawak eyaletinin başkenti Kuching’den başladığımız gezimizde karşımıza ilk çıkan, Malay dilinde “orman insanı” anlamına gelen orangutanlar oldu. Şehrin hemen dışında başlayan doğal park statüsündeki ormanda orangutanları görür görmez daha sessiz ve hareketsiz olmak zorundayız.

Rehberimiz bizi uyarıyor: “Orangutan son derece zeki ve çeviktir. Yaklaşık 1.5 metre boyunda, 100 kilo ağırlığındadır. Kollarını 2.5 metre kadar açabilir. Oldukça vahşidir. Sizi bir tehdit olarak algılarsa saldırıya geçebilir.

Hele bir de yavrusu yanındaysa koruma içgüdüsüyle hemen harekete geçer.” Onları ellemek ve sevmek isteyen Ayça Varlıer bu sözler karşısında üzüldü: “Halbuki çok sevimlilerdi. Evdeki kedilerim gibi onlara dokunup sevebilmeyi çok isterdim.”

Kulübemiz vahşi ormanın tam ortasındaydı

Orangutan Rehabilitasyon Merkezi’nden Prof. Veit Koeste “Yağmur ormanlarıyla kaplı bu ada orangutanların tek yaşam alanı. Malezya’nın dünyaca bilinen en büyük markası” diyor. “Ancak kaçak ağaç kesimi ile inşaat alanlarının gürültüsü onları depresyona sokuyor. Nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Dünyada bir tek Borneo’da yaşayan bu türü bizim yaşatıp neslini korumamız gerekiyor.”

Yağmur ormanlarının daha da içine girmek ve mümkün olursa kaçak ağaç katliamını görmek istiyoruz. Adanın kuzeyinde yer alan Sabah eyaletine doğru üç saatlik küçük uçak yolculuğumuz sırasında aşağıda sadece yeşil bir örtü ve içinde kıvrılan nehir kollarını görüyoruz. Ormanın büyüklüğü havadan daha iyi anlaşılıyor.

İşte adayı kucaklayan Kinabatangen yağmur ormanlarının tam ortasındaki Sandakan şehrindeyiz. Şehirden küçük bir tekneyle yine saatler süren nehir yolculuğundan sonra bizim için özel hazırlanmış Kinabatangen Nehri kıyısındaki kulübeye ulaşıyoruz.

Burası vahşi ormanın tam ortası.

Ulaşım sadece timsah dolu nehir üzerinden...

Hava tertemiz ama çok nemli. Hiç gürültü yok. Tek ses kaynağı kıpırdayan yapraklar ve nehir. Sakin ama bir o kadar da ürkütücü bir ortamdayız. Cangılın içinde sanki bizden başka insan yokmuş gibi hissediyoruz. Varlıer “Yıllarca yurt dışında yalnız yaşadım, gezdim ama bu kadar vahşi bir doğa içinde ilk defa bulunuyorum” diyor. Ulaşımın sadece timsah dolu nehir üzerinden sağlandığı bu yağmur ormanlarının içlerinde komodo ejderi, pigme fil, yılan ve vahşi maymun türleri gibi tehlikeli canlılarla karşılaşmak her an mümkün. Ama amacımız da zaten bu vahşi yaşama tanık olmak değil mi?

Özel rehberlerimizin öncülüğünde dev ağaçların arasından geçiyoruz. Dünyanın başka bir yerinde rastlanmayan değişik canlı türlerini görüyoruz. Bir yandan da günün ortalama iki-üç saati şiddetli yağmur yağıyor. Yağmur ormana yağıyor,orman yağmuru çekiyor.

Ayça Varlıer doğa düşkünü, bulunduğu ortama kolay uyum sağlayan bir kadın olmasına rağmen irili ufaklı böceklerin saldırısından ürkmüyor değil. Başta çok çekinmesine rağmen zamanla alışıyor ve her zaman bulunulmayacak bir fırsat olduğunu bilerek bu maceranın tadını çıkarmaya çalışıyor.

Dünya Çevre Koruma Örgütü (WWF) Kinabatangen temsilcisi Dr. Tom Maddox “Aslında dünyanın en şanslı ormanı burası” diyor “çünkü yerli halkı ormanına yeteri kadar önem veriyor ve zarar görmemesi için savaşıyor. Böylece dünyanın diğer yağmur ormanlarının aksine buradaki ağaç katliamı tahminimizden az oluyor. Yine de tehlike var ve bizim hep tetikte olmamız gerekiyor.” Tehlikenin ne olduğunu soruyoruz, hemen yanıtlıyor: “Kaçak kereste tüccarlarının ağaç kesimi, dünyanın en kalitelisi olan palmiye yağını üretmek için yapılan kaçak palmiye katliamı ve çok verimli olan bu topraklarda düzensiz yapılan tarım 1950’den bu yana Borneo Adası’nın ormanlarının yüzde 25’ini kaybetmesine neden oldu. Yerlilerin bu kadar hassas olmasına, Malezya hükümetinin bütün tedbirlerine rağmen son 60 yıllık yüzde 25 kayıp, yerkürenin diğer ormanlarının kaybının yanında yine de az kalıyor.”

Özellikle adanın Malezya tarafına akın eden turistlerin eko sisteme zarar vermemesi için her türlü önlem alınmış. Adanın yerlileri doğallıklarını, en büyük hazinelerini kaybetmemek için oldukça hassaslar ve yabancılara da yardımcı oluyorlar. Halkın duyarlılığına ve tüm tedbirlere rağmen adanın başta Endonezya tarafı olmak üzere az sayılamayacak bir bölümü tahrip olmuş vaziyette. Uluslararası çevre kuruluşları Borneo’da konuşlanmış ve bu katliamları durdurmak için büyük bir gayret içinde.
Sonraki rotamız kuzeydoğu tarafı.

İki saatlik küçük bir uçak yolculuğu yaparken yağmur ormanları aşağıdan bizi yine takip ediyor.

Adanın kuzeydoğu kıyısındaki Tawau şehrinden dünyanın en temiz deniz ve deniz altı hayatının bulunduğu, profesyonel dalgıçların gözdesi ünlü Sipadan Adası’na doğru sürat teknesiyle yola çıkıyoruz. Ama burada değil, yakınındaki küçük ada Mabul’da konaklıyoruz. “Su Kulübesi” adı verilen ve denizin içine doğru monte edilmiş sütunların üstündeki odalarda kaldığımız otel lüks bir tesis. İster istemez kendi yemeğimizi kendimizin yaptığı, vahşi hayvan sesleri içinde uyuduğumuz, içinde korkarak adım attığımız orman içindeki kulübemiz aklımıza geliyor ve bir hafta içinde yaşadığımız tezatı düşünüyoruz.

Köpekbalıkları da yüzerken bize katılıyor

Sipadan’a motorla gidiyoruz. Bu adada konaklama tesisi yok. Sadece etraftaki adalarda konaklayan ve günde sadece 120 dalgıcın sırayla akşam 17.00’ye kadar daldığı, özel korunan bir adaymış burası. Resifler ve mercanlar zarar görmesin diye alınmış tedbirler.

Buralara kadar gelip de dalmamak olmaz tabii! Türkiye’den bir dalış sertifikası olan Ayça Varlıer’in ardından tüm ekip olarak kendimizi suya bırakıyoruz. Denizin bize sürprizleri var. Çok geçmeden köpekbalığı, deniz kaplumbağası gibi deniz canlılarıyla birlikte yüzüyoruz. Bize eşlik eden Malezya Turizm Türkiye Direktörü Bahruddin Suleiman çarpıcı bir bilgi veriyor: “Sipadan Adası civarında yaklaşık 3 bin çeşit deniz canlısı yaşıyor. Bu, dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşayan deniz canlısı türlerinin en fazla olanı. Bu adayı ve etrafını korumak mecburiyetindeyiz. Açıkçası sadece parası olan değil, buranın kıymetini bilen, tadını çıkartabilecek, sınırlı sayıda konuğumuzu burada ağırlayabiliyoruz.”

Yerli halkın sahilde ateş yakarak bizim için organize ettiği özel veda partisi Ayça Varlıer’in “Elif” albümünden nefis şarkılar söylemesine vesile oluyor. Bu romantik müzikli ortam uzun, yorucu, heyecan dolu seyahatten sonra bizim için sanki bir bitiş jeneriği gibi oldu.

“Artık doğanın daha agresif elçisi olacağım”

Turkuaz mavisi denizdeki dalış sonrası Ayça Varlıer düşüncelerini çok net biçimde aktarıyor: “Buraları görüp nasıl korumaya çalışıldığına şahit olduktan sonra bizim evde kedilerimize bakarak, küçücük bahçelerimizi ve çiçeklerimizi sulayarak doğaya yaptığımız katkıların ne kadar devede kulak kaldığını görüyorum. Bundan sonra hayvan haklarına ve doğamıza daha fazla ilgi gösterilmesi için çalışacağım. İnsan gezdikçe öğreniyor ama burası bize başka bir ders veriyor. Tüm bunları Türkiye’de herkese duyuracağım ve artık doğanın daha agresif elçisi olacağım.”

Paylaşmak için...Share on FacebookShare on Google+Tweet about this on TwitterShare on LinkedIn