Goncagül Haklar, Nisan 2023
Kadim tarihini köklü kültürüyle harmanlamış bir ülke Ürdün. Ortadoğu’nun bağrında ama Ortadoğulu olmayan, antik şehirlerin gizemini kızıl kayaların gölgelediği pembe çöllerle tamamlayan, mercan kayaları arasında dalış yapıp dünyanın en alçak noktası olan ölü denizinde günü batıracağınız bir harikalar diyarı.
Ürdün ya da resmi adıyla Ürdün Haşimi Krallığı, Orta Doğu’da bulunan bir Arap ülkesi ama oldukça modern ve kendine has. Ülkenin resmi dini İslam, resmi dili ise Arapça. Nüfusu 2021 yılı sayımına göre 11.15 milyon. Halkın %95’i Sünni Müslüman, %4’ü Hristiyan. Para birimi Ürdün dinarı. Nüfusun 2/3 Filistinli, 1948, 1967 ve 1990 yıllarında gelmişler.
İstanbul’dan başkent Amman’a hem THY hem de Royal Jordanian Havayolları direkt olarak uçuyor. Ayrıca, THY Akabe’ye de direkt olarak uçuyor. Uçaklar Amman’da Kraliçe Alya Havalimanı’na iniyor. Kraliçe Alya kralın ikinci eşiymiş ve trafik kazasında ölmüş. Ülkeye giriş için vize gerekmiyor, pasaport ile giriş yapıp 90 gün kalabiliyorsunuz. Hem bulunduğu coğrafya göz önüne alındığında hem de yürüyerek gezilecek rotaların çokluğu nedeniyle aşırı sıcak veya aşırı soğuk havalardan kaçınmak gerekiyor. Ürdün gezisi için ideal zamanlar Eylül-Ekim ve Mayıs-Haziran ayları. Yine de geceleri serinleyen havaya karşı tedbirli olmayı ihmal etmemek lazım. Akabe’de dalış yapılacaksa ilkbahar dönemini tercih etmek daha iyi olacaktır. Gezi süresi minimum 4 gün olmalı ama zaman uygunsa 7 günlük süreyi dahi dolduracak bir program yapılabilir.
Ürdün topraklarında yaşamın Eski Taş Çağı’nda başlamış olduğuna dair veriler olsa da ilk yerleşimin Cilalı Taş Devri’nde M.Ö 8000 yılında Ain Ghazal, Al-Beidha ve Jericho şehirlerinde olduğu gösterilmiş. Tarih boyunca bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bu topraklar 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlıların Memlüklüleri yendiği Mercidabık Muharebesi’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun hükmü altına girmiş ve 400 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında kalmış. Ürdün I. Dünya Savaşı sırasında 1916’da Osmanlılara karşı gerçekleşen Arap Ayaklanmasının bir parçası olmuş. Mavera-i Ürdün Emirliği 1921 yılında İngiliz mandası olarak Haşimoğlularından I. Abdullah tarafından kurulmuş. Kral I. Abdullah Atatürk’ümüzün Harbiye’den sınıf arkadaşıymış. 25 Mayıs 1946 tarihinde Mavera-i Ürdün Hâşimi Krallığı adıyla bağımsız olan ülke, 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda Batı Şeria’yı ele geçirmesinin ardından 24 Ocak 1949 tarihinde Ürdün Hâşimi Krallığı adını almış. Batı Şeria’yı 1967’de kaybeden Ürdün, 1988’de bölge üzerindeki hak taleplerinden vazgeçmiş ve 1994 yılında İsrail ile barış antlaşması imzalayan Mısır ile birlikte iki Arap ülkesinden biri olmuş. Tahtta halen babası Kral Hüseyin’in ölümü üzerine 7 Şubat 1999 tarihinden beri Kral II.Abdullah oturuyor ve ülkeyi üniter parlamenter meşrutiyet ile yönetiyor. Kısa bir tarihi olan Ürdün daha 1 asırlık bir ülke bile değil. Orta Doğu’nun kurtarılmış bölgelerinden biri olarak görülen Ürdün, bölgedeki çatışmalardan ve güç mücadelesinden büyük ölçüde uzak kalmayı başarıyor. Burası Orta Doğu’da petrol üretemeyen az sayıdaki ülkeler arasında. Ekonomisi hizmet sektörüne, turizme ve yabancı yardıma dayanıyor.
Ürdün’ün kuzeyinde Suriye, kuzeydoğusunda Irak, güneyinde ve doğusunda Suudi Arabistan, batısında İsrail ve Batı Şeria yer alıyor. Ülke güneybatısında bulunan Akabe Körfezi ile Kızıldeniz’e açılıyor. Ürdün’de toplamda 12 ana il bulunuyor. En büyük il olan başkent Amman, Doha ve Dubai ile birlikte Arap dünyasının en önemli 3 merkezinden birisi. Ülkede ekonominin, sanatın, eğlencenin kalbi burada atıyor. Zerka ve İrbid de diğer büyük şehirleri.
Ürdün’de eğitime çok önem veriliyor. Lise bitimine kadar eğitim zorunlu. Üniversite eğitimiyse paralı, devlet üniversiteleri 2000 USD, özel üniversitelerse daha da pahalı imiş. Ama yine de üniversite mezunu olmak çok önemliymiş. Yüksek lisans ve doktora oranı da yüksekmiş. Asgari ücret de 270 dinar.
Başkent Amman’dan karayolu ile tüm gezi noktalarına ulaşmak mümkün (Akabe 335 km ve yol yaklaşık 4 saat, Petra Antik Kenti 236 km ve yol yaklaşık 3 saat, Wadi Rum 314 km ve yol yaklaşık 3 saat 50 dakika, Jerash 50 km ve yol yaklaşık 50 dakika, Ölü Deniz 70 km ve yol yaklaşık 1 saat 15 dakika).
Amman tam olarak bir Arap şehrinden beklenen nitelikleri yansıtıyor: kalabalık ve kaotik. Ancak, diğer Arap ve Kuzey Afrika şehirlerinin tersine renkli değil, aksine oldukça sarı ve tekdüze. Zamanında İstanbul gibi 7 tepeye kurulmuş, sonradan 20 tepeye genişlemiş. O yüzden de bolca inişli çıkışlı. Ürdün tarihindeki tüm medeniyetlerin izlerine rastlanıyor. Amman’da gezmeye Roma Amfi Tiyatrosu’ndan başlamak gerekiyor.
Roma Tiyatrosu’nun tam karşısında şehrin en meşhur künefecisi var.
Bizim künefemizin bire bir aynısı değil, irmikli katmanlar arasında peynir var.
Sonra en eski yeri olan Al Balad bölgesini gezebilirsiniz. Bu bölge bizim Mahmutpaşa’mızı hatırlattı bana. Döviz bozdurulacaksa buradaki döviz büroları doğru tercih olur.
Tepedeki kale ve antik kentten geriye pek bir kalmamış ama buradan Amman’ın seyrine doyum olmuyor. Amman’ın modern kısmı ise Rainbow Street. Birbirinden güzel restoranlar, kahve dükkanları ve barlar burada.
1.GÜN:AMMAN-JERASH-MADABA-NEBO
Ürdün’ün kuzeyinde bulunan ve aynı adla anılan ilin merkezindeki Jerash Romalılardan kalma antik bir kent. O dönemindeki adı Gerasa. Buraya arabayla, merkezden kalkan otobüslerle veya taksiyle gidilebiliyor. 1920 yılında kazılara başlanan antik kent uzun yıllar kumlar altında kaldığı için oldukça iyi korunmuş, bu nedenle buraya Orta Doğu’daki Pompei de deniyor. Tarihi M.Ö. 6500’lere kadar uzanıyor. Jerash kentini, M.Ö. 83 yılında, Judea Kralı Alexander Jannaeus ele geçirmiş ve antik Jerash’ın da dahil olduğu on kentten oluşan Decapolis’u kurmuş. Şehir M.Ö. 65 yılında Romalılar tarafından yeniden inşa edilmiş. Vespasian döneminde, birlikten ayrılmak istemesi nedeniyle, Lucius Annius tarafından yakılmış. Yeni Ahit’e göre Hz. İsa’nın bu bölgeye geldiğine inanıldığından bir piskoposluk merkezi olarak da kabul ediliyor. Antik kentin ilk yapısı İmparator Hadrianus’un ziyareti anısına M.S. 129 yılında yapılan ve Zafer kemeri olarak da adlandırılan Hadrian Kapısı. Üç adet kemeri, acanthus (devedikeni) yapraklarıyla süslü Korinth başlıklı dört sütunu ve orta geçişin üstünde de bir alınlığı bulunuyor.
Kemeri geçtikten sonra sol tarafta M.S. 1 ve 3. yüzyıllar arasında inşa edilmiş olan 500 seyirci kapasiteli bir hipodrom yer alıyor. William Wyler’ın yönettiği ve baş rolünü Charlton Heston’ın oynadığı, 1959 yapımı Ben Hur filminin araba yarış sahnesi burada çekilmiş. Jerash antik kentinde salı günleri hariç, günde 2 defa 45 dakikalık bir Roma savaşçıları gösteri yapılıyormuş.
Romalıların tonozlu yapı yapma becerileri en iyi burada örnekleniyor.
Biraz daha ilerleyince kenti çevreleyen surlar üzerinde bulunan ve M.Ö. 130 yılında yapılmış olan 3 kemerli Güney Kapısı’na ulaşılıyor.
Kapıdan geçerek devam edildiğinde 56 adet İyon başlıklı sütunla çevrili Forum Meydanı’na ulaşılıyor. Orijinal halinde 160 sütun varmış. Sol tarafındaki tepede Zeus Tapınağı var.
Forum Meydanı’ndan Kuzey Kapısı’na kadar uzanan caddenin adı Cardo Maximus. Bu caddeyi Decumanus Caddesi kesiyor ve kesişme noktasında (kavşak) Tetrapylon bulunuyor.
Kavşağı geçtikten sonra solda tarafta çeşme (Nymphaeum) bulunuyor. M.S. 190 yılında yapılan bu çeşme yarım daire şeklinde, iki katlı ve cephesindeki yedi aslan başının ağzından öndeki havuza sular dökülüyor. Çeşme orijinal halinde renkliymiş.
Nymphaeum’un arkasında M.S. 450 yılında Jerash Piskoposluğu tarafından, Zeus Tapınağı’nın taşları kullanılarak yaptırılan katedral ve üst kısmında St. Theodore Kilisesi var. İlerisinde ise M.S. 2. yüzyılda yapımına başlanan Artemis Tapınağı’nın girişi bulunuyor.
Artemis Tapınağı’nın girişi merdivenlerle yükseliyor ve tepede tapınağa kadar uzanıyor.
Buradan tiyatroya ve Zeus Tapınağı’na yürüyerek ulaşılabiliyor. Zeus Tapınağı’nın yanındaki 5000 kişilik Güney Tiyatrosu M.S. 90 yılında yapılmış.
Nebo Dağı Eski Ahit’te anlatılanlara göre, Hz. Musa’ya “Vadedilmiş Topraklar”ın gösterildiği yer. Aynı şekilde bu topraklara girmenin kendisine nasip edilmediği de burada bildirilmiş. Hristiyan inancına göre, Hz. Musa burada gömülü. Ama mezarının yeri tam olarak bilinmiyor.
Açık havada buradan Kudüs görülebiliyor.
Nebo Dağı’ndaki dikilitaş Papa 2. Jean Paul geldiğinde dikilmiş. Alanda bir müze de var.
Madaba ise kutsal şehir Kudüs’ün 600 yılında yapılmış bilinen en eski haritasını bir kilise tabanında mozaik olarak görebileceğiniz yer.
Ayrıca buradaki turizm merkezinde Ürdün’ün ziyaret edilebilecek tüm noktalarını gösteren güncel bir mozaik de var.
2.GÜN:PETRA-WADİ RUM
Dünyanın yeni 7 harikasından biri olan ve 1985 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesinde olan Petra milyonlarca turistin Ürdün’e akmasındaki esas sebebi. Şehre kayaların kızıllığından dolayı Gül Kırmızısı Şehir veya Kızıl Şehir de deniyor. Adım attığınız anda bambaşka bir dünyaya giriş yapıyor gibi hissediyorsunuz. Çölün ortasında kayalar sanatla buluşmuş ve görsel bir şölen ortaya çıkmış. Kırmızı kayalara oyulmuş onlarca devasa yapının her birinde gösterişli mimari ögeler var. Petra’da Indiana Jones Son Macera, Mortal Combat, Mumya Geri Dönüyor ve Transformers: Revenge of The Fallen gibi popüler filmler çekilmiş. Yapımı etap etap yaklaşık 500 yıl süren ve 1036 metrekarelik alana yayılmış olan antik kentin kazı süreci hâlâ devam ediyor.
Petra, konum olarak Wadi Musa bölgesinde yer alıyor. Tepelerin arasında yer alan Petra Antik Kenti Ürdün’ün önemli şehirlerinden Amman’a yaklaşık 250 km, Akabe şehrineyse 130 km uzaklıkta.
Petra M.Ö. 312 yılında Büyük İskender’in varislerinden Antigonus’un yaptığı aşağılamaya karşı çıkan göçebe bir kavim olarak anılan Nabatîler tarafından kervanların uğrak noktası olarak kurulmuş. Pagan inancına sahip olan kavmin konuştukları dil olan Aramice bugünkü Arapçanın temeli olarak kabul ediliyor. M.Ö. 400 ile M.S. 106 yılları arasında başkent olan şehrin Arabistan, Mısır ve Doğu Akdeniz bölgelerinin kesişim noktasında yer almasından dolayı Nabatî’ler ticaret konusunda oldukça gelişmişler. M.S. 106 yılında Romalılar şehri fethetmiş. Deniz ticaretinin gelişmesi ile önemini yitiren şehir 363 yılındaki büyük depremle çok ağır hasar almış. Bizans döneminde yeni yapılar eklenen şehre sonrasında Bedeviler sahip çıkarak sessiz ve dünyadan kopuk bir hayat sürmüşler. 1812 yılında Johann Ludwig Burckhardt tarafından yeniden keşfedilen Petra dünya çapında bir popülerliğe kavuşmuş.
Alana giriş biletli ama Jordan Pass geçerli. Jordan Pass ile 2 ya da 3 günlük giriş almak için Jordan Explorer ya da Jordan Expert tarifelerini tercih etmek gerekiyor. Ben tek günün yeterli olduğunu düşünüyorum açıkçası. Bilet almak için pasaport gerekiyor. Jordan Pass belli günlerde yapılan Petra by Night etkinliğini içermiyor. Bu etkinlikte Al-Hazne ve Siq yolu 1500 adet mum ile aydınlatılıyor. Gece için önceden rezervasyon yapılmıyor, biletler 19:30-20:30 arası satılıyor. Müzik eşliğinde Petra anlatılıyor ve Bedevilere yakışır şekilde naneli çay ikram ediliyormuş. Etkinlikte Al-Hazne de rengarenk ışıklar ile aydınlatılıyormuş.
Bilet gişelerinden Siq olarak adlandırılan dar kanyona kadar olan yola Bab Al Siq deniliyor. Bu yol üzerindeki ilk anıtlar vadinin sağ tarafında yer alan üç devasa dikdörtgen blok. Bunlara çeşitli isimler verilse de genel olarak Arap kökenli bir terim olan Cin Blokları deniyor. İlk zamanlarda sarnıç zannedilen bu yapıların sonradan bazı kısımları kısmen kaybolmuş olmasına rağmen, tepelerinde piramit olan mezar odaları oldukları anlaşılmış. Yolun sol tarafındaysa üst üste yapılmış 2 ayrı yapı görünüyor. Üst kat Dikilitaş Mezarı‘nın cephesi. Bu mezarlar M.Ö. 1. yüzyılda Nabatîler tarafından yapılmış. Aslında, cephenin üst kısmındaki dört dikilitaş mezar odasına defnedilen kişileri simgesel olarak temsil ediyor. Alttaysa antik dönemde triclinium denen bir yemek odası var, ancak ikisi hiçbir şekilde ilişkili değil. M.S. 1. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen üst cephe, daha yükseğe inşa etmek için yeterli alan olmadığı için alt cepheyi hafifçe ezmiş gibi görünüyor. Yemek odası yalnızca cenaze törenlerinde değil, yıldönümleri ve ritüel kutlamalarda da verilen ziyafetler için kullanılıyormuş.
Siq adı verilen derin ve dar yarık 1600 metre uzunluğunda. Yer yer kayaların yüksekliği 100 metreye kadar ulaşıyor. Yol üzerinde tanrıları temsil eden bir kaç kabartma Nabatî heykeliyle duvarlara oyulmuş kente su taşıyan oluklar görülüyor. Siq, önemli bir iletişim yolu olmanın yanı sıra, duvarına oyulmuş çok sayıda adak yeri ve hatıra yazıtıyla ziyaretçileri yavaş yavaş şehrin merkezine hazırlayan dini bir amaca da sahip gibi görünüyor.
Yolun sonunun dar oluşu ve kayaların yaptığı ufak bir kavis sebebiyle önünüzü göremezken, kayalar açılıyor ve sanki bir anahtar deliğinden bakarmış gibi hissettiğiniz bir anda Petra’nın en popüler yapısı Al-Hazne uzun sütunları ve oymalarıyla karşınıza dikiliveriyor.
Bir uçurum yüzüne inşa edilen ve Kral IV. Aretas’ın mezarı olduğuna inanılan anıt yapının ilk başlarda Roma dönemine ait olduğunu ileri sürülmüş. Ancak, İskenderiye mimarisinin bilinen örneklerine çok benzediği ortaya çıkınca, Helenistik modellerden büyük ölçüde etkilenmiş bir Nabatî yapısı olduğu doğrulanmış. Kırk metre yüksekliğinde ve yirmi sekiz metre genişliğindeki ön cephe iki katlı Korint tarzında inşa edilmiş. Cephe Nabatî, Yunan ve Mısır kültürünün tanrısal figürleri, hayvanlar ve çiçeklerle süslenmiş. Gravürler ve eski fotoğraflar ilk keşfedildiğinde sütunlardan birinin neredeyse tamamen yıkılmış olduğunu gösteriyor ama 1960 yılında Ürdün Eski Eserler Dairesi tarafından yapılan dikkatli restorasyon, cephenin eski zarif simetrisini yeniden sağlamış. Alt katta yan sütunlar arasındaki boşluklarda Yunan ve Roma Mitolojilerinin ikiz üvey kardeşleri Kastor ve Polluks kabartmaları bulunuyor. Yukarıda ortadaysa, kumaşlara sarılı, muhtemelen Mısır Tanrıçası İsis olan bir kadın tasvir edilmiş. Ayrıca yine tepede balta taşıyan altı adet savaşçı Amazon kadını bulunuyor. Bunların yanı sıra ruhları taşıyacak kartallar, üzüm ve nar gibi bitkiler de var. Tüm bu süslemelerin Nabatî heykeltıraşların orijinal eserleri olduğu ve İskenderiyeli zanaatkârların çalışmalarından ilham alınarak oluşturulduğuna inanılıyor.
Al-Hazne’nin yapımına yukarıdan başlanılmış. İlk olarak, taş ustaları tüm genişlik boyunca dar bir çıkıntı oluşturmuşlar. Daha sonra mimariyi, süslemeleri ve iç mekanları gösteren ön çizimleri takip ederek ve seviye seviye duvarı yontarak yapıyı aşağı doğru inşa etmişler. Cephenin her iki yanında bulunan iki dikey yuva sırası tırmanma çentikleri olarak adlandırılıyor ve binanın dışında çalışmak için iskele yapılarının destekleri olarak hizmet ettikleri biliniyor. Sel baskınlarını önlemek için yapının üzerindeki kayalık sırta düşen suyu boşaltacak bir de kanal yapılmış. Nabatî Kralları’nın servetlerini Petra’nın mücevher olarak adlandırılan bu tapınağının en tepesindeki kürenin içinde sakladığına inanıldığından Al-Hazne gün yüzüne çıktıktan sonra define avcılarının gazabına çokça uğramış.
Turistlerin yoğun olarak ilgi gösterdiği Al-Hazne’de kalabalık nedeniyle fotoğraf çekmek çok kolay olmuyor. Turistlerin yanı sıra yerli halk ve onların turistleri gezdirmek için alana getirdikleri develer nedeniyle yürümek neredeyse imkansız. Yüzünüzü binaya döndüğünüzde arkanızdaki tepeye sağ taraftan tırmanmak mümkün. Yerel rehberler bahşiş karşılığında sizi yukarı çıkarıyorlar. Sağ taraftaki açı daha iyi. Soldaki açı hem çok güzel değil hem de gidiş yolu daha sıkıntılı. Saat 9:00 sularında Al-Hazne’ye güneş vurmaya başlıyor ve fotoğraf çekmek için uygun oluyor. Ziyaret edecekler için öğleden sonra Al-Hazne’ye ışığın tersten geleceğini belirteyim.
Yüzünüzü Al-Hazne’ye döndüğünüzde sağ taraftan yürümeye devam ediyorsunuz. Sol taraf High Place of Sacrifice’a gidiyor. Yol yaklaşık 45 dakika sürüyor ve Petra’ya sadece 1 gün ayırdıysanız burada vakit kaybetmemenizi öneririm.
Sağ taraftan devam ettiğinizde sağlı sollu kayalar içine oyulmuş mağaralar ve dini yapılar var.
Kurban Tepesi’nin (Jabal al-Madhbah) hemen alt kısmının oyulması ile yapılmış olan yarım daire biçimli Nabatî Tiyatrosu sekiz bin seyirciyi ağırlayabiliyormuş. Tiyatronun Nabatî Kralı IV.Aretas döneminde MS 1. yüzyılın başlarında yapıldığı düşünülüyor. Romalılar döneminde de onarım geçirmiş.
Vadinin doğu kanadına uzanan dar patika ile adliye binası olarak kullanıldığı düşünülen ve Bizans eklentileriyle şekillenen Urn Mezarı, İpek Mezarı ve Korint Mezarı’na gidiliyor. Ama en görkemlileri 1. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen, vadinin doğu kenarındaki dağlara oyulmuş ve Barok bir saraya esrarengiz benzerliği nedeniyle Saray Mezarı olarak adlandırılan dev yapı. Yüksekliği kırk altı metre. Üç kat üzerine inşa edildiğinden Katlı Mezar olarak da anılıyor. Zemin katta yer alan dört kapının her biri, üçü birbiriyle bağlantılı olan birer mezar odasına açılıyor. Büyük olasılıkla bu odalardan biri, muhtemelen sağdan ikincisi, başlangıçta cenaze ziyafetleri düzenlemek için yine bir triclinium yani yemek odası olarak kullanılmış.
Vadinin batı kanadında ise Sütunlu Cadde (Colonnaded Street), Bizans Kilisesi, Büyük Tapınak, Anıt Kapı, Baş Tanrıları Duşara için yapılmış olan Kasr al-Bint ve Tanrıçaları El Uzza için yapılmış olan Kanatlı Aslanlar Tapınağı var.
Romalıların buraya bıraktığı eserlerden olan Bizans Kilisesi M.S. 450’den başlayarak birkaç aşamada inşa edilmiş. M.S. 363 depreminde yıkılmış ve 600 yıl civarında onarılmamış. Kilisenin en cazip tarafı mozaikler. Gündelik yaşamdan kesitlerin, egzotik ve mitolojik hayvanlarla harmanlandığı mozaikler kilisenin yan koridorlarının her birinde görülebilir ve tarihinin 6. yy’a kadar dayandığı düşünülüyor. Kilise içinde bir de vaftizhane bulunuyor.
Büyük Tapınağın dini ibadet yeri değil, kraliyet kabul salonu olarak yapıldığı tahmin ediliyor. Nabatîler tarafından M.Ö. 1. yüzyılın son çeyreğinde Katute Tepesi’nin ana kayasına derin teraslar açarak yapılmış olan tapınak 7560 m2’lik bir alana sahip. Yapımı yine Kral IV. Aretas zamanında. Mozaik zeminler ve alçı süslemelerin öne çıktığı yapıda fil başlıklarına sahip devasa sütunlu avlu oldukça ilgi çekici. Romalılar bu alana küçük bir tiyatro ve bouleuterion (şehir meclis üyelerinin buluşma yeri) inşa etmişler.
Büyük Tapınağın hemen yakınında Qasr Al-Bint Bedeviler tarafından Firavun’un Kızının Kalesi olarak adlandırılıyor. Hikayeye göre kötü bir Firavun erdemli kızının taliplerine saraya su sağlama görevi vermiş. İki talip, sarayı çevreleyen tepelerdeki farklı kaynaklardan su yönlendirerek görevi eş zamanlı olarak tamamlamış. Prenses, başarısını Tanrı’ya bağlayan iki talipten daha mütevazı olanı kabul etmiş.
Kanatlı Aslanlar Tapınağı’nın (Lion Tricliniu) M.S. 1. yüzyılın ortalarında yapıldığı tahmin ediliyor. Adı, giriş kapısının her iki yanında bulunan çok yıpranmış iki aslandan geliyor. Anahtar deliğine benzeyen yüksek kapı açıklığı, üst kısımdaki yuvarlak bir pencerenin aşınması ile oluşmuş. Hemen yukarıdaki frizinin dış alanlarındaki kadın başları dikkat çekici. Bunlar Medusa kafalarına fazlasıyla benziyor.
Antik Kentin bence en etkileyici yeriyse Manastır (Ed-Deir) oldu. Buraya 1000 basamak ile çıkılıyor. Bunların bir kısmı gerçekten basamakken, bir kısmı ise kaya tırmanışı şeklinde.
Bizans döneminde Hıristiyan kullanıma bağlı iç arka duvarda yer alan haçlar nedeniyle yerli Bedeviler tarafından bu ad ile anılıyor. Anıtın 47 m genişliğinde ve 48 m yüksekliğindeki cephesi ve arkasındaki büyük salon M.S. 1. yüzyıl ortalarında dağ içine oyularak yapılmış. Çatısının ortasındaki konik yapı Al-Hazne tarzında. Yakınlarında bulunan bir kitabede buranın zengin bir kardeşler topluluğunun Nabatî Kralı II. Obodas’a (M.Ö. 30-9) saygı ifade etmek üzere çeşitli törenlerin düzenlemesi ve ölümünden sonra tanrılaştırılması amacıyla yapıldığı yazıyor. Bizans döneminde manastır olarak kullanılan Ed-Deir 2009 yılında çekilen Transformers filminde sahne olarak kullanılmış.
Petra’da hayvan taşımacılığı fazlasıyla olduğu için yoldaki dışkılara dikkat etmek gerekiyor. Ayrıca deve sidiği kokusu da bolca algılanıyor. Mağaralarda yaşayanlar olduğunu da unutmamak lazım. Petra çok tozlu bir yer, her tarafınız kum olacak. Başına bir gelirse üzülmeyeceğiniz kıyafetler ve ayakkabılar götürün.
Petra çıkışında çok güzel bir müze var. Mutlaka ziyaret etmenizi öneririm.
Wadi Rum’a giderken Hicaz Demiryolu’nun Wadi Rum istasyonuna uğradık. 2.Abdülhamid tarafından 1900-1908 yılları arasında inşa ettirilen ve Şam ile Medine’yi birbirine bağlayan 1464 km’lik bu demiryolu Osmanlı İmparatorluğu’nun benzersiz fedakarlıklarla gerçekleştirdiği son büyük projesi. Hac yolculuğunun daha güvenli, kolay ve az masrafla yapılması için planlanan demiryolunun finansmanı tamamen Osmanlı devletinin imkanları ve dünya Müslümanlarının bağışları ile gerçekleştirilmiş.
Wadi Rum (Ay Vadisi) %80’i çöl olan Ürdün’ün en güzel çöl bölgesi. Ama çöl deyince akla gelen uçsuz bucaksız kum tepeleri yerine burada kırmızının her tonundaki kumlar ile rüzgarların şekil verdiği kızıl renkte dev kumtaşı ve granit kayalar var. Çöl bitkileri ve develer manzarayı tamamlıyor. Milyonlarca yıllık rüzgar erozyonu ile oluşan 720 kilometrekarelik Wadi Rum, ülkenin yüksek noktalarından Jebel Ram’ı (1.700 m) içinde barındırıyor. Milli park olan vadi 2011 yılından beri de UNESCO Dünya Mirası Listesinde bulunuyor. Milli Park’a giriş, eğer Jordan Pass var ise ücretsiz. Arabistanlı Lawrence ile Marslı filmleri burada çekilmiş. Pek çok uygarlığa ait yaşam izleri olsa da en önemlisi Nabatîler. Kayaların arasındaki mağaralarda yazıtlar ve duvar resimleri var. Çölün esas sahipleri ise binyıllardır burada yaşayan bedeviler. Aslında bedevi dediğimiz insanlar, Sahra Çölü’nden, Arap Çölü’ne kadar uzanan bölgede göçebe olarak yaşayan Arap Kabileleri. Bedevilerin buradaki yaşam alanında okulları da var. Bedeviler doğup büyüdükleri yere ve yaşam tarzlarına çok bağlılarmış. Üniversite okuyanlar bile köylerine geri dönüyormuş. Biz bir gece konaklamamızı Wadi Rum da yaptık.
3.GÜN: LUT GÖLÜ
Lut Gölü (Ölü Deniz, Al-Bahr al-Mayyit) Ürdün, İsrail ve Batı Şeria ile sınırlanıyor. Deniz seviyesinin 430.5 metre altında. Derinliği 376 metre olup dünyanın en derin hipersalin gölü ve dünyanın kara üzerindeki en alçak noktası. Göldeki %28-33 tuzluluk oranı nedeniyle içinde ve çevresinde canlı yaşamı yok. Öz kütlesinin yüksekliği nedeniyle dalmanız, hatta batmanız mümkün değil, tuz oranı nedeniyle zaten gözlere de zarar verebilir. Lut Gölü’nün sodyum zengini çamurunun da iyileştirici özelliği var.
Eski Ahit, İncil ve Kur’an’a göre burası bir zamanlar Lut Kavmi’nin yaşadığı Sodom ve Gomora Şehirleri imiş. Sodom şehrinde yaşayan Lut Kavmi dünya üzerinde ahlaksızlığın ve türlü çeşitli sapkınlığın görüldüğü ilk yermiş. Lut peygamber, Sodom’daki bu ahlaksızlıkların sona erdirilmesi ve insanların Allah’a yönelmesi için peygamber olarak Lut Kavmi’ne gönderilmiş. Kutsal kitaplarda her 3 semavi din için de çok büyük önem taşıyan Hz. İbrahim’in yeğeni olarak geçen Lut Peygamber’in adı aynı zamanda ona inanan ilk kişi olarak geçiyor. Halk Lut’a, işlerine karışmamasını aksi takdirde sürgün edileceğini söylemiş. Hatta, eğer söyledikleri doğruysa, Allah’ın gazabını kendilerine getirmesini istemişler. Lut, insanlar ile ne yaparsa yapsın baş edememiş ve Allah’a dua ederek cezalandırılmalarını istemiş. Lut’un duası üzerine, Allah yakışıklı erkekler kılığında üç melek görevlendirmiş. Melekler önce İbrahim peygambere giderek ve Lut kavminin yok edeceklerini söylemişler ama Hz. İbrahim onlardan merhamet etmelerini dilemiş. Melekler inanan 400 kişi bulunursa şehri yok etmeyeceklerini söylemişler ama 10 kişi bile bulunamamış. Melekler Sodom’a gelmişler ve Lut daha önce hiç görmediği bu yabancıları evinde misafir etmiş. Lut Kavmi yabancıları kendilerine teslim edilmesini istemiş. Bunun üzerine melekler Lut’a gerçeği anlatmışlar ve ailesini alarak Sodom’dan uzaklaşmasını istemişler. Lut şehri terk ettikten sonra, şehrin üzerine alev topları yağmaya başlamış ve yaşanan yıkım ile Sodom ve Gomora şehirleri üzerinde tohum bile filizlenmeyecek hale gelmiş.
Ne yazık ki günümüzde Lut Gölü endüstriyel faaliyetler ve küresel ısınma ile yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Gölde yüzmek için ücretli tesisleri veya otelleri kullanmak lazım.
Ürdün gezisinde bizdeki müze kart muadili olan Jordan Pass almak çok hesaplı. Bu kart ile kırktan fazla yere ücretsiz giriş yapılabiliyor. Hem kârlı hem de sıra beklenmediği için hızlı.
Ürdün’ün para birimi Ürdün Dinarı (JOD). 1 dolar 0,71 JOD. Ürdün’e dolarlarla gitmekte fayda var. Döviz çevirme işlemini Amman Havaalanı’nda yapmak zarar etmeniz anlamına geliyor. Çünkü çok düşük kurdan döviz bozuyorlar. Kredi kartı pek çok yerde geçiyor. Döviz bozdururken pasaport gerekiyor. Ürdün pahalı bir ülke çünkü Euro ve dolardan değerli bir para birimleri var.
Ürdün’de güvenlik endişesi duymaya gerek yok. Polis kontrolleri oluyor ama Türklere dizilerimiz nedeniyle özel bir sempatileri var.
Gezme rahatlığı açısından araç kiralanabilir (Monte Carlo Cars Rentals, Queen Alia International Airport Road Amman).
Internet için sim kart alınabilir. Zain, Orange ve Umniah şirketleri bulunuyor.
Akabe (Aqaba), Ürdün’ün Kızıldeniz’deki tek liman kenti. Bir iç deniz olan Akabe Körfezi özellikle de zengin su altı canlılığı ile ülkenin ünlü bir cazibe merkezi. Bu sularda 20’den fazla dalış noktası, 500 mercan resifi, 1.200 balık türü ve 1.000 kabuklu deniz canlısı olduğu söyleniyor. Bu özelliğiyle de Akabe özellikle tüplü dalış sporuna gönül verenleri kendisine çekiyor.
Priz tiplerinin İngiliz tarzı olabileceği ile ilgili uyarayım, adaptör götürmekte fayda var.
YEME-İÇME ÖNERİLERİ
Öncelikle Ürdün’de mutlaka yemeniz gereken yöresel yemekleri paylaşayım:
Maklube: Kuzu eti, patlıcan ve domates ile pirincin bir arada pişirildiği bir yemek. Tencereye önce kızartılmış patlıcanlar, kuzu etleri ve dörde bölünen domatesler konuyor. Üstüne pirinçler ilave edilip suyu konuyor. Piştikten sonra tencere bir tepsiye ters çevriliyor.
Mensef: Altta lavaş, üstünde ise kuzu eti ve pilavın olduğu bu yemeğin özelliği üzerine dökülen et suyu ile hazırlanmış ayran. Yemeği Madaba Kralı icat etmiş. Süt ürünü ve etin bir arada olduğu bu yemek ile Yahudileri ayırmış ve kılıçtan geçirmiş.
Falafel: Ortadoğu Mutfağı’nın çok sevilen nohut köftesi
Amman restoran önerilerim:
Sufra Restoran: Amman ortalamasına göre fiyatlar biraz yüksek ama kesinlikle hak ediyor. Özellikle mezeler.
Hashem: Al Balad bölgesindeki bu yer lokal ve uygun fiyatlı bir tecrübe için. Özellikle istemezseniz çatal bıçak gelmiyor. Burada humus ve falafel deneyebilirsiniz.
Al Quads Falafel: Falafel için doğru adres.
Duke’s Diwan: Amman’daki en eski konut, herkese açık ve içinde oldukça nostaljik bir kafesi var.
Hekayet Nebo: Adından anlaşılacağı üzere Nebo Dağı’na yakın olan bu restoranda açık büfe var.
- Akabe
- Al Balad
- Al-Bahr al-Mayyit
- Al-Hazne
- Amman
- Anıt Kapı
- Artemis Tapınağı
- Ay Vadisi
- Bab Al Siq
- Büyük Tapınak
- Cardo Maximus
- Cin Blokları
- Decumanus Caddesi
- Dikilitaş Mezarı
- Duşara
- Ed-Deir
- El Uzza
- Forum Meydanı
- Gül Kırmızısı Şehir
- Güney Kapısı
- Hadrian Kapısı
- Hicaz Demiryolu
- İpek Mezarı
- Jabal al-Madhbah
- Jerash
- Jordan Pass
- Kanatlı Aslanlar Tapınağı
- Kasr al-Bint
- Kızıl Şehir
- Korint Mezarı
- Kral IV. Aretas
- Kurban Tepesi
- Lut Gölü
- Madaba
- Maklube
- Manastır
- Mensef
- Nabatî Tiyatrosu
- Nabatîler
- Nebo Dağı
- Nymphaeum
- Ölü Deniz
- Petra
- Saray Mezarı
- Siq
- Sodom ve Gomora
- Sütunlu Cadde
- triclinium
- Ürdün
- Ürdün Haşimi Krallığı
- Urn Mezarı
- Wadi Musa
- Wadi Rum