Goncagül Haklar, Mart 2022
Hayran olunacak mimarisi, kendine has kültürel özellikleri, zengin tarihi geçmişi, doğal güzellikleri ve lezzetli mutfağıyla Lübnan gezginleri kısa sürede avucunun içine alıveriyor. Başkent Beyrut ise herkesin gözdesi. Geçirdikleri kötü günleri unutmayan ve yaşama arzusunu hiç yitirmeyenlerin şehri Beyrut’un ellili yıllarda başlayıp yetmişlerin ortasına kadar devam eden en parlak yıllarında adı Ortadoğu’nun Paris’i imiş. Şimdilerde o parlak günlerini arayan ve yeniden ayağa kalkmaya çalışan Beyrut tam bir tezatlar şehri. Bir yanda yıpranmış binaları, arnavut kaldırımları, bozuk yolları ile bir zaman tüneli diğer yanda lüks konutlar, zincir oteller, şık restoranlar ve ışıltılı bir marina. Üstelik zenginliğin şatafatı ile yoksulluğun yıkıcılığı birkaç adım kadar birbirine yakın. Her dinden insan bir arada Beyrut’ta, ibadethaneleri bile yan yana.
Tüm yaşananlar ve bu tezatların nedenleri de aslında ülkenin tarihinde gizli. Lübnan’da uygarlığa dair en eski kanıtlar 7000 yıl öncesine kadar uzanıyor. Bu topraklarda MÖ 3200-MÖ 539 yılları arasında Fenikelileri görüyoruz. MÖ 64 yılında ise Roma İmparatorluğu bölgeyi fethetmiş ve Hristiyanlığın merkezlerinden biri yapmış. Dört Halife Dönemi’nde bölgenin Müslüman hakimiyetine geçmesi sonrasında da Hıristiyanlar din ve kültürlerini korumaya devam ediyor. Bununla birlikte yine Lübnan Dağı’nda Dürzîlerin yeni bir dini grup olarak ortaya çıkması yüzlerce yıl sürecek bir dini ayrılığa da yol açıyor. Halen halkın %32,4’ü Hristiyan (ağırlıklı olarak Maruni Katolik), %31,9’u Sünni, %31’i Şii ve %4,7’si Dürzi. Süryani dilinde küçük anlamına gelen marun kelimesi Katoliklerden ayrılan Marunilerin basit ve mütevazi ibadetlerini tanımlıyor. Maruniler Antakya Kilisesi’ne bağlılar. Lübnan genelinde 22 mezhep ve her mezhepte birkaç farklı hareket var.
Lübnan topraklarında 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Suriye-Mısır seferi sonrasında 400 yıl sürecek Osmanlı hâkimiyeti başlamış. Bu devirde bölge kültürel çeşitliliğini korumuş ve ticaret merkezi olmaya devam etmiş. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nda çökmesinin ardından Fransız Mandası’nın kontrolünde Lübnan Cumhuriyeti kurulmuş. II. Dünya Savaşı’nda Fransız hakimiyetinin azalması sonrası 1943’te Lübnan bağımsızlığını kazanmış ama Fransızların ülkeyi tam olarak terk etmeleri 1946 yılını bulmuş. 1970’lere gelindiğinde farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı ve Ortadoğu’nun gelişmiş ülkeleri arasında bulunan bir Lübnan görüyoruz. 1975’te ülkedeki çeşitli siyasi ve mezhepsel gruplar arasında patlak veren Lübnan İç Savaşı ülkede istikrarsızlık sürecininin başlangıcı oluyor. 15 yıl süren savaş sırasında Lübnan, önce Suriye, sonra ise İsrail tarafından işgal ediliyor. İsrail’in çekilmesi sonrasında Müslüman-Hristiyan mücadelesi tekrar başlıyor. İç savaş Lübnan’da çok ağır maddi hasara ve can kaybına yol açmış. Savaş 1991 yılında resmen sona erdiğinde Lübnan ve Beyrut bir harabeye dönüşmüş. Savaşın sonlanmasıyla ekonomiyi canlandırmak ve altyapıyı yeniden inşa etmek için çalışmalar yürütülse de ülkede siyasi partiler ve milis hareketi olarak varlığını sürdüren Hizbullah ile İsrail arasındaki savaşlar nedeniyle Lübnan uzun yıllardır ekonomik ve siyasi sorunlar ile mücadele ediyor. Suriye ve Filistin’den aldığı göçlerle fakirliğin daha da derinleştiği Beyrut’ta ciddi alt yapı sorunları, ekonomi kriz ve hassas bir siyasi denge var. Örneğin şehre günde 6 saat elektrik verilebiliyor; 2 saat sabah, 2 saat öğlen ve 2 saat akşam. Gün boyu elektrik kullanmak isteyenlerin tek alternatifi ise jeneratör kullanmak.
Aslında çok güzel bir coğrafya Lübnan. Tarih boyunca bu kadar ilgi görmesinin nedeni de bu olmalı. Ülkenin batı kıyısını Akdeniz oluştururken karasal komşuları Suriye ve İsrail. Lübnanlılar İsrail’i kabul etmedikleri için komşularını Filistin olarak söylüyorlar. Oldukça engebeli olan yüzey şekillerinin ana çizgilerini Lübnan Dağ Sırası (Cebel-i Lübnan) belirliyor. Lübnan dağlarıyla daha doğudaki Antilübnan Dağları (Cebelüşşarki) arasında da ünlü Bekaa Vadisi yer alıyor. Kıyı kesiminde Akdeniz iklimi hissedilirken Lübnan dağlarına bolca yağmur ve kar da yağıyor. Beka Vadisinde ise karasal hatta çöl iklimi var. İklim koşulları göz önüne alındığında kışın soğuğu soğuk, yazın da sıcağı sıcak olduğundan ilkbahar ve sonbahar gezi için en uygun zamanlar.
Bitki örtüsünün ana unsuru dağlarda bolca bulunan Lübnan Sediri (Cedrus Libani). Lübnan’ın bayrağında da bu sedir ağacı var. İki önemli akarsuyu da hatırlatayım: Bekaa Vadisindeki Baalbek eşiğinden doğarak güneye doğru akan ve Lübnan sınırları içerisinde denize dökülen Litani (Leytani) Nehriyle kuzeye doğru akan ve Lübnan’dan sonra Suriye topraklarından geçip Türkiye sınırları içinde Akdeniz’e ulaşan Asi (Orontes) Nehri.
Lübnan’ın ulusal ve resmi dili Arapça. Ama halk Fransızca ve İngilizce de konuşuyor. Ülkenin nüfusunun da yaklaşık 7 milyon olduğunu ekleyeyim. En büyük şehir başkent Beyrut, onu Tripoli, Sayda (Sidon) ve Sur takip ediyor.
Lübnan’a gitmek için vizeye ihtiyaç yok. Sadece pasaportunuzda İsrail damgası olmamalı.
Beyrut’ta toplu taşıma çok sınırlı ve şehiriçi ulaşım için en iyi alternatif Uber kullanmak. Beyrut Refik Hariri Uluslararası Havaalanı’nda wi-fi var ama sadece 30 dk geçerli, o yüzden Uber çağırmanıza yakın bir zamanda bağlanmanız öneriliyor. Taksiler hem pahalı hem de taksimetre olmayınca hele de sizin turist olduğunuzu fark edip fiyatı arttırabiliyorlar.
Akıllardaki en önemli sorun güvenlik sanırım. Başta Beyrut olmak üzere Lübnan’da bir turist olarak yolunuzun düşeceği yerler oldukça güvenli. Baalbek ve Anjar Suriye sınırına çok yakın ve DEAŞ’in denetiminde ama turist olarak ziyaret etmenizde güvenlik açısından bir engel yok.
Lübnan’nın para birimi Lübnan Pound’u (LBP) ama USD de her yerde geçiyor. Bir Türk lirası 110.93 LBP. Bir dolar 1,511.91 LBP ediyor. Bir yerde hesap öderken de hesabı bu iki para birimi cinsinden ayrı ayrı yazıyorlar. Eğer Beyrut’a giderken yanınızda USD götürürseniz çevirmenize bile gerek kalmıyor. Burada para bozdurmak isterseniz daha düşük kuru uygulandığı için havalimanını kullanmamanız öneriliyor. Bunun yerine şehir içini tercih etmekte fayda var. Bizler için yeme-içme ve konaklama anlamında Lübnan’ın çok ucuz olduğunu da belirteyim.
Hem THY hem de Pegasus Havayolları başkent Beyrut’a uçuyor. Beyrut için otel seçerken eski şehir bölgesi ‘Hamra’yı veya modern merkezi tercih edebilirsiniz. Biz perşembe gecesi gidip pazar gecesi döndük. İşte dolu dolu geçen 3 günlük programımız:
1.GÜN: JEITA MAĞARALARI, HARISSA, BYBLOS
İlk günümüzde Beyrut’ta hava yağmurlu olunca ağırlıklı olarak araç ile gezeceğimiz ikinci gün programımızı uygulamaya karar verdik. Günümüzün ilk durağı olan Jeita Grotto toplam uzunluğu yaklaşık 9 kilometre olan iki ayrı, ancak birbirine bağlı karstik kireçtaşı mağaradan oluşan bir sistem. Jeita kükreyen su, Grotto ise mağara anlamına geliyormuş. Jeita Grotto Dünyanın Yeni 7 Harikası Listesine aday olmuş, finale kalmış ama son 7 arasına girememiş. Mağaralar, Lübnan’ın başkenti Beyrut’un 18 kilometre kuzeyinde, Jeita mevkiindeki Nahr al-Kalb Vadisinde yer alıyor. Mağaranın alt kısmı 1836 yılında Reverend William Thomson tarafından, üst kısmı Lübnanlı mağara bilimciler tarafından 1958 yılında keşfedilmiş.
Üst mağaraya alana özgü trene benzetilmiş bir otobüs ile çıkılıyor ve mağara yürüyerek geziliyor. Toplam 2.130 m uzunluğa sahip ancak, sadece 750 m’lik kısmı ziyarete açık. Mağaranın en yüksek yeri, 120 metre. Dünyanın en uzun sarkıtı da bu mağarada yer alıyor ve uzunluğu 8,20 metre. Üst mağaradan çıktıktan sonra yürüyerek alt mağaraya iniliyor. Bu mağaranın girişinde Zamanın Koruyucusu Kronos’un dev boyutta bir heykeli var. Yüksekliği 6 metre, ağırlığı ise 65 ton olan bu eseri Lübnanlı heykeltıraş Tony Farah yapmış. Alt mağaranın içinde bir gölet var ve mağara tekneyle geziliyor. Ne yazık ki yağışlar nedeniyle yükselen su seviyesi bizim alt mağarayı gezmemize engel oldu.
Mağaraların içinde fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Üst mağaranın girişinde kilitli dolaplar var, kameranızı ve telefonlarınızı buraya kilitlemenizi istiyorlar. Aslında bu sizin mağaraların büyüleyici atmosferini daha iyi deneyimlemenizi sağlıyor. Çünkü fotoğraf çekmek yerine sadece bu harikalar diyarının tadını çıkarıyorsunuz. Işıklandırma ile daha da büyüleyici hale gelen sarkıt ve dikitler güzellikleriyle büyülüyor.
Günün ikinci durağı olan Harissa-Daraoun Lübnan’ın Keserwan-Jbeil Valiliği’ne bağlı Keserwan Bölgesi’nde iki köyden oluşan bir belediye. Harissa Tepesinde yer alan Meryem Ana Kilisesi Hristiyanlar için hac bölgesi olarak kabul ediliyor. Tepesinde bulunan ve şehri koruduğuna inanılan Meryem Ana heykelini ziyaret edip mutlaka Jounieh Körfezi manzarasının keyfini çıkarmak lazım. Yapımında 13,5 ton bronz kullanılan 8,5 metre yüksekliğe ve 5 metrelik çapa sahip olan bu heykel ülkenin zengin ailelerinden Süleyman Yakup tarafından 1904 yılında yaptırılmış. Heykelin altında minik bir şapel var. Meryem Ana Kilisesi deniz seviyesinden yaklaşık 550 metre yüksekte yer alıyor. Buraya araba veya teleferikle çıkmak mümkün. Meryem Ana Kilisesi’nin yanındaki bazilika 1960 yılında ünlü Lübnanlı mimar Pierre El Khoury tarafından tasarlanmış. Lübnan’ın sedir ağacından ilham alınarak tasarlanan heybetli bazilikadaki geniş amfiteatrın organik olarak şekillendirilmiş ve birbiri üzerine kademeli olarak örtüştürülmüş beton katmanlı tavanı bir taraftan dağın keskin yamacının devamlılığını sağlarken merkezi camından da Meryem Ana heykeline odaklanıyor.
İlk gün son durağımız dünyanın en eski yerleşim birimlerinden birisi olan Byblos şehri (Jubayl veya Jebeil, Arapça da peygamberin evi anlamına geliyor) oldu. Burası UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine alınmış. İÖ 8800 yılına kadar uzanan bir tarihi var şehrin. Fenikeliler tarafından kurulan ve eski çağın en büyük ve önemli liman kentlerinden birisi Byblos dar sokakları, rengarenk çarşıları, güler yüzlü insanları ve sakinliğiyle kendisine hayran bırakıyor. Aslında Fenikeliler kendilerine Kenani dermiş, Yunanlar onlar onlara Fenike (Finikus) demiş. Şehre Yunanca’da papirüs anlamına gelen Byblos adını koyan da yine Yunanlar. Byblos zamanında papirüs ticaretine hakim bir liman kentiymiş. Burada yaşayanlar Mısır Piramitleri’nin yapımında kullanılan sedir ağaçlarının da ticareti yapmışlar. Byblos ilk lineer alfabenin doğduğu yer ve İncil’e (Bible) adını veren yer olarak da biliniyor. Bazı kaynaklara göre ise de, buradaki kilisede incil okunduğu için buraya Byblos/Bible (İncil) denmiş.
Byblos ören alanında Tapınak Şövalyelerinden kalma Haçlı Kalesi, romanesk tarzdaki St. Jean Maruni Kilisesi ve Roma döneminden kalma bir tiyatro var. Ayrıca tipik bir Doğu Çarşısı ve devamında Osmanlı Döneminden kalma bir cami de mevcut.
Byblos Beyrut’a arabayla yaklaşık bir saat. Byblos’a Beyrut’tan toplu taşımayla gitmek isterseniz, Beyrut’ta Dawra Otobüs Terminali’nden düzenli olarak kalkan Byblos otobüslerine binebilirsiniz.
- GÜN: BEYRUT
Beyrut şehir gezimize önemli bir simge olan Şehitler Meydanı (Martyrs Square) ile başlıyoruz. Meydanda bulunan Şehitler Anıtı’nda da iç savaşı yansıtan bolca kurşun izi görüyorsunuz. Yaşananları ve savaşın acı yüzünü unutmamak içinde bu izleri bilerek onarmıyorlarmış. Kurşun izlerini görüp etkilenmemek mümkün değil. Ancak, iç savaşın izlerini silip atabilmek için daha fazla renk kullanmaları gerektiğine inanan Lübnanlı duvar ressamları heykelin kaidesinde ve çevreleyen setlerde ana rahminde huzurla uyuyan bir bebek, rengarenk kanatlar, kardeşliği simgelemek üzere birleşen eller, gülen yüzler ile yeni başlangıçları teşvik ediyorlar. Lübnan’da genel olarak gösteri yapılacaksa Şehitler Meydanı tercih ediliyor. Meydanın köşesindeki Mohammad Al-Amin Cami’nin 2005 yılında başlayan yapımı 2008 yılında tamamlandığında 72 metre yüksekliğinde dört minaresi ile en yüksek dini yapı olmuş. Ama hassas mezhep dengelerini bozmamak adına hemen yanındaki St. George Maruni Katedrali’nin tepesindeki haç 1 metre yükseltilerek 73 metre yapılmış. Osmanlı mimarisinden esinlenilerek yaptırılan caminin içi İznik çinileri ve İstanbul’dan getirilen görkemli avizeler ile süslü. 14 Şubat 2005 yılında 1000 kilo TNT’nin kullanıldığı bombalı bir saldırıda öldürülen Başbakan Refik Hariri ve korumalarının anıt mezarı Mohammad Al-Amin Cami’nin hemen yanında. Diğer inanışlara ait dini yapılar da bu bölgede: St. George Rum Ortodoks Katedrali, Emir Mansur Assaf Cami, St. Elias Katolik Katedrali, Al Nur Maruni Mabedi. Bu dini yapıların ortasında Roma döneminden kalan bir hamamın duvarları ve sütunları var. Roma Hamamı, 1968-1969 yıllarında keşfedilmiş ve 1990’larda ortaya çıkarılmaya başlanmış. Hamamda toplamda 4 ana banyo kompleksi var ve bu odaların sıcaklıkları değişiyormuş. Hükümet Sarayı olarak da bilinen Grand Serail, Lübnan Başbakanı’nın ikamet ettiği yer olarak biliniyor. 1851 yılında yapılan bina Osmanlı döneminde kışla imiş. Bulunduğu yer olan Serail Tepesinde üç Osmanlı anıtından en önemlisi olan bu tarihi yapı Lübnan tarihinde önemli bir yere sahip.
Şehrin en güzel meydanı olan Yıldız Meydanı (Nejmeh Square) 1929’da Fransızlar tarafından ele geçirilmesinden sonra tasarlanmış. Meydanın merkezinde Rolex Saat Kulesi var. 2.Abdülhamid tarafından yaptırılan saat kulesi 1930’larda Lübnanlı-Meksikalı milyarder Michel Abed tarafından restore ettirilmiş ve saati yenilenmiş. İç savaş sonrası 2019 yılında ekonomik ve siyasi durumların protesto edildiği gösterilerin merkezi olan meydan güvenlik güçleri tarafından kapatılmış. Tek noktadan civarda oturanlara kontrollü olarak giriş izni veriliyor. Meydan çıkan yolları kapatılmasını protesto eden Lübnanlı duvar ressamları kendilerini beton blokların üzerinde ifade etmişler.
Marina bölgesi olan Zaitunay Bay ise Beyrut’un en lüks bölgesi. Zaitunay Bay’da birbirinden lüks yatlar ve gökdelenler arasında sıra sıra dizilmiş çok sayıda restaurant var. Marina’nın hemen yanında Beyrut’un altın çağında tüm ihtişamın merkezi olan St. Georges Oteli bulunuyor. Başbakan Refik Hariri burada öldürülmüş ve öldürüldüğü noktada patlamayı simgeleyen bir anıt yapılmış. Patlama için Amerika ve İsrail Suriye’yi suçlamış. Suriye ise bu suçlamayı kabul etmemiş. Hariri’nin 3 ayrı konvoyu varmış. Patlamadan sonra 5 ayrı yerde bomba bulunmuş. Patlamanın yanı başındaki St. Georges Oteli bugün metruk bir hayalet bina.
Kıyı boyunca devam eden Corniche, harika Beyrut manzarası ile yürüyebileceğiniz 18 kilometrelik çok güzel bir yürüyüş rotası. Bu yol boyunca yürüyerek Güvercin Kayalıkları’na (Pigeon Rocks) ulaşıyorsunuz. Denizden 70 metre yüksekte ve sanki zamanın başından beri oradaymış gibi duran kayaların ardından batan güneşi izlemek nefes kesici bir deneyim. 2018 yılında Dünya Cliff Diving (falez atlayışı) Dünya Serisinin bir yarışı bu kayalıklarda yapılmış. Güvercin Kayaları’nın Yunan kahramanı Perseus’un Andromeda’yı kurtarmak için öldürdüğü bir deniz canavarının kalıntıları olduğu efsanesine inanılıyor. Lübnanlıların inanışına göre farklı dinlerden evliliklere aileler izin vermediği için zamanında çok sayıda kavuşamayan aşık Beyrutlu, birlikte buradan Akdeniz’e atlar; intihar edermiş. Güvercin eşine en sadık kuş olduğu için bu kayalıklara Güvercin Kayalıkları deniyormuş. Bu kayaları görmek için aşağı doğru inen patika bir yol var ama görüntü yukarıdan daha güzel. Tekne turu yapmak da bir diğer alternatif.
Beyrut’ta görülmesi gereken en önemli yerlerden biri Beyrut Ulusal Müzesi. Burada Tunç Çağı, Fenikeliler, Hellenistik (Büyük İskender ve Seleukus), Mısır, Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerinden kalan 100.000’in üzerinde parça sergileniyor. Müzede eserler son derece özenle sergilenmiş ve görsel açıdan güzelce ışıklandırılmış. Koleksiyonunu her geçen gün zenginleştiren Ulusal Müze 1975’te patlak veren savaşta gördüğü zararın yaralarını yeni yeni kapatsa da Lübnan tarihine dair barındırdığı izler açısından görülmeye değer. Beyrut Ulusal Müzesi 3 kattan oluşan bir yapı. 1937 yılında tamamlanan müze binasında 1942 yılından itibaren Beyrut, Biblos, Sayda (Sidon), Sur (Tyre) kazılardan elde edilen eserler sergilenmeye başlanmış. Müzenin giriş katında; mozaikler, mermerden yapılmış anıtsal nitelikli eserler ve lahitler sergileniyor. Bu kattaki en önemli eser Byblos kralı Ahiram’a ait olan lahit. Lahitin üzerinde Fenike alfabesine ait semboller var.
Müze girişindeki sedir ağacı MÖ 8. yüzyıldan kalma. Giriş katında çok değerli mozaikler de sergileniyor. Yedi Bilge Mozaiğinde üstteki Sokrates, ortadaki kadın ise bilgeliği temsil ediyor. En üst katta tarih öncesi, Tunç dönemi, Arap ve Osmanlı dönemlerine ait eserler mevcut. Bizans döneminde kralların rengi olarak bilinen morun elde edildiği deniz kabuklusu rengini verdiği bir dokuma üzerinde sergileniyor.
Müzenin en can alıcı tarafı ise alt kat. Bu katta, cenaze ve definle ilgili eserler sergileniyor. Burada, Sayda’da bulunmuş 31 adet Mısır benzeri insan yüzlü terrakota lahit var. İnsan formundaki lahitler MÖ. 3. yüzyıla tarihleniyor. Lahitlerin yüzlerini görebilmek için üstlerine bir sıra ayna yerleştirmişler. Lahitlerden kollu olanlar emir verenlere yani yöneticilere, kolu olmayanlar ise halktan kişilere aitmiş. Bu katın son bölümünde, Qadisha vadisinde bir mağarada bulunan üç mumyanın yanı sıra işçi kıyafetleri ve çeşitli objeler sergileniyor. İlk lineer alfabeye ait buluntularda yine bu katta sergileniyor.
Bir diğer önemli müze Ulusal Müze’ye çok yakın konumda olan Mineral Müzesi. Kimya mühendisi ve Murex4 bilgisayar şirketinin kurucu ortağı Salim Eddé 17 yıl boyunca biriktirdiği mineral koleksiyonunu 2004 yılında halk ile buluşturmaya karar vermiş. 2013 yılında açılan Mineral Müzesi sadece Beyrut’ta değil dünya üzerinde görebileceğiniz en ilginç yerlerden. Müzede, 70 ülkeden 450 farklı türü temsil eden 2000’den fazla mineral sergiliyor ve MIM mineral koleksiyonu dünyanın en önemli özel maden koleksiyonlarından biri olarak kabul ediliyor. Ayrıca müzenin sinevizyon bölümünde bazı taşların nasıl çıkarıldığına dair videolar da gösteriliyor.
Hamra, Beyrut’un aşırı modernleşmiş diğer yüzüne inat, adeta 80’lerdeymiş gibi yaşayan semti. Ufak dükkanlar, lokal yeme-içme yerleri ve ıvır zıvır satan tezgahlarla dolu hareketli ve canlı bir yer. Teşbihte hata olmaz; Hamra Taksim ise hemen yakınındaki Mar Mikhael ve Gemmayze bölgeleri de Cihangir. Bu bölgeler gün boyu bitmeyen enerjileri, her zevke uygun mekân alternatifleri ve gece hayatındaki hareketlilikleri ile biliniyorlar.
Sursok Müzesi ise Sursok Ailesi’nin görkemli konutlarından birinde faaliyet gösteren bir modern sanat müzesi. Buraya kadar gelmişken çok özel bir dondurma keyfi için ise Hanna Mitri’de bademli ve kayısılı dondurmalarını deneyin. Hakkında çıkan ‘dünyanın en iyi dondurması’ haberlerinin sebebi, Hanna Mitri’nin 60 yılı aşkın bir süredir lezzetini sürekli geliştirerek müşterilerini her daim taze ve leziz dondurmalarla buluşturmasında yatıyor. 1949’da açılan beyaz duvarlı küçücük dükkandaki fırında savaşın izlerinin görülmesi bir yana, bir aile işletmesi olan Hanna Mitri, şehirdeki gerçek sütle dondurma yapan tek yer. Dondurmalarının yoğun kıvamının ve eşsiz lezzetinin sebebi de bu.
Zamanlama uygun olursa Beyrut’ta mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri cumartesi günleri kurulan Souk El Tayeb çiftçi pazarı imiş. 2004 yılında bir çiftçi pazarı olarak kurulan ve zaman içinde yemeklerin, geleneklerin ve misafirperverliğin paylaşıldığı bir forum haline gelen Souk El Tayeb, küçük üreticilerin tüketicilerle buluşmasını sağlıyor. Her hafta yaklaşık 100 küçük üretici Lübnan’ın çeşitli bölgelerinden ürettikleri taze, yerel ve mevsimlik sebze ve meyvelerini, süt ürünlerini pazardaki tezgahlarında ziyaretçileri ile buluşturuyormuş. Pazarda aynı zamanda çömlek, sabun gibi el işçiliği ile üretilmiş ürünlerin yanı sıra çocuklar için eğlence alanları da bulunuyormuş. Souk el Tayeb’in çiftçi mutfağı olarak haftanın her günü hizmet veren Tawlet, Lübnan’ın çeşitli bölgelerinde köklenen lezzetlerin bir araya geldiği bir keşif cenneti. Çiftçiler ve kadınlar gibi küçük çaplı üreticileri desteklemek amacıyla kurulan bir birlik olmanın çok ötesine geçen Tawlet, lokal lezzetleri tadabileceğiniz en ideal yerlerden biri.
Beyrut’ta çoğu yerde kredi kartı kullanılabiliyor. Uber uygulamasının kredi kartı ile ödeme seçeneği sayesinde taksi ulaşımlarınız da buna dahil. Bilmeniz gereken şu: Bazı restaurantlar ve oteller kredi kartı kabul etmeyebiliyor, gitmeden önce kontrol etmenizde fayda var.
Beyrut’a gitmeden önce Hizbullah ile ilgili bilgi sahibi olmak gerekiyor. Bazı ülkelerin terörist ilan ettiği Hizbullah, Lübnan’ın İsrail’i yok etme temeline dayanarak kurulmuş Şii kökenli partisi. Ülkenin belli bölgelerinde merkezleri ve silahlı militanları var. Hatta izinsiz girişin yasak olduğu İsrail sınırında bulunan bölge, tamamen Hizbullah kontrolünde. Turist olarak gezerken Şii mahallelerine dikkat etmeniz lazım. “Giremezsiniz.” diye bir durum yok ancak Hizbullah’a yönelik intihar saldırıları genellikle Şii mahallelerinde düzenlendiği için güvenlik önlemi olarak haber yapılmasına bile izin vermiyorlar. Turistik anlamda da görülecek bir şey barındırmadığı için size şüpheyle yaklaşma ihtimalleri var. O nedenle asla fotoğraf çekmemeye, hatta yanınızda fotoğraf makinesi bile taşımama özen göstermeniz tavsiye ediliyor. Farkında olmadan kendinizi bu bölgelerden birinde bulursanız Şii mahallesinde olduğunuzu anlamamanız mümkün değil; siyah, sarı, yeşil bayraklar ve Nasrallah posterleri size yardımcı olacak.
3.GÜN: ANJAR, BAALBEK VE KSARA/ BEYT EL-DİN SARAYI ve SAYDA
M.Ö 1100 yıllarında Fenikeliler tarafından kurulan antik Baalbek kenti Beyrut’un 67 kilometre kuzeydoğusunda bulunuyor. Bekaa Vadisi’nde yer alan kentin Suriye sınırına uzaklığı sadece 15 km. Fenikeliler, en güçlü tanrıları olan “Baal” adına şehre Baalbek ismini vermişler. Daha sonra ismi Yunanlar tarafından Heliopolis yani Güneş Şehir olarak değiştirilmiş. Son olarak tekrar Baalbek adını almış. UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde de yer alan Baalbek irili ufaklı bir çok tapınağa sahip. Bu tapınaklar arasında en çok bilinenler Bacchus, Jüpiter ve Venüs tapınakları. Bunlardan Bacchus günümüze kadar büyük bölümünü koruyarak gelmiş. Seksen dört sütundan oluşan ve 22 metre yüksekliğindeki Jüpiter Tapınağı’nın ise sadece 6 sütunu günümüze kadar ulaşmış. Şehrin girişinde yer alan Venüs Tapınağı’nın ise çok az bir bölümü ayakta kalmış. Tapınakların yapımında kullanılan ve Mısır’dan getirilen taşlar yüzlerce ton ağırlığında. Ticaret yolları açısından önemli bir nokta olan Baalbek Kenti zamanının önemli bir dini merkeziymiş. Fenike ve Roma başta olmak üzere bir çok kültüre ev sahipliği yapmış olan Baalbek, 1900’lü yılların başında Osmanlı Dönemi’nde, Almanlar tarafından yapılan arkeolojik kazılar ile ortaya çıkarılmış. Otuz yıl süren Lübnan iç savaşına ve tarih boyunca bu coğrafyada yaşananlara rağmen şaşırılacak kadar sağlam kalmış bu antik kent ölmeden önce mutlak görülmesi gerek yerler listesinde.
Baalbek programından vakit kalırsa Ksara ve Anjar da gezilmeli. Anjar kenti, Emevi dönemine özgü mimari tarzın günümüze kadar korunan tek örneği. Anjar deniz kenarında kurulmamış tek ticari merkezdir. Dörtgen şeklindeki kent, Suriye’nin başkenti Şam ile güney bölgelerindeki ticaret yollarının kesiştiği kavşak noktasında ve Lübnan’ın en verimli topraklarının ortasında yer alıyor. Ksara ise şaraplık üzüm yetiştiriciliği açısından Lübnan’daki en büyük ve en eski bölge. Burada rehber eşliğinde şarap yapılan mağaraları gezip tadım yapma imkânınız da var.
Ne yazık ki havanın kar yağışlı olması nedeniyle Lübnan Dağları’nı aşıp Baalbek’e gidemedik. Onun yerine Lübnan’ın El Hamra’sı olarak bilinen Beyt el-Din Sarayı’nı ziyaret ettik. Granada’da bulunan ve Emevi sanatının zirvesi olarak kabul edilen El Hamra’ya benzerliği ile ünlenmiş Beyt el-Din Sarayı’nın güzelliği dillere destan.
Beyrut’un güneyine, Cebel-i Lübnan Dağlarında bulunan Chouf Bölgesinde bulunan saraya giderken Dürzi köylerinden de geçtik. Dürziler akiller ve cahiller olarak ikiye ayrılıyor. Dürzi akiller giyiminden belli, erkeklerde şalvar ve beyaz takke, kadınlarda ise beyaz başörtüsü oluyor.
Bir vadinin kenarında bulunan Beyt el-Din Sarayı Osmanlı döneminde yönetimin merkezi olan Deir El Kamar’a oldukça yakın bir konumda. Anlamı dinin evi. Teraslı bahçeler ve meyve ağaçları ile çevrili bir tepenin üzerinde görkemli bir şekilde oturan saray Lübnan’ın Osmanlı toprağı olduğu dönemde Emir II.Beşir Şihap tarafından 1788’de başlanarak 30 yılda inşa ettirilmiş. Beyt el-Din eşsiz güzelliği ve paha biçilmez dekorasyonu ile Lübnan’ın en önemli kültürel hazinelerinden biri.
Üç tarafı binalarla çevrili olan dış avlunun (Dar Al Baraniyyeh) dördüncü tarafı, çevredeki vadiler ve tepelerin manzarasına sahip.
Buradan geçilen merkezi avlu (Dar Al Wousta) ise yönetim binası, harem, selamlık, misafirhane ve hizmet üniteleri ile çevrelenmiş. Dış avlunun ve binaların etkileyici ama sade görünümü bu ikinci avlunun bina cephelerinde yerini Lübnan’ın El Hamra’sı ismini hak edercesine muhteşem taş oymacılığına, mermer işçiliğine ve bu enfes mimariyi sarmalayan yeşilliklere bırakıyor. Her bir oda bir öncekinden daha güzel sanki. Duvarlar ve tavanlar, Arap kaligrafisi ile süslenmiş, incelikli bir şekilde oyulmuş ve boyanmış ahşaplarla kaplanmış. Zengin bir hayal gücünün eseri olduğu belli olan taş oymacılığına mermerden yapılmış desenler eşlik ediyor. Olmazsa olmaz zarif çeşmeler ve şadırvanlar ustalıkla yerleştirilmiş. Ahşap balkonlar, vitraylarla süslü köşke benzeyen cumbalar ve rengarenk mermerlerle yapılan mozaikler dış mekanları süslerken odalar oryantal mobilyaların en güzelleri ile dekore edilmiş.
En büyük özen ve ustalık ise emirin odası ile harem bölümünde gösterilmiş.
Merkez avludan geçilen üçüncü avlu (Dar El Harim) ise Arap dünyasının en güzel hamam örneklerinden birine de ev sahipliği yapıyor.
Dar El Wousta ve Dar El Harim’ın altında bulunan tonozlu ahırlar bugün Roma ve Bizans mozaiklerinin sergilendiği bir müzeye dönüştürülmüş. Mozaik müzesinin yanında, Dürziler için dini bir inziva yeri bulunuyor. Saray inşa edilmeden çok önce var olan bu büyük oda, restore edilerek ziyarete açılmış.
Sarayın bahçesinde de hem Lübnan’ın simgesi olan sedir ağacını hem de mozaiklerden örnekleri görmek mümkün.
Günümüzü Sayda (Sidon) şehrinde tamamladık. Burası Osman Hamdi Bey tarafından bulunan ve İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilen İskender Lahdi’nin bulunduğu yer. Hemen girişinde kalesi var. Bir Orta Çağ şehri görünümündeki Sayda’da birbirine köprü ile bağlanmış evler var. Bunlara abbara veya kabaltı deniyor. Sokaklar bu köprülerin altından geçiyor, bu da sıcak havalarda gölgelik ve serin olmalarını sağlıyor. Sayda Suudi Arabistan etkisi altında olduğu için Lübnan’ın biraz daha muhafazakar bir bölgesi. Antik dönemden beri sabun üretilen bölgede birbirinden farklı koku ve renklere sahip sabunlar üretiliyor. Özellikle Sabun Müzesi mutlaka ziyaret edilmeli.
YEME-İÇME ÖNERİLERİ
Lübnan’da tadılması gereken lezzetler; tüm humus çeşitleri, fattuş salatası, tabule, falafel, kebbeh, banuşi zahter (zahterli yuvarlak yani pide), künefe benzeri içi dondurmalı veya kremalı Osmalliye tatlısı. Ayrıca içki olarak Lübnan şarabını, 1933 yılından beri üretilen lokal biraları Almaza’yı, rakıya benzeyen ve damla damla damıtılmasına benzetilerek Arapça ter anlamına gelen içkileri Arak’ı tadabilirsiniz. Coğrafyaların yakınlığından dolayı Antakya mutfağını andıran bu mutfak, damak tadımıza oldukça uygun.
Le Chef (Gemmayze bölgesinde): Esnaf lokantasında deneyebileceğiniz lezzetler; kıbbeh, fatteh, karnabahar kızartma susam soslu, etli fıstıklı humus musakka, ve Lübnan rakısı arak. Zamanında Vedat Milör’ün de gidip onayladığı bir Lübnan restoranı. Gemmayzah’da pahalı pahalı mekanların arasında parlayan 200 yıllık ucuz bir yıldız!
T-Marbouta (Hamra bölgesinde): Kalabalık ve yoğun talep gören bir mekan. Yemek için erken saatte gitmek veya beklemeyi göze almak lazım. Tüm mezeleri oldukça lezzetli.
Abu Naim (Hamra bölgesinde): Burası sakin bir aile işletmesi. Etli humusu enfes. Baharatlı patatesleri mutlaka denemeli. Köz patlıcan salatası raheb çok lezzetli. Damak tadımıza uygun farklı kebapları da var.
Barbar: Esnaf lokantası tarzında bir yer ararsanız ‘Barbar’ esnaf lokanta zincirini deneyebilirsiniz. Falafeli ve manakeesh isimli zahter, kekik içeren pideleri meşhur.
Leila (Zaitunay Bay): Öğle yemeği için tercih edilebilecek hoş bir cafe.
Abdel Wahab: Geniş mekanlı bir kebapçı. Şehrin modern bölgesinde
Em Sherif Restaurant: Çok lüks bir restaurant. Fiyatlar biraz yüksek. Rezervasyonsuz gitmemek gerekiyor. Yine şehrin modern bölgesinde
Restaurant Malena (Byblos)
Musichall, Ambar, Mandalun eğlence merkezleri
- Abdel Wahab
- Abu Naim
- Al Nur Maruni Mabedi
- Almaza
- Ambar
- Andromeda
- Anjar
- Antilübnan Dağları
- Asi Nehri
- Baalbek
- Banuşi zahter
- Barbar
- Bekaa Vadisi
- Beyrut
- Beyrut Refik Hariri Uluslararası Havaalanı
- Beyrut Ulusal Müzesi
- Beyt el-Din Sarayı
- Byblos
- Cebel-i Lübnan
- Cebelüşşarki
- Cedrus Libani
- Dar Al Baraniyyeh
- Dar Al Wousta
- Dar El Harim
- Em Sherif Restaurant
- Emir II.Beşir Şihap
- Emir Mansur Assaf Cami
- Falafel
- Fattuş salatası
- Grand Serail
- Güvercin Kayalıkları
- Hamra
- Hanna Mitri
- Harissa Tepesi
- Humus
- İlk lineer alfabeye
- Jebeil
- Jeita Grotto
- Jounieh Körfezi
- Jubayl
- Kebbeh
- Kral Ahiram
- Ksara
- Le Chef
- Leila
- Leytani
- Litani
- Lübnan
- Lübnan Dağ Sırası
- Lübnan Poundu
- Lübnan Sediri
- Mandalun
- Martyrs Square
- Meryem Ana Kilisesi
- Mineral Müzesi
- Mohammad Al-Amin Cami
- Musichall
- Nejmeh Square
- Orontes Nehri
- Osmalliye tatlısı
- Perseus
- Pigeon Rocks
- Refik Hariri
- Restaurant Malena
- Sayda
- Şehitler Meydanı
- Sidon
- Souk El Tayeb
- St. Elias Katolik Katedrali
- St. George Maruni Katedrali
- St. George Rum Ortodoks Katedrali
- St. Georges Oteli
- Sur
- Sursok Müzesi
- T-Marbouta
- Tabule
- Tawlet
- Tyre
- Yıldız Meydanı
- Zaitunay Bay