Goncagül Haklar, Kasım 2019
Bir gezgin neden Meksika’ya gitmeli sorusunun o kadar çok cevabı var ki. Ama sanırım en ilginci “Dia de Los Muertos” yani Ölüler Günü. Adının “Ölüler Günü” olduğuna aldanmayın. Ölüme inat her yerin rengârenk, cıvıl cıvıl olduğu bir festival bu. Kafatası maskelerini ilginç kıyafetler ile tamamlayan, müzik eşliğinde çılgınca dans eden, gülen, eğlenen Meksikalıları bir filmde görüp bende orada olmalıyım demiştim. Her yıl kasım başında düzenlenen bu etkinliğe bu sefer katılamadım ama ölülerini bile eğlenerek anan bu toplumun yaşamada aynı renkleri yansıtmış olduğunu memnuniyetle gözledim. Kalbim Meksika’da kaldı açıkçası, bir daha ki sefere diyelim o zaman.
Ölüler Günü geleneğinin dayandığı nokta Aztek mitolojisinde bulunan ve ölülerin kemikleri ve ruhlarına nöbetçilik yapan bir tanrıça olan “Mictlantecuhtli”. 31 Ekim’de çocukların, 1 Kasım’da ise yetişkin ölülerin yeryüzüne indiklerine inanılıyor. Ruhların yolunu bulabilmesi için ‘Cempasuchil’ denen çiçekler ve ölülerin sevdikleri yemekler yapılıyor. Panayırlar kuruluyor, yemekler yeniyor, eğleniliyor. Meksikalı sanatçı Jose Guadalupe Posada’nın çizimlerinden ‘Calavera de la Catrina’ sembol olmuş ve Ölüler Günü Festivali ile özdeşleşmiş. Aynı zamanda gelenek hemen hemen tüm Latin Amerika ülkelerinde mezarlıkların içinde Hz. Meryem heykeli oluşunun ve mezara çiçek bırakma alışkanlığının çıkış noktası imiş. Cadılar Bayramı ile asla karıştırmayın, konu ruhları korkutmak değil, anmak.
Beş günlük Meksika gezimin ikinci yarısını başkent Meksiko’ya ayırdım. Muhteşem tatil kasabası Tulum’u anlattığım Meksika yazımın ilk kısmına bu link’ten ulaşabilirsiniz.
http://www.gezginbilgin.net/index.php/2019/12/20/tulum-meksika/
3.GÜN-MERHABA MEKSİKO
Tokyo’dan sonra en kalabalık metropol olan başkent Meksiko (Mexico City) ülkenin kültürel birikimini, yemyeşil parklarını, tarihi buluntularını ve zengin müzelerini gezginlere cömertçe sunuyor. Olmeklerden Mayalara dek uygarlıkların izinde büyümeye devam eden Meksiko sanatla iç içe bir şehir.
Meksika Greenpeace tarafından hazırlanan kükürt dioksit emisyon raporuna göre hava kirliliği açısından 4.sırada (bu raporda Türkiye’de 10.sırada). Zaten uçak ile Meksiko’ya yaklaştığınız zaman kenti kaplayan bir pus tabakası görüyorsunuz. Yeşil alanları arttırarak çözüm bulmaya çalışıyorlarmış ama nüfus ve araç yoğunlukları en önemli handikapları.
Konaklama için tercihimiz şehrin modern bölgesi olan Cuauhtémoc’de bulunan ve tasarım bir otel olan Ryo Kan oldu. Gezilerimde genelde eski şehir bölgelerinde kalmayı tercih ederim ama Meksiko’nun bu açıdan uygun olmadığını düşünmüştüm, yanılmamışım. Eski merkez aşırı kalabalık ve görülmesi gereken yerlere fazla uzak. Ayrıca kızımın Meksika’lı bir arkadaşından aldığımız restoran önerilerinin hepsi de modern bölgede yer alıyordu. Otelimiz Ryo Kan ise tam bir tasarım şaheseriydi, örneğin oda içindeki her şeyi bir aplikasyondan kontrol edebiliyorsunuz. Bununla da kalmıyor Japon esintisini en iyi şekilde hissetmeniz için terasında açık havada sıcak su banyoları yani ‘onsen’ keyfini de sunuyor.
Eşyalarımızı bırakıp hemen yürüyerek keşfe başladık. İlk durak Plaza del Angel’deki ‘Centro de Artesanías’. Ufak tefek hediyelik eşya alışverişi yapmak için ideal. Pasajın rengarenk dükkanları arasında kızımla sohbet ederek dolaşırken yaşlı bir amca Türkçe seslenerek bizi dükkanına davet etti. Önce tezgâhın altından eski bir defter çıkardı. Açtığı sayfada eliyle çizdiği bir Türkiye haritası vardı. Ziyaret ettiği şehirleri işaretlemiş, öğrendiği Türkçe kelime ve cümleleri not almış. Türkiye’yi çok seviyormuş ve oldukça uzun vakit geçirmiş. Hem kendisi hem de eşi pek tatlıydı, keyifle sohbet ettik. Alışverişimizi de yaşlı amcadan yaptık. Pasajın hemen karşısında ‘Centro de Antiguedades’ yani antikacılar çarşısı bulunuyor. Çok güzel şeyler var, benim gibi antika tutkunu iseniz uğramadan geçmeyin derim.
Keyifli bir öğlen yemeğinin ardından yine yürüyerek Chapultepec Parkı’na (Bosque de Chapultepec) gittik. Meksiko’nun kalbi olan bu park hem önemli müzelere hem de yıllardır şehri sessizce koruyan tarihi bir kaleye ev sahipliği yapıyor. Pazar günü parka çıkan Reforma caddesi araba trafiğine kapatılıyor ve yayalara açılıyormuş. Her Pazar bir karnaval havasında oluyormuş kocaman cadde.
Park kapladığı 686 hektarlık alan ile batı yarı kürenin en büyük parklarından biri. Burası Şili’deki Santiago Metropolitan parkından sonra Latin Amerika’nın en büyük parkı ve Paris’teki ‘Bois de Boulogne’, Tokyo’daki ‘Imperial Gardens’ ve New York’taki ‘Central Park’ ile birlikte dünyanın en fazla ziyaret edilen parkları arasında bulunuyor. Buraya başkentin akciğerleri deniyor. Alan Aztek’lerden beri bu amaçla kullanılıyormuş ve koloni dönemimde buraya Chapultepec Kalesi yapılmış. Kale 1940 yılına kadar devlet başkanlarının resmi konutu imiş. İçinde 2 göl, 1 hayvanat bahçesi bulunduran bu devasa alan yılda 15 milyon ziyaretçi kabul ediyormuş. Piknik yapanlar, parklarda oynayan çocuklar ve gezinen turistlere biz de eşlik ettik. Ayrıca, park içinde 9 tane birbirinden değerli müze var. En önemlileri: Ulusal Antropoloji Müzesi (Museo Nacional de Antropolagia), Ulusal Tarih Müzesi (Museo Nacional de Historia), Modern Sanat Müzesi (Museo de Arte Moderno), Doğal Tarih Müzesi (Museo de Historia Natural), Tarih Galerisi (Museo del Caracol) ve Rufino Tamyo Müzesi (Museo Rufino Tamayo).
‘Chapultepec’ kelime anlamı olarak çekirge tepesinde demekmiş. Kalenin yapımına 1785 yılında başlanmış. Tarzı neo-romantik, neo-klasik ve neo-gotik. Mimarisi görsel olarak gerçekten etkileyici. Kale tarih boyunca askeri akademi, kraliyet sarayı, başkanlık konutu ve gözlemevi olarak kullanılmış. Halen Ulusal Tarih Müzesi olarak kullanılıyor ama kraliyet sarayının bir kısmı da korunmuş. Popüler kültüre ait kısa bilgilerde vereyim; 1996 yılında çekilen ve başrollerinde Leonardo DiCaprio ve Claire Danes’in oynadığı Akademi Ödülü adaylığı bulunan William Shakespeare’in Romeo ve Jülyet’i filmi burada çekilmiş. Yine 1954 yapımı ve başrollerini Gary Cooper ve Burt Lancaster’ın oynadığı Amerikan savaş filmi ‘Vera Cruz’un çekimleri sırasında da burası kullanılmış.
Ulusal Tarih Müzesinde sergilenen tüm eserlerin açıklaması ne yazık ki İspanyolca idi. Bu durum müzenin ruhunu tam olarak yakalamanızı engelliyor. Ama yine de Meksika tarihine şahitlik etmiş objeleri görmek, salonlarda dolaşmak ve resimleri seyretmek oldukça heyecan verici idi.
Saray kısmı ise ihtişamı ile bambaşka bir masal dünyasına götürdü bizleri. Üstelik her odanın kullanım amacı, kimler tarafından kullanıldığı ve mobilyalara ait özellikler hem İspanyolca hem de İngilizce olarak özenle açıklanmış. Mekanlar öyle güzel korunmuş ki, sanki başka bir zaman dilime ışınlanmış gibisiniz. Özellikle atların koşulduğu arabaların sergilendiği bölüm çok etkileyici idi.
Sarayın verandası da Meksiko’yu panoramik olarak gözlerinizin önüne seriyor.
Kale sonrası farklı seçenekler sizleri bekliyor: sadece yemyeşil parkın tadını çıkarabileceğiniz gibi farklı müzeleri de ziyaret edebilirsiniz. Şehrin en bilinen müzesi ‘Museo Nacional de Antropología’ devasa binası ile gezginleri selamlıyor. Bu avangard yapı 1964 yılında Meksikalı mimar Pedro Ramírez Vázquez tarafından tasarlanmış. Antik Meksika buluntularını incelemek için buraya zaman ayırmak gerekiyor. Fuente de Tláloc ise Chapultepec Parkının ikinci bölgesindeki havuzda buluna mozaik yağmur tanrısı heykeli ve Diego Rivera yapımı.
Parktan çıktıktan sonra da Roma bölgesinde vakit geçirilebilir. Bar, restoran ve sanat galeri ile gezilecek bir bölge. Bu bölgeye Meksiko’nun hipster bölgesi denilebilir. Güvenli bir bölge ama birazcık ileride bulunan Doctores bölgesine aynı şekilde güvenli değil, dikkat!
Bu bölgedeki bir diğer mimari ziyaret noktası Luis Barragán Evi ve Stüdyosu. Pritzker ödüllü mimarın Hidalgo bölgesindeki evi müzeye dönüştürülmüş. Sanatçının eşsiz renk, ışık, gölge, form ve doku kullanışını gözlemlemek için mutlaka ziyaret edilmeli. Önceden bilet almak şart ve biletler çok hızlı tükeniyor.
Günü tamamlamak için farklı alternatifler var. ‘Universidad Naciónal Autonoma de México’ bölgesinde bulunan UNAM Espacio Escultórico heykel parkı fotoğraf meraklıları için çok çekici. Yine üniversitenin modern sanat müzesi MUAC ve Merkez Kütüphanesine de uğramayı ihmal etmeyin. Kütüphanenin dış yüzeyi Meksikalı duvar ressamı Juan O’Gorman tarafından boyanmış. Hem sanatçı hem de mimar olan O’Gorman aynı zamanda bu bölgede doğmuş.
4.GÜN (30 KASIM)-TEOTİHUACÁN
Devasa büyüklükte piramitlerinin bulunduğu yer olan Teotihuacán (Pirámides de Teotihuacán) Meksiko’ya 50 km uzaklıkta. Buraya toplu taşıma ile gitmek son derece kolay. Şehirlerarası otobüs terminaline gidiyorsunuz ve 8. gişeden biletinizi alıyorsunuz. Otobüsün kaç numaralı yoldan kalkacağını öğrenmeniz lazım. Sonrasında güvenlikten geçip otobüsünüze yerleşebilirsiniz. Yaklaşık yarım saatte bir otobüs var.
Piramitlere vardığınızda giriş gişesinin karşısında indiriyor otobüs. Biniş noktası da gişelerin karşı sağ çaprazı. Sabah serininde gidip fazla kalabalıklaşmadan büyüleyici manzaraların keyfini doyasıya çıkarmak lazım. Bölgede balon turları yapıldığı için hoş görseller oluşuyor. Tek sorun güneş ana piramidin arkasından doğduğu için fotografik olarak biraz zorlayıcı oluyor.
Toltekler tarafından İS 150 yılında yapılmış olması muhtemel olan ‘Teotihuacán’, Maya kültürünü derinden etkilemiş. ‘Teotihuacán’ın en parlak döneminde 175000 kişinin burada yaşadığı, bu demografik artışın ve ekonomik gelişmenin büyük sınıf farklılıklarına neden olduğu, ama aynı zamanda sanat ve bilim alanında da önemli gelişmelere de beşiklik ettiği söyleniyor. İÖ 200 yılında başlayıp İS 750 yılındaki çöküşüne kadar yaklaşık 9 yüzyıl boyunca aktif olan şehrin farklı kültürleri nasıl harmonize ettiği arkeolojik buluntulardaki katmanlardan izlenebiliyor. Şehrin hemen girişindeki tanımlama ise buranın önemini en güzel şekilde özetliyor: “İnsanların tanrılaştığı ‘Teotihuacán’a hoş geldiniz.”
Dünyanın 3. büyük piramidi olan Güneş Piramidi (Pirámide del Sol) tüm heybeti ile gezginleri karşılıyor. Kutsal dağ olarak adlandırılan bu yapının güneş tanrısına adanmış bir tapınağın tabanının oluşturduğu ve su tanrısı ‘Tlaloc’a tapanlar tarafından kullanıldığına inanılıyor. Piramidin altında büyük bir mağara mevcutmuş. Mağaranın pre-Hispanik yaşam ve ölüm kozmik görüşüne göre 2 anlamı varmış: ilki, su tanrısı ‘Tlaloc’un yaşam veren rahmi olduğu, ikincisi ise ölüler dünyasının giriş kapısını oluşturduğu. Piramidin üstüne tırmanmak mümkün; tırmanmak kelimesini özellikle kullandım çünkü yapının ön yüzeyinde bulunan merdivenin basamakları gerçekten insanlık dışı yükseklikte. Hatta yukarıya çıktıkça basamakların yüksekliği daha da artıyor. Bir de üzerine Meksiko’nun coğrafi irtifası ve hava koşulları da eklenince gerçekten piramide tırmanır hale geliyorsunuz. Ama tüm bu aşamaları geçip tepeye ulaştığınızda bunun ödülünü fazlasıyla alıyorsunuz. Hem arkeolojik alanın hem de ovanın büyüleyici görüntüsü gerçekten muhteşem.
Güneş Piramidinden indikten sonra Ölüler Yolu’nu kat edip Ay Piramidi’ne (Pirámide de la Luna) gittik. Bunun tepesine tırmanmanızı da şiddetle öneriyorum. Çünkü bu sefer manzaranıza Güneş Piramidi’de dahil olacağından daha da etkileyici hale geliyor.
Son görülecek yapı ise ‘Quetzalpapalotl’ Sarayı. Taş oymaları ve duvar boyamaları ile yıllara meydan okuyan bu mimari şaheser ‘Teotihuacán’da zenginliği ve gücü simgeliyor.
Günün ikinci yarısını eski şehir bölgesine ayırdık. İlk durağımız Templo Mayor (Ana Tapınak) oldu. Aztek döneminde de başkent olan o zaman ki adıyla Tenochtitlán’ın ana parçası Templo Mayor 1325 yılında yapılmış, ancak 1521 yılındaki İspanyol istilası ile yerle bir edilmiş. Kalıntıları tarihi merkezde sergileniyor.
Eski şehir bölgesinin ana dini merkezi olan Catedral Metropolitana tarihi merkezin tam kalbinde. İspanyol istilasından sonra Cortez ve onun İspanyol misyonerlerinin yaptırdığı bu katedralin yapımına 1573 yılında başlanmış. Latin Amerika’nın en eski ve en büyük katedrali olma özelliğine de sahip olan yapı barok ve neo-klasik özellikler taşıyor. Mesoamerikan piramitlerini andıran yapının inşası 3 yüzyıl sürmüş ve yapımında Aztek kalıntılarından kalma taşlar da kullanılmış. Katedralde 14 şapel, 5 altar ve sayısız heykel bulunuyor.
Katedralin kulelerinin şehri yıkadığı meydanın karşı köşesinde ise ‘Palacio Nacional’ bulunuyor. Aztek hükümdarı Moctezuma’nın Sarayının olduğu yere 1563 yılında yapılan ve eski bir hükümet binası olan bu binada Diego Rivera’nın Aztek’lerden devrim günlerine kadar Meksika tarihini betimlediği ünlü duvar resimleri var. Gerçekten Diego Rivera’nın elinde duvarlar dile gelmiş. Meksika’nın tarihini aşama aşama takip ederken derinden etkileniyor Rivera’nın sanatına bir kez daha hayran kalıyorsunuz. Görsel sanatlar açısından Meksiko’nun en kıymetli müzesi bence, mutlaka ziyaret edilmeli. Halka daha açık olmak için duvar ressamı olmayı seçen ve özel hayatı ile çokça eleştirilmesine karşın yeteneği her zaman takdir edilen Rivera bu resimleri 1900’lerin ortasında yapmış. Aynı zamanda Meksika Özgürlük Çanı da burada. Giriş ücretsiz.
Bir sonraki durağımız ‘Gran Hotel Ciudad de México’. 1899 yılında alışveriş merkezi olarak açılan bina tam bir ‘art nouveau’ şahaser. Paris’teki Galeries LaFayette’nin replikası olan merdiveni, antika asansörü ve demir aksamı hayranlık uyandırıcı. Tiffany-boyama tavanı 1908 yılında Paris’ten getirtilmiş. Halen otel olarak kullanılıyor. Otelin içine girdiğinizde zaman tünelinde bir yolculuk ile 1900’lü yıllara giden bir düş dünyasına adım atıyorsunuz.
Ana meydana doğru yönlendiğinizde başkentin en eski parkı olan Alameda gezginleri karşılıyor. Burası 1529’da Aztek pazar alanıymış. Tarihi bölgede yer alıyor ve bir ucu güzel sanatlar müzesinin bulunduğu alana açılıyor. Şehrin yoğunluğundan uzaklaşıp lavantaların arasında biraz soluklanmak için ideal.
Palacio de Bellas Artes yani Güzel sanatlar Müzesi tüm ilginin odak noktası. Meksiko ile ilgili her kitapta çokta karşınıza bu parlak turuncu çatılı beyaz müze çıkıyor. Art Nouveau ve art deco özellikler taşıyan bina mimari olarak etkileyici. Müze Meksika’lı ressamların eserlerine ev sahipliği yapıyor ve yine sadece İspanyolca açıklamalar var. Resim sanatına olan tüm ilgime karşın takip etmekte yine zorlandım ama Tiffany camları çok güzeldi.
Palacio de Bellas Artes’ın en iyi görüntüleneceği yer Torre Latinoamericana. Tarihi merkezde bulunan bu 44 katlı gökdelen 1965 yılında yapılmış ve bölgenin en yüksek binası. 1985 yılındaki 8.1 şiddetindeki depreme ve 2017 yılındaki 7.1 şiddetindeki depreme dayanmış. Şehrin siluetindeki bu önemli figürün tepesinde bir gözlem terası ve restoran var. Gün batımında ayrı keyifli.
Eski Şehir bölgesi bize Taksim bölgesini hatırlattı. Katedralin yanından Güzel Sanatlar Müzesine kadar uzanan trafiğe kapalı yol yürümekte zorlayan kalabalığı ile İstiklal caddesi, hemen bitiminde sağa doğru kıvrıldığınızda sağlı sollu avizecilerin yer aldığı bölge Şişhane, hatta bitiminde endüstriyel mutfak satıcılarının bulunduğu Bahriye caddesi. Bu arada Meksiko’nun en iyi kahvelerini satan dükkân da burada. Satıcılar İngilizce bilmediği için anlaşmak kolay olmuyor ama öneri isterseniz en iyi kahve çeşidi ‘Vera Cruz’ imiş.
Günü Polanco Bölgesinde tamamladık. Ana caddesi önemli markalara ev sahipliği yapıyor yani Bağdat caddesi. Hatta biraz daha elit bir kesimi var, orası da bizim için Suadiye oldu.
3.GÜN-YİNE GÖRÜŞECEĞİZ MEKSİKA
Son günümüze oldukça erken başladık. Hedefimiz La Casa Azul (Museo Frida Kahlo). Biletleri on-line olarak almak mümkün ama satışa çıktığı gibi bitiyor. Belli sayıda biletsiz ziyaretçi de kabul ediliyormuş. Biz de erkenden gidip bu konuda bir avantaj yakalamaya çalıştık. Müzenin açılmasına yarım saat kala oradaydık ve biletsizler kuyruğu binanın köşesini dönmüş, yan sokağa doğru uzanmıştı. Ama yılmadık, bekledik ve başardık.
Kendine has kobalt mavisi dış yüzeyi ile aynı zamanda ‘La Casa Azul’ olarak bilinen bu müze Frida Kahlo’nun doğduğu, büyüdüğü ve öldüğü ev. Hem Frida Kahlo hem de eşi Diego Rivera’ya ait eserlerin yanı sıra modern sanat eserleri de var. Orijinal haliyle korunduğu için Kahlo yaratıcılığına açılan bir pencere adeta. Aynı zamanda şahsi eşyaları da sergileniyor.
Yaşamı boyunca sağlık sorunları ile uğraşmış ama bunların üretmesine asla engel olmasına izin vermemiş bir yaratıcılık abidesidir Kahlo. Ne geçirdiği çocuk felcinin sekeli ne yaşadığı trafik kazasının acıları, ameliyatları onu alıkoyabilmiştir. Yatağında yatarken verdiği eserlere atfen yatağının üzerindeki aynaları bile görebiliyorsunuz evinde. Ve tabii ki büyük aşkı, her şeye rağmen sevmekten asla vazgeçmediği Diego Rivera ile birbirlerini hep beslemişler. Evlilikleri, “fil ile güvercinin evliliğine” benzetilmiş. Sağlık sorunları nedeniyle bir çocuğunu aldıran ve art arda iki düşük yapan Frida, eşinin sadakatsizlikleri nedeniyle 1939 yılında ondan ayrılmış ama 1 sene sonra yeniden evlenmiş ve Frida’nın çocukluğunu geçirdiği “Mavi Ev’e” yerleşmişler. Hem bir dargın bir barışık ilişkileri ile hem de sık sık bozulan sağlığıyla ve dayanılmaz acılarla başa çıkmak için bütün gücüyle resim yapmış, açtığı sergiler ile dünya çapında övgüler toplamış. Frida Kahlo, 13 Temmuz 1954’te, akciğer embolisi teşhisiyle son nefesini verdiğinde; arkasında bıraktığı son tablosu, ‘Yaşasın Yaşam’ isimli bir natürmort olmuş. Cenazesi, ertesi gün yakılmış. Külleri, Mavi Ev’de muhafaza ediliyor. Mavi Ev, 1955’te Rivera tarafından devlete bağışlanmış. Frida Kahlo’nun 143 resmi vardır, bunların 55 tanesi otoportre. Yaşamının büyük bir bölümünü yatakta başının üstünde duran, “gündüzlerinin ve gecelerinin celladı” olarak tanımladığı bir aynaya bakarak geçirdiği için sürekli oto-portre çizmiş. Hatta, Pablo Picasso “Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz” demiş. Frida’nın resimleri “sürrealist” olarak değerlendirilmiş ama o sürrealizmi reddetmiş. Otoriteler resimlerinin acı ve kesin gerçekliği yansıttığını, Meksika kültürü ile devrimci kimliğini tuvale aktardığını ifade ediyorlar.
Bölgede ziyaret edilebilecek diğer yerler arasında Diego Rivera’nın evi ‘Museo Diego Rivera Anahuacalli’, Frida Kahlo’nun da ziyaret ettiği bir Pazar olan ‘Mercado de Coyoacán’, şehrin tek suluboya müzesi olan Museo Nacional de la Acuarela olabilir.
YEME-İÇME
Lardo-Condesa bölgesindeki bu kafe kahvaltı ve öğlen yemekleri için ideal. Muhteşem sandviçler, pastalar ve atıştırmalıklar var. Sandviçler 75-150 peso, pastalar 13-49 peso arasında değişiyor.
La Capital-Birbirinden güzel seviçeler ve takolar sizleri bekliyor. Damak lezzetine çok güvendiğim bir arkadaşım balığın narin bir lezzet olduğundan ve onu pişirmenin yapılan bir haksızlık olduğundan bahseder hep. Çiğ balık yediğim her sefer bunu hatırlar ve ona hak veririm.
Contramar-Roma bölgesindeki bu restorana asla rezervasyonsuz gitmeyin. Bu kadar talep görmesi çok doğal çünkü her şey aşırı lezzetli. Hiç acı yiyemediğim için seçtiğim tüm lezzetlerin ayrıntısını titizlikle incelerim. Burada yediğim seviçe içinde böyle yaptım. Ama sanırım minik bir acı biber parçası düşmüş içine. Ben hayatımda böyle bir şey yaşamadım. Ağzım, burnum, gözüm, her yerim hatta bence beynim ve beyinciğim bile yandı. Bir süre ne olduğunu bile anlatamadım. Kızım şaşkınlık ile yüzüme bakıyordu, su içmek falan asla acımı dindirmedi. Ama yine de Meksika lezzetleri benim için vazgeçilmezdir. Başlangıçlar 150-200 peso, ana yemekler 250-350 peso arasında değişiyor.
Dulce Patria-Kadın bir şefin incelikli zevkini zarafet ile yansıttığı bu mekân Polanco Bölgesinde. Hele yemek sonrası kendi ikramları olan çikolataları her masaya farklı ahşap oyuncaklar ile sunmaları pek keyifli. En güzel oyuncak bizimdi, rengarenk ve nefis bir dönme dolap.
Rosetta-Meksiko’daki favori mekânımız. Yüksek tavanlı eski bir Meksika evi düşünün, tavan ve duvardaki bezemelere eşlik eden canlı sarmaşıklar, her biri diğerinden farklı antika porselen tabaklar ve muhteşem lezzetler. Yemekten keyif almak için başka ne gerekir ki. Rezervasyonsuz asla gitmeyin çünkü mekânda masa sayısı kısıtlı.
Taquería El Califa-Meksika’dan ayrılmadan önce altın vuruş. Takoların fevkaledin fevkinde olduğu sadece yerellerin bildiği cennet gibi bir yer. Yemelere doyamıyorsunuz. Öğlen 12:00’de açılıyor. Takolar 36-68 peso arası da değişiyor.
Meksiko Civarında Diğer Gezi Altenatifleri:
Floating Gardens of Xochimilco
Meksiko’nun 40 dakika güneyindeki Xochimilco Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Göllerde ve onları birbirine bağlayan kanallarda ‘chinampas’ denilen yapay adacıklar arasında ‘trajinera’ denilen renkli tekneler ile dolaşılıyor.
Museo Jumex
2013 yılında Polanco’nun kalbinde açılan bu modern sanat müzesi Latin Amerika’nın en geniş koleksiyonuna sahip. İngiliz mimar David Chipperfield tasarımı olan bina da en az koleksiyonu kadar etkileyici.
La Lagunilla Market
Pazar günleri kurulan bu marketin kökeni pre-Hispanik döneme kadar uzanıyor. Antika parçalar, vintage kıyafetler, plaklar ve çeşitli objeler arasında dolaşırken elinize bir ‘michelada’ (lokal bira, lime suyu, tabasco, Worcestershire ve soya sosu) alıp size göz kırpan parçaların peşine düşebilirsiniz.
Kiosco Morisco
Şehrin merkezinde olmamasına rağmen Fas esintisi ile ziyaret eden gezginleri farklı bir dünyaya götürüyor.
Basílica de Guadalupe
Dünyanın en fazla ziyaret edilen dini merkezleri sıralamasında 3.sırada bulunan ve en fazla ziyaret edilen Katolik merkez olan bu komplekste bulunan eski ve yeni bazilikalar mimari olarak oldukça etkileyici
Cineteca Nacional
Anıtsal tasarımı ile bilinen tiyatro ve sinema binası
Kısa Kısa
- Meksika’da en kolay para bozdurabilecek yerler havaalanları. Bankalar yerine döviz bürolarını tercih edin.
- Av Paseo de la Reforma üzerinde bir Atatürk Heykeli bulunuyor.
- Meksika, Latin Amerika’nın en büyük medya endüstrisine sahip. Meksika aynı zamanda, Latin Amerika’nın en iyi üniversitesine, en uzun karayolu ağına ve en büyük havalimanına sahip. Başkent Mexico City ise yine Latin Amerika’nın en zengin büyükşehri.
Beş günlük gezi bize yetmedi, kalbimizin sende kaldı Meksika. Yine görüşeceğiz…
- Alameda
- Ay Piramidi
- Aztek
- Basílica de Guadalupe
- Bosque de Chapultepec
- Calavera de la Catrina
- Catedral Metropolitana
- Centro de Antiguedades
- Centro de Artesanías
- Chapultepec Kalesi
- Chapultepec Parkı
- Cineteca Nacional
- Contramar
- Cuauhtémoc
- Dia de Los Muertos
- Diego Rivera
- Dulce Patria
- Floating Gardens of Xochimilco
- Frida Kahlo
- Gran Hotel Ciudad de México
- Güneş Piramidi
- Jose Guadalupe Posada
- Kiosco Morisco
- La Capital
- La Casa Azul
- La Lagunilla Market
- Lardo
- Meksika
- Meksiko
- Mercado de Coyoacán
- Mexico City
- Museo Diego Rivera Anahuacalli
- Museo Frida Kahlo
- Museo Jumex
- Museo Nacional de Antropolagia
- Museo Nacional de la Acuarela
- Olmekler
- Ölüler Günü
- Palacio de Bellas Artes
- Palacio Nacional
- Pirámide de la Luna
- Pirámide del Sol
- Pirámides de Teotihuacán
- Plaza del Angel
- Quetzalpapalotl Sarayı
- Rosetta
- Taquería El Califa
- Templo Mayor
- Teotihuacán
- Tlaloc
- Toltekler
- Torre Latinoamericana
- Ulusal Antropoloji Müzesi