Goncagül Haklar, Temmuz 2019
Mora Yarımadası (Peloponnese) kristal berraklığında suların süslediği büyüleyici altın sarısı kumsalları, her biri bir öncekini aratmayacak güzellikteki sahil kasabaları, taş yapılarla bezenmiş otantik köyleri, antik kentleri, göz alıcı tepeleri, kaleleri, lezzetli mutfağı ve doğası ile gezginleri kendine hayran bırakıyor.
Mora Yarımadasında tarihin her dönemine ait eserler bulmak mümkün. Tarihi efsaneler ve mitolojik öyküler ile bezeli bu dünyada antik tapınaklardan Bizans manastırlarına, Orta Çağ kalelerinden Osmanlı camilerine uzanırken her gün başka bir büyülü deneyimin kapısını aralıyorsunuz. Sadece bu kadarla mı; Antik Sparta’nın topraklarında kutsal zeytin ağaçlarının altında soluklanıp, MÖ 776’ya uzanıp Olimpiyatların doğduğu Antik Olympia’da hayallere dalabilir, Homer’in altın zengini Miken’inde turlayıp, tıbbın ve sağlığın tanrısı Asklepios’un şifa merkezinde tıbbın kökenlerine inebilir ve büyüleyici Epidaurus antik tiyatrosunda günü batırabilirsiniz.
Lezzet dünyası ayrı bir alem Mora’da. Kalamata’nın zeytinleri, Sparta ve Argos’un portakalları, Nemea ve Mantineia’nın şarapları mutlaka tadılmalı, Monemvasia’nın ünlü tatlı şarabı ‘malvasia’ gnocchi benzeri yerel el yapımı ‘goges’ ile eşlendirilmeli, Mani’nin zeytinli payı ‘eliotyropita’ ve Neapolis’in peynirli ekmeği ‘tyropsomo’ es geçilmemeli. Ayrıca, yerel ballar, bir tür erişte olan Arcadia’nın ‘hilopites’i ve otantik makarnası ‘trahana’ denenmeli, muhteşem öğünler ‘diples’ (kızartılmış hamur), pastelia’ (ballı susam) veya rafiolia (cevizli pasta) ile sonlandırılmalı. Tabii ki üzerine de Korint’in gül şurubu içilmeli…
İnsanı da bir başka güzel Mora’nın. Pek turistik olmamış ve el değmemiş bu topraklarda herkes çok candan ve sevecen. Örneğin 2 gün peş peşe minik alışverişler yaptığımız market sahibi teyze kendi elleriyle topladığı kekiği hediye edip gönlümüzü kazanıverdi. Kıyılar da para kazanmak için otel yapanlara değil halka tahsis edilmiş durumda.
Yunanistan’ın en güneyi olan Mora Yarımadası Ege, Akdeniz ve İyon Denizleri ile çevrili. Anakara ile bağlantısı Korint kanalı ile kesilmiş, ama yine de coğrafi olarak doğal bir ada değil. Mora adı haçlı dönemine ait ve dut ağacı yaprağına (Morea) benzemesinden bu adın verildiği düşünülüyor. Ama Yunanlar milliyetçi bir yaklaşımla mitolojideki kurucusu Pelops adına buraya Peleponnes demeyi tercih ediyorlar.
Mora’yı eğer sağ elinize benzetirseniz baş parmak Argolis, işaret parmağı ve orta parmak Lakonia (orta parmağın uç tarafı Mani), yüzük parmağı Messenia ve serçe parmak ise Elis.
Mora yarımadasını tümüyle keşfetmek için oldukça uzun bir zaman ayırmak gerekiyor. Biz 9 günlük tatil sürecimizde oldukça etkin bir rotada gezimizi gerçekleştirdik. Ama o kadar keyifli zaman geçirdik ki aklımız, kalbimiz, ruhumuz o topraklarda kaldı.
1.GÜN-ATİNA’DAN NAFPLİO’YA-BÜYÜLÜ BİR DÜNYANIN KAPISINI ARALIYORUZ
Atina’dan başlayan Mora Yarımadası yolculuğumuzun ilk durağı Korint Kanalı oldu. Orta Yunanistan’ı Mora Yarımadasından ayıran bu kanal 1893 yapımı ama Ege Denizi’nden İyon Denizi’ne bir kanal aracılığı ile ulaşma fikri MÖ 7 yüzyıla dayanıyor. Bu hayali gerçekleştirecek teknolojiye ulaşmak ise yüzyıllar sürmüş. Büyük İskender bu kanalı bitirmek için çok uğraş vermiş ama ancak Süveyş Kanalı’nda kullanılan teknolojinin başarı ile hayata geçmesi sonrası Korint Kanalı tamamlanabilmiş. Seksen metrelik yarların arasından geçilen kanalın uzunluğu 6 km, genişliği 24,6 m ve aynı anda 2 gemi yan yana geçemiyor. Bu nedenle kanal trafiği mükemmel organize edilmek durumunda.
Daha sonra Antik Yunan Tapınakları ile uçsuz bucaksız üzüm bağlarını birleştiren Nemea üzerinden Nafplio’ya doğru yöneldik. Yolumuzu kaybedip kayısı bahçeleri arasında kendimiz bulmamız ve bir miktar göz hakkı almamız günün en güzel sürpriziydi.
Nemea MÖ 6-2 yüzyıllar arasında tüm Yunanistan’dan gelen sporcuların yarıştığı oyunlara ev sahipliği yapmış. Diğer bir önemli yapı ise Mora Yarımadası’ndaki en etkileyici eserlerden biri olan Zeus Tapınağı. Arkeolog Stephen Miller ve ‘University of California at Berkeley’ ekibi tarafından gün yüzene çıkarılan ve düzenlenen bölge Yunanistan’ın en iyilerinden kabul edilen müzesi ile dikkat çekiyor. Kazı sırasında eski Nemean Oyunlarını da canlandıran Prof. Miller’ın organizasyonu ile farklı ülkelerden gelen sporcular eski Yunan sporcuları gibi giyinerek izleyicilerin önünde yarışmışlar. En ilgi çeken yarışma ise Nemea yollarında başlayıp stadyumda sonlanan 7 kilometrelik ‘Herakles’in Ayak İzleri’ etabı olmuş. Modern olimpiyatlar gibi 4 yılda bir yapılan oyunlar, olimpiyatlarla aynı yıl ama haziran ayında yapılıyor.
Sağ ele benzettiğim Mora yarımadası keşfimizin ilk durağı baş parmakta bulunan Nafplio. Burada 2 gün konakladık. Argolikos Körfezinde yer alan Nafplio kaldırım kafeleri, minik dökme demir balkonlar ile süslü evleri, rengarenk çiçekler ile bezenmiş tertemiz sokakları ile Mora’nın şirin bir liman kenti. Nafplio Mora yarımadasının başparmağında yer alan Miken, Epidaurus, Argos ve Tirins arkeolojik alanlarını incelemek için çok iyi bir konuma sahip. Venediklilerin, Bizanslıların, Romalıların ve Osmanlıların etkileri kentte halen hissettiriyor.
Efsaneye göre Nafplio, Denizler Tanrısı Poseidon ve Argos Prensesi Danaos Amymone’nin oğlu Nafplios tarafından kurulmuş. Sparta, Bizans, Frenk, Venedik ve Osmanlı işgalinde kalmış. Sonra tekrar Venedik ve Osmanlı hakimiyetine girmiş. 1828-1834 arasında ilk Helen Devleti’ne başkent olmuş yani Yunanistan’ın ilk başkenti olarak biliniyor. Neoklasik villaları da o dönemden kalma.
Atina’dan araba ile 1,5 saatte Nafplio’ya ulaşmak mümkün. Ama hem Korint kanalında hem de Nemea’da durduğumuz için bizim için yol daha uzun sürdü. Nafplio sahilinde halkın kullanımı için tahsis edilmiş otopark alanları var çünkü belli bölgeler hariç şehre araç girişi yok. Konaklama tercihimiz olan ‘Pension Omorfi Poli’ bizleri fazlasıyla memnun etti. Odaları çok konforlu, kahvaltısı ise muhteşemdi. Günün yorgunluğunu otelimize 10 dak yürüme mesafesinde olan Arvanitia plajında attık. Mavi bayraklı denizin ılık sularında keyifle yüzdük, ancak taşlık olduğu için deniz ayakkabıları ile girilmesi gerektiğini hatırlatayım.
Nemea aynı zamanda Mora yarımadasının en önemli şarap üretim bölgesi. Kırmızı şarap için yetiştirilen Agiorgitiko türü üzüm bölgenin en iyisi. Homeros bile bağlarının zenginliğinden ve ürün çeşitliliğinden bahsetmiş. Agiorgitiko ile üretilen şaraplar, derin kırmızı renkleri ve hatırı sayılır aromatik zenginlikleri ile tanınıyor. Koutsi kasabasındaki Gaia Şarapçılık Nemea’nın en iyisi olarak biliniyor ve en önemli şarapları yine Agioritiko üzümü içeren ‘Gaia Estate’. Bölgenin diğer önemli şarapçıları ‘Palivos’, ‘Domaine Spiropoulos’, ‘Semeli Winery’ ve Nemea kazı alanına yakın olan ‘Papaioannou Estates’, ‘Gofas Family Winery’ ve ‘The Wine Cooperative of Nemea’.
Mora yarımadasında nerede yerseniz yiyin, lezzetler o kadar tatminkâr oluyor ki, asla pişman olmuyorsunuz. Nafplio’da biz ilk gece Arapakos Taverna’yı, ikinci gece ise Nemea şaraplarının tadına bakmak için Alkioni’yi (Alkioni Bar-Aiolos Taverna) tercih ettik.
2.GÜN-NAFPLİO KEŞFİNE DEVAM
Nafplio hem görülecek yerler açısından hem de kumsallar açısından oldukça zengin. Kişisel tercihlere göre günün planlanması en uygunu. Görülecek yerler arasında:
Bourtzi Kalesi–Denizin ortasındaki minik bir adada bulunan kale 1471 yılında Venedikliler tarafından yapılmış. Palamidi Kalesi’nin hapishane olduğu dönemlerde cellatların konakladıkları yermiş.
Plateia Syntagmatos (Constitution Square)-Burası Nafplio’nun ana meydanı ve 1700’lerdeki haliyle halen ayakta. Syntagmatos (Sintagma)’da Osmanlı eseri 2 cami var. Vouleftikon ya da Parlamento, Osmanlılar tarafından 1730’da inşa edilmiş. Yunan devletinin ilk parlamento binası olmuş, sonrasında ise hapishane olarak kullanılmış. Ağa Paşa Cami olarak bilinen Trianon ise 1500’lerin sonuna doğru inşa edilmiş. Günümüzde yerel tiyatroya ev sahipliği yapıyor.
Arkeoloji Müzesi-Sintagma’nın batı tarafı tamamen Arkeoloji Müzesi’ne ayrılmış. 1713’te Venedik’liler tarafından cephanelik olarak inşa edilen bina, askeri karargâh olarak da kullanılmış. 2009’da da müzeye çevrilmiş.
Akronafplia-Nafplio’nun en eski kalesi olan Akronafplia Venedik, Bizans, Roma ve Osmanlı etkilerini üzerinde taşıyor. Çan kulesinin olduğu yerden muhteşem bir şehir manzarası var.
Palamidi Kalesi-Akronafplia’dan eşsiz bir manzara eşiğinde yürüyerek Palamidi Kalesi’ne gidiliyor. Venedik’liler ikinci kez şehri ele geçirdiklerinde 1714 yılında bu kaleyi koruma amaçlı yapmışlar. Orijinalinde kaleye 999 basamak ile çıkılıyormuş, 1000.basamak bağımsızlık savaşının kahramanı Theodoros Kolokotronis’in atı tarafından tahrip edilmiş ki o da bir dönem burada esir olarak tutulmuş. Hapishane olarak kullanıldığı dönemde basamak sayısı 857’ye indirilmiş. Sekiz burcu olan kalenin içinde Aghios Andreas Şapeli var. En tepeye çıkmayı başaranları muhteşem bir manzara bekliyor. Merdivenlerin çıkışı rahat ve her basamak ile birlikte manzara sizi biraz daha fazla büyülüyor. “Bu kadar basamak çıkılır mı?” demeyin, bir akşamüstü gün batımına yakın mutlaka bu tecrübeyi yaşayın, pişman olmayacaksınız.
Vasileos Konstantinou-Şehrin en keyifli sokaklarından biri Vasileos Konstantinou. Yol boyunca begonviller ve balkonlardan sarkan çiçekler gezginleri rengarenk bir dünyaya davet ediyor.
Platia Trion Navachon (Üç Amiraller Meydanı)-Meydanın ismi, 1827’de Osmanlı’yla savaşıp galip gelen İngiliz, Fransız ve Rus donanma komutanlarına ithafen verilmiş.
Kolokotronis Parkı-Üç Amiraller Meydanı’nın devamında Kolokotronis Parkı var. Osmanlılar zamanında park olarak inşa edilen alan, Yunanistan bağımsızlığını kazanınca tren istasyonuna çevrilmiş. 1963’te tren istasyonu kapatılıp yeniden park olarak düzenlenmiş. İstasyon Binası da Müzik Okulu’na döndürülmüş.
Napflio’nun çevresinde çok sayıda iyi kumsal var. Bizim tercihimiz olan Karathona plajı oldukça uzun bir kumsal ve ayrı işletmeler halinde günübirlik kullanım tesisleri var. Bence mutlaka gidilmeli, oldukça keyifli bir plaj. Diğer alterantifler ise şöyle:
- Kandia: Napflio’nun hemen dışında, kumluk
- Kondili: Napflio’na 17 km uzaklıkta, bölgenin en iyilerinden, Agios Nicholas kilisesinin yanında
- Neas Kiou: Napflio’ya 4 km uzaklıkta
Nafplio’ya kadar gelmişken Epidaurus (Epidavros) Şifa Merkezi mutlaka ziyaret edilmeli. Helen dünyasında eşi benzeri olmayan sağlık tesisleriyle ünlenen ve UNESCO Dünya Mirası listesinde olan Epidaurus Şifa Merkezi, tıp tanrısı Asklepios’a adanmış. MÖ 4. yy’da inşa edilmiş ve günümüze kadar çok iyi korunmuş olan muhteşem antik tiyatro akustiği ile tanınıyor. Kapasitesi 14000 olan antik tiyatroda nereye oturursanız oturun ses mükemmel şekilde size ulaşıyor. Halen konserler için aktif olarak kullanılıyor. Gün batımları dillere destan. Bunun yanı sıra Artemis ve Asklepion Tapınakları Tholos, Enkoimeterion, Propylaia, ziyafet salonu, banyolar, spor ve hastane tesisleri var.
3.GÜN-MONEMVASİA-ORTA ÇAĞ’A HOŞGELDİNİZ
Mora yarımadasını bir ele benzetmiştim hatırlarsanız. Haritaya baktığınızda Nafplio sağ elin başparmağında bulunuyordu. Üçüncü günümüzde başparmağın batı kıyısındaki Nafplio’dan ikinci parmağın doğu kıyısındaki Monemvasia’ya doğru yola koyulduk. Burada da 2 gün konakladık ve çevreyi gezdik.
Monemvasia sanki gökten inmiş bir kayanın üzerine kurulmuş. Orta Çağ özelliklerini koruyan şehrin tek giriş kapısı var. Adı da buradan geliyor (mone-tek, emvasia-giriş). Monemvasia, M.S 675 yılındaki bir depreme kadar karaya bağlı imiş, sonra bu bağlantı sular altında kalmış. Şimdi, adanın kara bağlantısı yaklaşık 200 metre uzunluğunda bir köprü üzerinden yapılıyor. Köprünün bir ucunda Gefira balıkçı kasabası var. Gefira’dan çıkıp köprüyü geçince devam eden sahil yolu, Monemvasia’nın tek giriş kapısında son buluyor.
Şehir kuzeyli kavimlerin saldırısından korunmak için 6.yy’da Sparta’lılar tarafından kurulmuş. Sonrasında Bizans, Venedik ve Osmanlı yönetiminde de kalmış ve Güney Ege’nin en önemli ticaret limanı olmuş. Yunanistan’a ise 1821 yılında geçmiş. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde adı Benefşe olarak geçiyor. Orta Çağ’dan bu yana neredeyse el değmemiş olan taş evler, aslına uygun restore edilerek, Monemvasia’nın bugünkü güzelliğine güzellik katmış.
İki bölümden oluşan şehrin yukarı kısmında bugün yaşam yok, sadece tarihi eserler ve bina kalıntıları var, birçoğu da restorasyon halinde. Aşağı bölümde ise 800’e yakın bina var ki, bunların 40 tanesi kilise (bir tane de Osmanlı’dan kalma cami var). Bu bölümde restore edilen binaların çoğu; butik otel, taverna, kafe-bar veya dükkâna dönüştürülmüş durumda. Şehrin içine araç girişi yok. Yol üzerine bırakınca yaklaşık 2 km yürümek gerekiyor.
Kale kapısından girince, bir yol soldan düz devam ederken, bir diğeri sağa doğru iniyor. Sağa doğru inen, surlar ve deniz dibinden devam ederek, şehrin iki farklı meydanından geçip diğer ucuna kadar devam ediyor. Buradan, surların öbür tarafına geçip şehrin dışından surlara bakmak veya yokuş yukarı devam edip tepeye çıkmak mümkün. Gün ortasında tepe tırmanışı oldukça zor; yükseklik 200 m. Tırmanış yapmadan ikinci meydandan sola devam edince, demin girmediğiniz ana caddeye geliyorsunuz ki, şehrin bütün taverna ve dükkanları bu dar cadde üzerine sıralanmış durumda. Kalenin içinde evlenenlerin evliliğinin sonsuz olacağına inanılıyor.
Monemvasia şehrini gezmek için 24 saat yeterli. Bu süre içinde akşam ışıklarının tadını çıkarıp, gecesini de yaşayabilir; gün içinde serinlemek için surların dibinden denize de girebilirsiniz.
Konaklama açısından Gefira daha ucuz ve ulaşımı daha pratik. Ancak, yine de tesis olarak alternatif çok fazla değil. Bizde ‘Monemvasia Village’ sitesinden yazlık bir ev kiraladık. Çok güzel bir Monemvasia manzaramız da vardı ve 30 dakikada Monemvasia’ya yürümek mümkün oldu. Yemek için tercihiniz Monemvasia olacaksa gün batmadan gidin, zira sonrasında koyu karanlık bir açık denize bakıyorsunuz. Biz ilk gecemizde Monemvasia meydanındaki To Kanoni’yi tercih ettik. Mekânın hem manzarası hem yemekleri çok güzeldi. Standart Yunan taverna yemeklerinin yanı sıra deniz mahsullü rizotto ve makarna türleri de vardı. İkinci gecemizde Gefira’da Akrogiali Tavernada yedik. Akşamüstü keyfi için Kinsterna butik otelini özellikle öneriyorum. Üzüm bağlarının içindeki bu butik otel mutfağının güzelliği ile de ünlenmiş.
4.GÜN-MONEMVASİA-YUNANİSTAN’IN MALDİVLERİ
Monemvasia’daysanız doğa harikası Elafonisos adasına mutlaka gitmelisiniz. Biz de önce 1 saat 15 dakikalık virajlı bir dağ yolu ile Pounta Limanı’na gittik. Pounta, Elafonisos için feribot limanı, geçiş her yarım saatte bir. Elafonissos bir ada, ama kıyıya o kadar yakın ki, su biraz daha sığ olsa yürüyerek geçilebilir izlenimi yaratıyor. Zaten adaya çalışan feribotlar çıkartma gemisinden bozma, sığ suda problem yaratmayacak cinsten. Daha adanın karşı kıyısındaki Pounta limanında iken suyun mavisi büyülüyor insanı; bir an evvel yüzme isteği yaratıyor. Bu arada, antik çağda, ada ile liman arası bağlı imiş, sonradan sular altında kalmış. Suyun altında kalan kısımda, dünyanın en eski batık şehirlerinden biri var (Pavlopetri M.Ö.3000).
Ada son derece sempatik; ağırlıklı olarak geçimini yerli turistten sağlıyor. En önemli çekim merkezi olan Simos plajı limanı soldan terk edince 3 km mesafede. Yol üzerinde birçok otopark ve yönlendirme oku var ama arabayı bırakmak için en uygun nokta asfalt yolun bittiği yer. Kum tepelerini yürüyerek aştığınızda sizi büyüleyen manzara ile soluğunuz kesiliyor. Uçsuz bucaksız bembeyaz kumsalın buluştuğu turkuaz, cam gibi, pırıl pırıl bir deniz… Fotoğrafını çekip Maldivler olarak etiketleyerek paylaşsanız asla ayırt edilmez. Bir yarımada tarafından ikiye bölünen bu kumsalın her iki tarafında da organize plaj (şemsiye ve şezlong) var. Bizim kıyılarımızın ‘beach’lerle işgal edilmişliği, gürültüsü patırtısı ve çılgın tarzda eller havaya müziklerinin tersine huzurlu bir cennettesiniz burada. Yiyecek ve içecek için yardımcı olan servis elemanları otoparktaki cafe’den hizmeti ayağınıza getiriyorlar. Diğer bir alternatif Mikro Simos plajı. Suyun rengi aynı, sadece çok daha küçük ve sakin imiş. Elafonissos’un merkezi de konaklama tesisleri, cafe ve restaurantları, alışveriş yapılabilecek dükkanları ve kilisesi ile oldukça canlı. Adanın batı sahilindeki Panagia ve hiç dalga almayan gizli kumsal Lefki (Pefki) diğer alternatifler.
Denize girmek için Monemvasia’ya yakın alternatifler Kakkavos plajı (en yakın, çakıllı, mavi bayraklı), Pori plajı (Monemvasia’nın kuzeyinde, çakıl ve kum, mavi bayraklı), Ambelakia plajı (Monemvasia’nın güneyinde, kumluk).
5.GÜN-AREOPOLİ-ORADA BİR KÖY VAR UZAKTA
Monemvasia’dan çıkıp Areopoli’ye doğru yola koyulduk. Gümüşi zeytin ağaçlarıyla bezeli batı kıyısı ve dağlarıyla bilinen doğu kıyısı ile Mani keşfedilmek üzere bizi bekliyordu.
Lakonya bölgesindeki yolculuğumuzun sürprizi Selinitsa plajındaki kıyıya oturmuş yılların paslandırdığı gemi enkazı oldu, oldukça fotografikti. Dimitrios isimli teknenin hakkında pek çok söylenti var. En popüleri sigara kaçakçılığında kullanıldığı, yangın çıktığı ve kıyıya sürüklendiği. Resmi kaynaklar ise geminin limana bağlı olduğu sırada kaptanın hastaneye kaldırıldığını, şirketin iflas ettiğini, güvenlik nedeniyle geminin limandan uzaklaştırıldığını ve sonra hava şartları nedeniyle sürüklendiğini söylüyor. Mavi bayraklı kumsalın bir diğer özelliği caretta caretta kaplumbağalara ev sahipliği yapması.
Mora keşif turumuzun üçüncü konaklama noktası orta parmağın batı kıyısındaki Areopoli oldu. Burası derin Mani’nin eşsiz güzelliklerinin tadını çıkarmak için ideal bir konaklama noktası. Son 4 günümüzü de burada geçirdik. Konakladığımız otel 200 yıllık tarihi bir kale olan ‘Arapakis Historic Castle’. Her odada mutfak ve geniş bir oturma bölümü var. Bizim odamızda harika manzaraya sahip bir de terasımız vardı.
Mani Bölgesi ikiye ayrılıyor: Dış Mani batı tarafındaki Kardamyli ve Stoupa’yı kapsıyor. Derin Mani ise Aeropoli’den başlayarak daha daha güney tarafı. Buradan güneye indikçe Gerolimenas, bir Orta Çağ fantezisi olan Vathia, Porto Kagio ve Marmari geliyor. En güney uç ise Cape Tenaro.
Kalemize eşyalarımız bırakıp hemen keşfe çıktık. Öğlen atıştırması için Gerolimani köyündeki Kyrimai butik otelini tercih ettik. Oldukça hoş dekore edilmiş bu otelin lezzetleri de bizleri memnun etti.
Gerolimani son derece özgün havası olan bir balıkçı köyü. Kalmak için biraz uzak, ama buraya kadar gelmişken muhakkak görülmeli. Tek tarafı dik bir uçurumla biten bir koyun içinde yer alıyor köy. Zaman burada durmuş sanki; bazı taş binalar terk edilmiş, bazıları zoraki ayakta duruyor. Koyun dibindeki plaj taşlık, ama su pırıl pırıl. Mutlaka burada denize girilmeli. Tabii ki deniz ayakkabısı şart. Deniz sefamız sonrası oracıkta duşumuzu alıp To Petrino Taverna’da akşam yemeğimiz yedik.
6.GÜN AREOPOLİ- BİR SAHİLDEN DİĞERİNE
Bölgede denize girmek için sayısız alternatif var. Bugünkü seçenekler Mavrovoini, Vathi, Kameras. Biz tercihimizi Vathi’den yana kullandık. Sonrasında Gythio’da dondurma molası, olmazsa olmaz sakızlı dondurma.
Koumaros dağının eteklerinde bulunan Gythio 5000 kişilik nüfusu ile en büyük Mani şehri. Kasabanın güney tarafındaki köşede, Kranai adında küçük bir ada var. Paris Helen’i Sparta’da Kral Menelaous’tan kaçırdıktan sonra Truva’ya gitmek için burayı kullanmışlar. Gythion, İlyada ve Odysseia destanında Sparta’nın orijinal limanıymış. Kranai’de, Osmanlılar döneminde inşa edilmiş ve şimdi Etnoloji Müzesi’ne ev sahipliği yapan Tzanetakis Kulesi’ni ziyaret edilebilir. Gythio deniz feneri 1873 yılında inşa edilmiş ve 9 deniz mili menzili ile 25 metre yüksekliğinde. Limanın diğer tarafında 1891 yılında Schiller tarafından yapılmış olan Arkeoloji müzesi var. Gythio çevresindeki alanın çoğu gibi, Kranai de çam ağaçlarıyla kaplı.
Öğleden sonra ise denize girmek için Limeni’ye gittik. Burası tam kartpostallık, son derece şirin bir köy. Mimarisi çok özgün. Areopolis’e uzaklığı 4.5 km. Petrompeis Mavromichalis’in mezarı burada. Ayrıca, Agios Nikolaos Kilisesi ve terk edilmiş Panagia Vreti de gezilebilir. Burada denizin keyfi anlatılmaz yaşanır. Adeta bir bardak suyun içinde yüzüyorsunuz, o kadar berrak. Ben bir deniz kaplumbağası bile gördüm. Ekibimizin favori denizi oldu, hatta son gün bir kere daha geldik. Denize girecek yer bulma konusunda sıkıntı çekilebilir; genelde yol kenarındaki cafe’lerde oturup kıyıdan denize giriliyor. Biz geceleri bar olarak kullanılan Teloneio’yu (Custom Bar) tercih ettik, oldukça konforluydu. Denizin dibi taşlık ve deniz kestanesi var. Limeni’de park yeri bulmak biraz problemli. Daha yakına park etmek için fazla ihtiraslı davranmayıp ilk bulduğunuz yere park etmekte fayda var.
Limeni’deki deniz sefamız sonrası konaklama noktamızı da tanıyalım dedik. Dağ kasabası hüviyetindeki Areopoli kelime anlamı olarak yukarki şehir demek. Taş binaları ve arnavut kaldırımlı sokakları ile çok güzel. Gündüz gezmek çok heyecan uyandırmayabilir ama, gece mutlaka sokak tavernalarında bir şeyler yenmeli, gelene geçene bakılmalı, Mani’nin havası derin derin solunmalı. Kasaba adını Yunan savaş tanrısı Ares’den almış ve Mesa Mani adı verilen iç Mani bölgesinin başkentiymiş. Orijinal adı Tsimova olup Osmanlılara karşı olan savaşta gösterdikleri cesaret nedeniyle burada yaşayan halkı onurlandırmak için ilk Yunan kralı tarafından 1836 da bu ad verilmiş. 1821 Yunan devriminde bayrağı ilk açan şehir burası olmuş, hata Atina Doğal Tarih Müzesinde bu bayrağı görmek mümkünmüş. Bayrağın ortasında mavi bir haç varmış, üstünde de ‘Zafer ya da Ölüm’ yazıyormuş. Haçın altında da ‘I tan I epi tas’ yazıyormuş. Sparta’lı bir anne savaşa oğullarını uğurlarken bunu söylemiş, ‘ya zaferle dönün ya da ölün’ demekmiş. Merkez meydan olan ‘Platia Athanaton’da Yunan savaşları sırasında büyük yararlılıklar göstermiş olan Mavromichali ailesinden Petrompeis Mavromichalis heykeli var. Bölgede yaşam paleolitik çağa kadar uzanıyor.
Görülecek yerler arasında bulunan Mavromichali Kulesi 1760 yılında, ailenin evi ise 1839’da yapılmış. Yine Osmanlı’lara karşı savaşmaları ile ünlenmiş Pikoulakis ailesinin evleri görülmeye değer. 1850 yılında yapılmış ve kule bölümü Bizans müzesi olarak hizmet veriyor. Taxiarchis Kilisesi ve çan kulesi şehrin simgesi durumunda ve tarihi 17 Mart 1821 meydanında bulunuyor. Niarchakos meydanındaki Panagia (Bakire Meryem) ve Agios Charalampos tapınakları da ziyaret edilebilir. Kompleksin kulesinin taş rölyefleri dikkat çekici. Athanaton meydanındaki Agios Athanasios, Mavromichali ailene ait olan ve 1746-1868 yıllarından kalma duvar resimleri ile bilinen Ai Giannis Prodromos Kilisesi ve ikonostasisi ile ünlü Panagia Georgianiki Kilisesi de gezilebilir.
Biz 2 gece yemeğimizi Areopoli ana caddesindeki Barba-Petros’da yedik. Domates soslu köfteyi özellikle öneriyorum. Ev yapımı şarapları da oldukça iyiydi. Mani yarımadasındaki favori dondurmacım ise Areopoli ana caddesinin başındaki tonton amcanın dondurması. Büyülü iksir kazanına düşen Hopdediks gibi sakızlı sütlü dondurmanın içesine düşesim var hala!
Gerolimani’ye giderken gezilecek bir yer de Diros Mağarası. Aeropolis’in 7 km güneyindeki. İçinde su olan bu mağara küçük teknelerle geziliyor ve yaklaşık 40 dk. sürüyormuş. Sular yüksek olduğu için biz ne yazık ki gezemedik. Mağaranın çok etkileyici ve iyi organize edilmiş olduğu söyleniyor.
7.GÜN-AREOPOLİ-DÜNYA’NIN SONUNA YOLCULUK
Sabah denizi için Mavrovoini kumsalına gittik. Öğlen terkedilmiş Vatheia köyüne uğradık.
Öğleden sonra iyice güneye yöneldik ve Marmari plajında denize girdik. Burada tepelere kısa bir trekking yolu var. Yolun sonunda tepede minik bir şapel karşılıyor gezginleri.
Akşamüstü Porto Kagio koyuna gidip Balkanların en güney ucu ‘Cape Tenaro’ya (Cape Matapan, Cape Tairanon) yürüdük. İyon Denizi ile Ege Denizi’ni birleştiği yer olan ‘Cape Tenaro’ ismini burada bir şehir kurduğuna inanılan Zeus’un oğlu Taenarus’dan almış. Antik Yunan’da Hades’in Herkül’den saklandığı yer olarak biliniyor. İki kilometrelik yürüyüşün ilk kısmı düzlük ve bir Roma şehri olan antik Tainaron’un yıkıntılarını ve mozaiklerini gözler önüne seriyor. Ama sonrası uçurumun kıyısında yürüyormuşcasına heyecanlı. Elli dakikalık bir yürüyüş ile ulaşabileceğiniz deniz feneri Balkanların en güney ucunu işaret ediyor. Fener 1882 yılında inşa edilmiş ama halen kullanım dışı. Burası Dünya’nın sonuna gelmiş gibi hissedeceğiniz sonsuz özgürlük duygusu ile dolacağınız bir nokta. Karşı taraf Libya. Dönüşte Porto Kagio’da denize girip trekking yorgunluğu atılabilir.
8.GÜN-AREOPOLİ-DENİZ, DENİZ, DAHA FAZLA DENİZ
Son günümüzün ilk yüzme durağı Mezapos. Ağzı son derece dar olan bu minik koy adeta bir akvaryum. Kenarları dik kayalar ile çevrili, bu nedenle tırmanıp atlamak için ideal. Tabii ki bu özelliği ile denize girmek için benim favori mekânım oluverdi.
İkinci durağımız Alypa. Kumsaldaki minik tavernada öğlen yemeğimizi yiyip, denizde bol bol serinledik. Deniz taşlık ama yüzmesi pek keyifliydi. Tüm aile bir kez daha Limeni de yüzmek isteyince finali orada yaptık. Günbatımında da O Takis tavernada harika bir akşam yemeği yiyip Mani seferimizi tamamladık.
21 TEMMUZ 2019 PAZAR ATİNA’DAN DÖNÜŞ
Vakit olursa gezilebilecek 2 önemli yeri de anlatayım:
Miken (Mycenae): Korint kanalı ile Napflio arasında bulunan ve UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan Kral Truva Savaşı kahramanı kral Agamemnon’un öldürüldüğü yer. Miken Uygarlığı altın çağını MÖ 1600-1200 yılları arasında yaşamış. Şehir gün yüzüne 1870 yılında çıkarılmış. Miken Uygarlığı’na özgü hiç harç kullanılmadan yapılmış taş duvar, Aslanlı Kapı, Mezarlar Halkası, Agamemnon’un Sarayı ve mezarı görülebilecek yerler arasında.
Bizans İmparatorluğunun kültür başkenti olan ve Taygetus Dağının eteklerinde kurulmuş olan Mystras Sparta şehrine 10 dakika araba yolcuğu mesafesinde. UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alıyor. İlk kale 1249 yılında yapılmış. Pek çok yangın geçirmiş ve 1950 yılından beri kazı çalışmaları devam ediyor. İki adet giriş kapısı var. Üst kapıdan girildiğinde kale ve panoramik Mystras manzarası çok etkileyici. Ayrıca Aya Sofya kilisesi, Küçük Saray ve Derebeyi Sarayı var. Aşağı giriş kapısı ise Pantanassa ve Peribleptos Manastırları, Aya Demetrios Metropolitan Kilisesi ve Aya Teodosios Kilisesine ulaşmayı sağlıyor.
- Agiorgitiko
- Akronafplia plajı
- Ambelakia plajı
- Areopoli
- Arvanitia
- Asklepios
- Bourtzi Kalesi
- Cape Matapan
- Cape Tairanon
- Cape Tenaro
- Diros Mağarası
- Elafonisos
- Epidaurus (Epidavros) Şifa Merkezi
- Gefira
- Gerolimani
- Gythio
- Kakkavos plajı
- Kandia
- Karathona plajı
- Kondili
- Korint Kanalı
- Kranai
- Lakonya
- Lefki (Pefki)
- Limeni
- Mani
- Marmari
- Mavrovoini
- Mezapos
- Miken (Mycenae)
- Mikro Simos
- Monemvasia
- Mora Yarımadası
- Mystras
- Nafplio
- Neas Kiou
- Nemea
- Palamidi Kalesi
- Panagia
- Peloponnese
- Pori plajı
- Porto Kagio
- Pounta Limanı
- Selinitsa plajı
- Simos plajı
- Vatheia