Goncagül Haklar, Mart 2019
Dünyanın en gelişmiş ve en pahalı destinasyonlarından biri olan Japonya, kültüründen mutfağına, dilinden yaşam biçimine dünyanın en farklı ve orijinal ülkesi. Eldiven giymiş ve taksisini dantelli koltuk kılıfları ile süslemiş taksi şoförlerinden, uzay filmlerinden fırlamış gibi duran kapsül otellere, milyonlarca insan yaşamasına rağmen pırıl pırıl şehirlerinden, el emeği ile yapılan sushi’ye kadar Japonya, farklı bir kültür görmek, koklamak ve tatmak isteyenler için kesinlikle büyük bir çekim gücüne sahip.
Rotanız Japonya ise her yerdeki atari salonları, parasını ödeyerek sevgi gösterebileceğiniz kedi-baykuş kafeleri, teknolojik tuvaletleri, saf ırk oluşları, binlerce kişinin aynı anda karşı karşıya geçtiği kavşakları, neonlu tabelalarla dolu sokakları, oda şeklinde sadece 5-6 kişinin oturabileceği barları, bambu ormanları, on katlı metro istasyonları ve yeraltı şehirleri ile başka bir gezegene yolculuk yapmaya hazır olun!
Japonya ile ilgili bu ikinci yazımda Nara, Hakone ve Tokyo bölümünü paylaşacağım. Kyoto, Miyajima ve Hiroşima bölümünü anlattığım ilk yazıma ise buradan ulaşabilirsiniz.
4.GÜN= NARA
Kahvaltının ardından, Japonya’nın ilk imparatorluk başkenti Nara’ya (MS 710-784) gittik. Kyoto’dan Nara’ya hızlı tren ile 45 dakikada ulaşmak mümkün. Tren istasyonundan otobüse binerek 8-10 dakika gibi bir sürede Nara Park’a gittik. Aslında yürüyerek 30 dakikalık bir mesafe ve yürüme açısından da çok hoş bir yol. Etraf bol ağaçlık ve geyiklerin özel alanları var ama hafif yokuş yukarı bir yol. Bu nedenle biz otobüs ile gidip dönüşte yürümeyi tercih ettik.
Nara yine tapınakları ve mabetleri ile ünlü. Şehirde 700’lü yıllardan kalan kalıntılar bulunuyor. Nara Park’ta koruma altına alınmış bolca geyik var. Kasuga Taisha Tanrısının eski zamanlarda beyaz bir geyiğe binip geldiğine inanıldığı için bu geyikler çok değerliler ve kutsal sayılıyorlar.
Büyük ahşap Nandaimon Kapısı ve koruyucu heykeller tapınağın en önemli hazineleri arasında. Etrafınızda geyikler serbestçe dolaşıyor ve güzel tarihi dokuya eşlik ediyor.
Parkın içindeki Toodai-ji Tapınağını dünyanın en büyük ahşap yapısı olarak biliniyor. Orijinal Budist Tapınağı Nara Döneminde yapılmış ve ana salon 752 yılında tamamlanmış. 1709 yılında yeniden inşa edilmiş haliyle mevcut tapınak orijinalinin ancak üçte ikisi kadarmış. Ana solonun (Daibutsuden) içerisinde bulunan 15 metre yüksekliğindeki Daibatsu Japonya’nın en büyük bronz Buda heykeli. İddiaya göre 2.600.000 kişi, bu tapınağın yapımında görev almış ve içerisinde yer alan Buda’nın ağırlığı 500 ton imiş. Turistlerin en çok ilgisini çeken ise alt kısmında dar bir delik olan ahşap kolon. Eğer bu delikten sıkışmadan geçerseniz dileklerinizin kabul olacağına inanılıyor. Hemen yanındaki tapınak biraz tepeye yönlendiriyor ve muhteşem bir Nara manzarası sunuyor. Tapınağın bahçesindeki sakuralar nefes kesici. Kompleks için de birkaç küçük tapınak daha var.
Görülebilecek diğer yerler arasında Kofuku-ji Tapınağı ve yanındaki ülkenin en büyük ikinci pagodası (ilki Kyota’da), Ulusal Hazine Müzesi ile İsuien Bahçesi ve Kasuga Taisha ile botanik bahçeleri de var. Pembe beyaz sakuralar Nara’nın mistik atmosferinde hoş bir arka plan oluşturuyor.
5.GÜN= HAKONE
Kahvaltının ardından bavullarımızı toplayıp kurşun tren ile Hakone’ye gittik. Eğer trenin gidiş yönüne göre sol tarafta oturursanız, Hakone’ye yaklaşırken tüm azametiyle Fujisan sizleri selamlıyor.
Tokyo’nun batısında bulunan ve Fuji-Hakone-Izu Doğal Parkı’nın bir parçası olan Hakone hem termalleri (onsen) hemde Ashinoko gölü ile meşhur. Odawara istasyonunda trenden inip yerel rehberimiz eşliğinde minibüse bindik. Rehberimiz aksansız İngilizcesi ile bizi oldukça şaşırttı. İtalyanca ve Fransızca da biliyormuş ve şu aralar Yunanca öğrenmeye çalışıyormuş. Hatta ilk bir araya geldiğimizde bizleri selamlamak için kâğıda yazdığı Türkçe cümleleri de oldukça iyi okudu. Önce Joshi Park’a gidip Odawara Kalesi’ni gördük. Orijinal bina 15.yy yapımı. Bir dönem Hojo klanının eline geçmiş ama 1590 yılında Toyotomi Hideyoshi tarafından tekrar Japon topraklarına katılmış. Kale 1703 depreminde oldukça hasar görmüş ama 1870 yılında yeniden yapılmış. Edo dönemindeki çizimlerine bakılarak 1960 yılında tekrar restore edilmiş. Halen Tokyo’ya en yakın kale olma özelliğini koruyor. Dışardan 3 katlı görünmesine karşın içerden 4 katlı. Kale ve çevresi sakuraları ile ünlenmiş, gerçekten seyirlerine doyulmuyor.
Ashinoko Gölü’nün kenarında Hakone’nin tarihsel özelliklerinin sergilendiği ve dönemin yaşantısından kesitlerin sunulduğu etnografik bir bölüm var. Hakone yıllarca Tokyo için bir sınır kapısı ve güvenlik noktası görevi sürdürmüş. Sonrasında göl kenarında öğle yemeğimizi yedik.
Yemek sonrası korsan gemisinde 1 saatlik bir tekne gezisi yapıp tekneden ünlü Fuji Dağı’nı fotoğrafladık.
Fuji Dağı 3776 m ile Japonya’nın en yüksek dağı. Neredeyse kusursuz olarak biçimlenmiş olan Fuji Dağı’nın kutsal olarak kabul edilip ibadet edilmesi ve yüzyıllardır sanatçılar arasında çok popüler olması hiç de şaşırtıcı değil. Volkanik Fuji Dağı en son 1707’de aktivite göstermiş. Havanın berrak olduğu günlerde Tokyo’dan ve Yokohama’dan görülebiliyormuş. Her zaman net olarak görülemeyen Fuji dağı sıcak mevsimlere göre soğuk mevsimlerde ve geç saatlere göre erken saatlerde daha net görülebiliyor deniyor. Tekne gezisi sırasında ne yazık ki bulutlar arkasına gizlendi ama sonra aracımızla özel bir seyir noktasına gittik. Kendisi orada bize karşı oldukça cömert davrandı. Dağ temmuz ve ağustos aylarında tırmanışa açık.
Sonrasında biraz da sanat dedik ve Japonya’nın 1969 yılında yapılan ilk açık hava müzesine gittik. Hakone Açık Hava Heykel Müzesi’nde muhteşem dağ manzarası eşliğinde doğa ve sanat eşsiz bir harmoni içinde buluşturulmuş. Hem kapalı hem de açık alanları var. En özeli Picasso eserlerinin ve yaşamından kesitleri gösteren fotoğrafların sunulduğu bölüm. Sanatçının resim, çizim, seramik ve heykel örneklerini içeren zengin bir koleksiyon var. Toplam 70000 metrekarelik açık alanda ise Rodin, Calder, Caro, Dubuffet, Miro, Miyawaki, Taro Okamoto, Yasuo Mizui, Churyo Sato, Niki de Saint Phalle, Vangi ve Rosso’nun eserleri izlenebilir. Dünya’nın en büyük Henry Moore kolleksiyonu burada. En popüler noktalardan biri Gabriel Loire’ın 18 metre yüksekliğindeki kulesi ‘Symphonic Sculpture’. Dışarıdan gri ve kasvetli görenen yapı içeri girdiğinizde sizleri rengarenk vitraylarla bir düş dünyasına davet ediyor. Minik gezginler de unutulmamış. Çocukların içine girip oynayabilecekleri devasa interaktif heykeller var.
Sonrasında Japon geleneksel konaklaması için otelimize yerleştik. Odalarımız oldukça sadeydi. Odanın ortasında sadece bir yerde oturma düzeneği vardı. Biz yemeğimizi yerken odalarımızda bizler için yer yatakları hazırladılar. Odadaki tuvaleti anlatmadan geçemeyeceğim. Japonya’da tüm tuvaletlerin oturma bölümü ısıtmalı, sıcaklığını ve şiddetini ayarlayabileceğiniz şekilde su püskürtüyor. Ama bu tuvaletin sifonu çok farklıydı. Sifonun üst kısmı lavabo olarak tasarlanmış ve elinizi yıkadığınızda su direkt olarak sifona doluyor. Lavabonun musluğu yok. Sifonu çektiğinizde musluktan su akmaya başlıyor. Su tasarrufu açısından oldukça pratik bir yaklaşım.
Yemekte çeşit sayısını fazlalığı hepimizi şaşırttı. Hepsi oldukça lezzetliydi. Yemek sonrası açık havada ‘onsen’ keyfi olmazsa olmaz. Sülfür içerikli su gerçekten oldukça sıcak. Japonlar bu banyolara çıplak girmeyi tercih ediyorlar ama arzu edenleri için mayo ile girilebilecek ayrı bir havuz da var.
6.GÜN= TOKYO
Sabahımıza geleneksel Japon kahvaltısı ile başladık. Uzakdoğu yemeklerine çok düşkünüm ama ben bile sabah sabah çiğ balık yiyemedim. Ufak tefek atıştırmalıklar ile sabahı geçiştirdik.
Kahvaltının ardından Odawara tren istasyonuna gidip, kurşun tren ile Tokyo’ya gittik. Rehberimiz Pembe Hanım’ın konaklama için tercihi olan Shinegawa Prince Oteli istasyona yakınlığı ile sonraki günlerde hayatımızı oldukça kolaylaştırdı.
Otele yerleştikten sonra ilk durağımız bir Budist tapınağı olan Senso-ji (Asakusa Tapınağı) Tokyo’nun en popüler ve renklilerinden. Efsaneye göre 628 yılında 2 kardeş balık avlarken merhamet tanrıçası heykelini yakalıyorlar. Tekrar nehire geri atmalarına rağmen, heykel hep onlara geri dönüyor. Bu nedenle tapınak merhamet tanrıçası adına 645 yılında yapılıyor ve Tokyo’da bulunan en eski tapınak. Tapınağa Kaminarimon (Fırtına Kapısı)’dan giriliyor. Bu kapı aynı zamanda dev kırmızı fenerleriyle Tokyo’nu sembolü. İkinci kapı Hozomon’a kadar uzanan 200 metrelik tarihi cadde (Nakamise) üzerinde alışveriş için dükkanlar var. Tapınak 5 katlı ve yıl boyunca birçok festivale ev sahipliği yapıyor.
Sonrasında Shibuya’ya gidip ünlü Haçiko heykelini ve yüzlerce kişinin aynı anda karşıdan karşıya geçtiği Tokyo kavşaklarını gördük. Haçiko 1923 yılında doğmuş Akita cinsi bir köpek. Tokyo Üniversitesi Ziraat Fakültesinde görev yapan Prof. Dr. Hidesaburo Ueno bu köpeği sahiplenip ona Japonca sekizinci anlamına gelen Haçiko adını veriyor. Haçiko her sabah sahibine Shibuya metro istasyonuna kadar eşlik edip eve dönüyormuş. Zamanla dönüş saatinde gidip sahibini karşılamaya da başlamış. Prof. Ueno iş yerinde kalp krizi geçirip ölmüş ama Haçiko öleceği tarih olan 8 Mart 1935 tarihine kadar 9 yıl boyunca her akşam sahibini metro istasyonunda beklemiş ve 11 yaşında metronun kapısında ölmüş.
7.GÜN= TOKYO
Kahvaltının ardından Tokyo turumuza başladık. İmperyal Palas Batı Bahçesi (Japon İmparatorunun halen yaşadığı saray) ilk durağımız oldu. Ne yazık ki içeri girilmiyor ama Batı Bahçesindeki sakura ağaçlarını gördük. Bahçelerden Tokyo silüeti de oldukça güzel görünüyor.
Toplam nüfusu 35 milyona ulaşan Japonya’nın başkenti ve dünyanın en kalabalık şehri olan Tokyo aynı zamanda dünyanın en iyi toplu ulaşımına sahip, en temiz ve en düzenli şehirlerinden biri. Trenlerin dakikliği takdire şayan, sokaklar bal dök yala. Tüm şehir parklar, bahçeler ve muhteşem ortak alanlar ile dolu. Şehrin kalbindeki İmparatorluk Sarayı (Imperial Palace) ise özellikle sakura mevsiminde görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Kyoto’dan sonra 1600’lü yıllarda shogun hanedanlığı tarafından başkent seçilen Tokyo, 1923 depreminde ve sonrasında 2. Dünya Savaşında adeta yerle bir olmasına rağmen bugün dünyanın en gelişmiş metropollerinden biri.
Sonrasında Tsuji Balık Pazarını gezdik ve öğle yemeği olarak suşi yedik.
Öğleden sonramızda Sumida nehrinde tekne gezisi yaptık. Tokyo 1964’den sonra 2020 yılında ikinci kez olimpiyatlara ev sahipliği yapacak. Olimpiyat köyünün inşası devam ediyor. Bu tekne gezisi ile pembe beyaz sakuraların süslediği şehrin silüeti daha iyi algılanıyor.
Günün son durağı için Edo Müzesi’ne gittik. Bir etnoğrafya müzesi olan Edo Müzesinde tarihsel bir dizgi içinde Japon yaşamı ve kültürü çok güzel özetlenmiş.
Japonya gezimin sürprizi ortaokul, lise ve üniversite arkadaşım sevgili Murat ile buluşmak oldu. Uzun yıllardır Japonya’da yaşayan ve 30 yıldır görmediğim arkadaşım ile bir akşam yemeğinde buluştuk, beni zarafetle ağırladı, her zaman ki neşesi ile bana harika bir gece geçirtti.
Tokyo gece de bambaşka güzel.
8.GÜN=TOKYO
Güne Ueno Park ve Tokyo Ulusal Müzesi ile başladık. Sakura zamanı olduğu için Ueno Park büyülü bir atmosfere kavuşmuştu. Meiji restorasyonu sırasında 1868 yılında tamamen yok olan park 1873 yılında batılı tarzdaki ilk park olarak kapılarını yeniden açmış. Bu arada Japonların piknik yapmaya çok düşkün olduklarını da belirtmeden geçemeyeceğim. Geleneksel Japon pikniğine ‘hanami’ adı veriliyor.
En eski Japon ulusal müzesi olan Tokyo Ulusal Müzesi aynı zamanda Japonya’nın en büyük müzesi ve dünyanın sayılı sanat müzelerinden biri. Koleksiyonunda 110000 fazla eser bulunuyormuş ve daimi olarak 4000 eser sergileniyor. Ana bina Honkan’da kostümler, silahlar, seramikler ve antik Budist heykeller var. Zarif el işlemeleri ile bezenmiş kimonolar birbirinden güzel. En eski bina olan Hyokeikan Meiji dönemi eserlerini barındırıyor. Toyokan binasında Asya sanatı, 1993 yılında taç giyme törenini nedeniyle yapılan Heiseikan binasında eski Japon kültürüne ait eserler sergileniyor.
Günü dünyaca ünlü alışveriş bölgesi Ginza ile tamamladık. Tarihi Japonya atmosferinden sıyrılıp birbirinden ilginç gökdelenleri izlemek çok farklı oldu. Bağdat Caddesi genişliğindeki ana cadde pazar günleri trafiğe kapatılıyor. Halk koltukları, şemsiyeleri ile caddenin ortasında oturuyor. Çocuklar yolda neşe ile oynuyor. Bağdat caddesinde de böyle bir uygulama olsa ne hoş olur demekten kendimi alamadım.
9.GÜN= TOKYO
Otel de kahvaltının ardından son imparatorunun ruhuna adanmış Shinto tapınağı olan Meiji Jingu ilk hedefimiz oldu. Evliliklerin mutlu yürümesi için Meiji Jingu da düğün tercih etmek Japonlar arasında çok yaygınmış. Bizde geleneksel Japon kostümleri ile evlenmiş bir gelin-damat ve düğün kortejini gördük.
İmparator Meiji ve imparatoriçe Shoken’e adanmış bir tapınak olan Meiji Jingu, onların ölümünden sonra 1920 yılında tamamlanmış. İkinci Dünya Savaşı’nda hasar gördüğü için de sonrasında tekrar yapılmış. Modern Japonya’nın ilk imparatoru olan Meiji ülkenin modernizasyonunda ve batılılaşmasında çok önemli bir rol oynamış. Kompleksin içinde bulunduğu ormanlık alan tüm ülke genelinde bağışlanmış 100.000 ağaç ile kurulmuş. Yeni yılın ilk günlerinde yılın ilk duası (hatsumode) için 3 milyondan fazla ziyaretçiyi ağırlayan tapınak yıl boyunca da geleneksel Shinto düğünleri için gözde bir mekân. Tapınağın içindeki evli 2 ağaç uzun süreli birlikteliklerin sembolü. Kompleks içinde hazine evi ve orkideleri ile ünlenmiş iç bahçe de var. Girişindeki sake (Japon pirinç rakısı) kazanları ve şarap fıçıları da oldukça ilginç.
Sonrasında çılgın gençlerin uğrak yeri Harajuku’ya gittik. Birbirinden ilginç kostümler ile çizgi filmlerden çıkmış gibi görünen gençler sayesinde farklı bir dünyanın kapısından giriyorsunuz. Kalabalıklığı adeta insan seli.
KONAKLAMA
Japonya’da konaklama pahalı ama her bütçeye göre alternatif de var. Geleneksel, ahşap ve minimalist Japon oteli Ryokan pahalı olmasına rağmen bir Japon gibi yaşama tecrübesini edinebileceğiniz yerler. Standart oteller tabii ki mevcut. Düşük bütçe ile gezenler için hosteller ve sadece yatağın bulunduğu, kapı olarak örtü bulunan kapsül oteller alternatif olabilir. Feng Şui felsefesine göre döşenmiş bir Japon evi de tercih edebilirsiniz. Bu evlerde az eşya ve boş köşeler mantığı ile enerjinin evde dolanması ve insanın dünya malı ile işinin olmaması benimsenmiş durumda.
YEME-İÇME
Öncelikle Kobe eti mutlaka denenmeli. Klasik müzik dinletilerek, fazla hareket ettirilmeden ve bira içirilerek beslenen bu hayvanlara kaslanmaması için düzenli masaj yapılıyor. Et hem yumuşak hem de yağlı değil. Japonya Kobe şehrinde üretilen bu ete tonaj kısıtlaması koymuş durumda. Alternatifi ise wagyu yemek. Bizde Japonya gezimizi nefis bir wagyu ile tamamladık. Japonlar bolca suşi tüketiyorlar. Çubuk ile yemek yemek Uzak Doğu Asya ülkelerinde 6000 yıldan beri süre gelen bir gelenek. Bizim ‘chopstick’ dediğimiz çubuklara Japonlar ‘hashi’ diyorlar.
Japonya’da çay içmek bir kültür, çay seremonisi ise bir sanat. Japon meyhanelerine ise ‘izakaya’ deniyor. Aslen bir Portekiz yemeği olan tempura, sebze ve meyvelerin buzlu suda hazırlanmış özel bir un karışımına batırılması ve taze yağda kızartılması ile yapılan bir kızartma yemeği. Japonya’da geleneksel Japon noodle’ı (eriştesi) ve tavuk suyu ve sebzelerinin birleşiminden yapılan noodle’lı ramen’ler çok ünlü. Japonya ‘ya özgü bir diğer yemek olan Miso çorbası ise duru bir su içinde noodle ve bir miktar sebze barındırıyor.
ULAŞIM
Ülkeyi metrolar, banliyö ve hızlı trenler ile örmüşler. Aktarma noktalarındaki kolaylık, hatların planlaması, terminallerin güzelliği, her şeyin dakikliği hayranlık uyandırıcı. Bütün hatların uzunluğu ise günümüzde 2,500 km’den fazla. Her yıl yaklaşık 300 milyon yolcu, dünyadaki bütün hızlı trenlerle taşınan yolcu sayısından fazla, bu trenlerle taşınıyor. Trenleri hızı saate 600 km’ye ulaşabiliyor. Hızlı trenlere (shinkansen, kurşun tren) binebilmek için ‘Japan Rail Pass (JRP)’ alınıyor. Sonrasında aldığınız gün dahilinde istediğiniz kadar kullanabiliyorsunuz. Tabelalarda İngilizce açıklaması kısıtlı olduğu için Google maps veya Ulmon’ın çevrim dışı versiyonlarını kullanmakta fayda var.
GENEL
- Evcil hayvan sayısı, çocuk sayısından fazla imiş.
- Çok çalışmanın bir göstergesi olarak iş yerinde uyumak kabul edilen bir davranışmış.
- Birçok kaplıca ve hamam, dövme sahibi olanları kabul etmiyormuş.
- Çizgi romanlar için harcanan kağıt miktarı, tuvalet kağıdından fazlaymış.
- Savaş ve saldırıyı reddeden bir anayasası varmış.
- Nüfusun %23’ünden fazlası 65 yaş üzeri imiş.
- 18 Nobel ödülü kazanan vatandaş çıkarmış bir ülke olması takdire şayan.
- Birçok şirket çalışanları için sabah egzersizleri organize ediyormuş.
- Japon kökenli olan Kareoke çok meşhur ve “orkestrasız” anlamına geliyor.
- Her yıl 1,500’den fazla deprem oluyormuş.
- 200’den fazla volkanik dağ vardırmış.
- Jamaika’nın kahve üretiminin %85’ini Japonlar tüketiyormuş.
- Ülkede Amerikan prizleri kullanılıyor.
- Japonya’da tüm tuvaletlerin oturma bölümü ısıtmalı, sıcaklığını ve şiddetini ayarlayabileceğiniz şekilde su püskürtüyor. Japonya idrar yolu enfeksiyonlarının en az görüldüğü ülkeler arasında, nedeni de bu hijyen olmalı.
- Sosyal medyada gördüğünüz toplu taşıma araçlarında kitap okuyan Japonlara ben hiç rastlamadım. Herkesi elinde telefon var ve oyun oynuyor. Hatta yaşlıya, bebekliye yer verme kibarlığı da ortadan kalkmış. Akıllı telefonlar kültürel bir yozlaşma yaratmış sanırım. Bu benim için en büyük hayal kırıklığıydı.
- Gün içine çok çalışan ve sosyalleşemeyen Japonlar geceleri alkolün etkisiyle dağıtıyorlarmış.
- Çoğu ödeme nakit parayla yapılıyor. Görgü kuralı olarak para veya kredi kartı elden alınıp verilmiyor, onun yerine her kasanın yanında duran küçük tepsilere konuluyor. Bu tepsinin olmadığı durumlarda parayı veya kredi kartını parmak uçlarıyla tutarak, avuç içi yukarı bakacak şekilde kibarca uzatıyorlar.
- İngiltere merkezli bir internet sitesine göre Nobel Ödülü sayısı, okul performansı ve IQ testine göre hazırlanan en zeki ülkeler listesinde Japonya 1’inci sırada, onu İsviçre ve Çin takip ediyor. Türkiye ise listede yok.
- Çevre temizliği şaşırtıcı boyutta. Sokaklarda çöp kovası yok ama yerlerde çöp de yok.
- Trafik İngiliz tarzı gibi soldan akıyor. Japonya da araba kiralamak isteyenler bunu göz önünde bulundurmalı.
- Taksi bulmak kolay değil. Önceden durağa bilgi vermek gerekiyor. Taksi şoförleri beyaz eldivenli ve koltuklar da dantel örtüler ile kaplı. Benim bindiğim takside şoför Latin alfabesine de aşina değildi, gideceğim adresin Japon alfabesi ile yazılı olanını gösterdim.
- Asakusa Tapınağı
- Ashinoko Gölü
- Daibatsu
- Daibutsuden
- Edo Müzesi
- Fırtına Kapısı
- Fuji Dağı
- Ginza
- Haçiko heykeli
- Hakone
- Hakone Açık Hava Heykel Müzesi
- Harajuku
- Hozomon
- İmperyal Palas Batı Bahçesi
- Izu Doğal Parkı
- Japan Rail Pass
- Japonya
- Kaminarimon
- Kobe eti
- Kurşun tren
- Meiji Jingu
- Miso çorbası
- Nakamise
- Nandaimon Kapısı
- Nara
- Odawara
- Onsen
- Ramen
- Senso-ji
- Shibuya
- Shinkansen
- Sumida
- Symphonic Sculpture
- Tokyo
- Tokyo Ulusal Müzesi
- Toodai-ji Tapınağı
- Ueno Park
- Wagyu