Goncagül Haklar, Ekim 2017
Sükunet, ilham ve asaleti yeniden tanımlayan Edinburg, yürüyerek bir gün içinde keşfedebileceğiniz, Arnavut kaldırımlı ve dar sürprizli sokakları, rengarenk mağazaları, gayda çalan kiltli sokak şarkıcılarıyla tarih dolu ve büyüleyici bir şehir.
Avrupa’nın kuzey duvarını oluşturan Edinburg, İskoçya’nın Glaskow’dan sonra gelen ikinci büyük şehri ve başkenti. Glaskow araba ile 1 saat sürüyor, ama modern yapısı ile asla bir Edinburg değil. İskoçya en sıcak olduğu aylarda bile sizi hem üşütüp, hem de yağmuruyla ıslatmayı başarabilen, bir anda ortaya çıkan güneşi ile ısıtıp terletirken, aradan beş dakika geçmeden beliren bir bulut sizi anında sırılsıklam yapabilen bir iklime sahip. Ama ister ülkenin ‘Highlands’ denilen dağlık bölgesinde bir şatoda, ister Edinburg’da olun, yağmur ve devasa bulutlar bu gotik ülkeye gerçekten çok yakışıyor. Sahip oldukları eşsiz yeşil vadilerin arasında Loch (lake) olarak adlandırdıkları koyu renkteki gölleri insanın nefesini kesebilecek derecede güzel. Hele bir de devasa kulesiyle eski bir şatonun gölgesi bu göle düşmüşse!
Dünya Kültür Mirası Listesinde yeralan ve sıra dışı mimarisi ile kendinizi bir masal diyarında hissetmenize sebep olacak olan Edinburg’un ciddi bir ilham şehri olduğunu örneklemek için bu şehirde yazılmış iki eser söyleyeyim: Sherlock Holmes ve Harry Potter.
İskoçya’nın oldukça ilginç bir tarihi var. İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’in varis bırakmadan ölmesi üzerine, kraliçenin en yakın akrabası olan İskoçya Kralı VI. James tahta geçmiş. “Taçların Birliği” olarak adlandırılan bu dönemde iki ülke bir tek kral altında ayrı ayrı varlıklarını sürdürmeye devam etmişler. 1707 yılında önce İskoç Parlamentosu tarafından, daha sonra da İngiliz Parlamentosu tarafından kabul edilen Birleşme Yasası ile iki krallık tek bir parlamento ile yönetilmeye başlamış. Bu birleşme sonrasında oluşan yeni krallık, Büyük Britanya olarak adlandırılmış. İskoçlar bu birleşmeden sonra tacı ele geçirmek üzere en önemlileri 1715 ve 1745 tarihlerinde olmak üzere birkaç kez ayaklansalar da başarılı olamamışlar. Şu anki İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in eşi, Edinburgh Dükü Philip İskoçyalıdır, yani hala iki ülke aslında biriz mesajını vermekteler. Çeşitli aşamalardan sonra 18 Eylül 2014 tarihinde bağımsızlık referandumunda Birleşik Krallık’tan ayrılmama kararı çıkmış. Ama kendi parlamentoları ve karar organları da var. Futbol ve ‘rugby’ söz konusu olduğunda adadaki 4 ülke ayrı ayrı mücadele ederken, diğer spor mücadelelerine Birleşik Krallık olarak katılıyorlar.
Edinburg’un sadece eski şehir bölgesi değil, tüm şehir ve civar bölgeler Orta Çağ’dan kalma yapıların ve buna saygıyla devam eden mimarinin hakimiyetiyle eski veya eskitilmiş görünümlü. Yağan yağmurlar taş binaları iyice grileştirirken, bakımlı yeşillikleri gürleştiriyor. Bakış açınıza göre depresyona da girebilirsiniz, huzurun en derin anlamlarını da yakalayabilirsiniz. Şehrin kuruluşu 6.yy’a dayanıyor. Burası şehir planlaması yapılan ilk şehir. Aslında Moskova ile aynı paralelde ama Gulfstream akıntısı nedeniyle o kadar soğuk hissedilmiyor. Dünya’nın en temiz başkenti ünvanına sahip olan Edinburg’un musluk suları da inanılmaz lezzetli.
Sönmüş yanardağlar ile kayalar üzerine kurulu Edinburg şehri ile kültürlerine ve geçmişlerine, özellikle benliklerine son derece bağlı, özgürlüklerine düşkün İskoç halkının hikayeleri de anlatmakla bitmez. Stirling’li William Wallace’ın İngilizlere karşı yürüttüğü özgürlük savaşındaki başarısı ve sonra yine İngilizler tarafından işkenceyle öldürülmesi onun ölümsüz ikonik bir figür olarak akıllarda kalmasını sağlamış. Doğum tarihi tam bilinmese de 1270 yılında doğduğu kabul edilen İskoçyalı şövalye, İskoçya’nın bağımsızlığı ve İngiliz egemenliğinden kurtulması için büyük mücadele vermiş. William Wallace, İngiltere Kral’ı I. Edward’a karşı bir çok savaş kazanmış. Bunların en ünlüsü ‘Stirling Köprüsü Muharebesi’. William Wallace komutasındaki İskoç Ordusu, sayıca çok üstün olan İngiliz ordusunu büyük kahramanlıklar göstererek yenmiş. Sonraki yıllarda da ordusuyla birlikte bir çok savaş kazanan ünlü şövalye İskoç Halkı tarafından kahraman olarak görülse de, İngiltere Kralı’na sadık olan kişiler tarafından düşman olarak görülmüş, yakalanıp vatan hainliği ile suçlanarak 1305 yılında idam edilmiş. William Wallace’ın hayatı Braveheart (Cesur Yürek) filminde canlandırılmıştı. Ünlü ingiliz şövalye’yi Mel Gibson’ın oynadığı Cesur Yürek filmi, en iyi film dahil 5 Oscar Ödülü almıştı.
UNESCO tarafından edebiyat başkenti seçilmiş olan Edinburg bilimsel arenada da haklı bir şöhrete sahip. Kopyalanan koyun Dolly, penisilin, muşamba, pnömatik lastik bilim Dünya’sına kattıklarından sadece birkaçı. Zamane çocuklarının “Ansiklopedi” dediğinizde suratınıza boş boş bakmasına inat, biz yaştakilerin çok iyi bildiği Ana Britanica da Edinburg’da basılmış.
Edinburg’a haftanın 5 günü THY’nın karşılıklı seferleri var. Yolculuk yaklaşık 4 saat 30 dakika sürüyor. Biz konaklamamızı Apex Hotel’de yaptık. Eski şehir ile yeni şehirin bileşkesinde ve her yere çok yakın. Kesinlikle öneririm. Şehrin en eski ve en ünlü oteli Balmoral da bu bölgede. Otelin hemen yanındaki ‘Calton Hill’ yine tüm şehri panaromik olarak gözünüzün önüne seren yemyeşil bir dinlenme ve şarj olma alanı. Biz Ekim ayının başında gittiğimiz halde hiç yağmurun yağmadığı şanslı bir 4 gün geçirdik. Edinburg sonbahar renklerine bürünmüştü ve bu gizemli şehire sonbahar renkleri bu kadar mı yakışır diye düşünmekten kendimi alamadım. Dolayısıyla 3 veya 4 güne uzatılabilecek bir haftasonu tatili için ideal.
Şehrin merkezine girdiğiniz andan itibaren ilk gözünüze çarpacak olan şey 11.yy’da şehrin tepesine sönmüş bir volkanın üzerine konumlandırılmış olan Edinburg Şatosu’nun ihtişamı olacak. Şehrin ‘Old Town’ ve ‘New Town’ isimli 2 ana bölgesi var. Bunun nedeni 1600’lü ve 1700’lü yıllarda nüfusun zengin fakir demeden Royal Mile’daki binalarda tıklım tıkış oturup artık yaşanmayacak hale gelmesinden sonra zenginlerin kendilerine yeni bir semt arayışı. Eski kısım ağırlıklı 14-16.yy.lar arasında, yeni kısım ise 18.yy sonlarından itibaren kurulmuş. Arada ise tren istasyonu bulunuyor. Eski kısımlarda o zamanın cam ve ısıtma maliyetinden dolayı evler daha küçük camlı ve daha karanlık. Eski zamanlarda tuvalet yokken, herkes günde iki kez camlarından aşağı tuvaletlerini ve pis sularını dökermiş ve bu sular eskiden göl (Nor’ Loch) olan fakat kurutulup şu anda ‘Princes St. Gardens’ olarak görebileceğiniz bölgeye akarmış. Veba, 1645 senesinde farelerin etrafta cirit atmasıyla birlikte yine ‘Old Town’da yayılmaya başlamış ve sayı tam olarak bilinmese de yaklaşık 90.000 kişi ölmüş. Şehrin tamamı 16.yy’dan kalma yollardan oluşmuş-sürekli kazılan yollarımıza, devamlı değiştirilen kaldırımlarımıza ve bunlara sebebiyet verenlere selam olsun!
Edinburg, Sean Connery, Harry Potter’ın yazarı J.K Rowling, Sherlock Holmes’ün yazarı Arthur Conan Doyle ve telefonun mucidi Alexander Graham Bell gibi bir çok ünlünün doğduğu veya yaşadığı şehir olması ile de ünlü.
Şehrin en güzel zamanı Ağustos ayında Edinburgh Festivali’nin yapıldığı zaman, çünkü tüm şehir dinamik ve canlı oluyormuş. Festival sırasında 1950’den beri her sene düzenlenen ‘Military Tattoo’ yani Askeri Bando gösterisi çok büyük coşkuyla izleniyormuş ve bilet bulmak için aylar öncesinden biletleri almak veya karaborsaya yüksek meblağlar ödemek gerekiyormuş. Ancak seyredenler bunu görüp görülebilecek en iyi bando gösterisi olduğunu söylüyorlar.
Edinburg eski çağlarda cadı yakmaları ile çok ünlüymüş. 14 yy’dan itibaren başlayan cadı avlarında yaklaşık 4000 kişi cadı olduğu gerekçesiyle öldürülmüş. Cadı olduğundan şüphelenilen kişi suya atılıyormuş. Eğer boğulup ölürse cadı olmadığı anlaşılıyormuş, ölmezse cadı olduğu düşünülerek yakılıyormuş-yani bir kere paçayı kaptırırsanız kurtuluş yok, illaki tahtalıköy!
Milli giysileri kilt de aslen 1700’lü yıllarda bir işverenin işçilere dağıttığı bir çeşit üniformaymış. Fakir iskoçlar da bunu benimsemişler, gece örtündükleri battaniyeyi sabah üstlerine atıp kullanmaya başlamışlar. Şimdi aristokrasi simgesi kiltlerde her soy kendi tartan denen desenini kullanıyor. Bu arada ekose de fransızca ecosse’dan geliyormuş, İskoçya demekmiş.
Gece de gidilebilecek bir sürü yer var, İskoçlar içkiyi ve eğlenmeyi seviyorlar, burası da gençlerin üniversite olması dolayısıyla yoğunlukta olduğu bir bölge. Edinburgh Üniversitesi’nden bir çok ünlü mezun olmuş; telefonun mucidi Alexander Graham Bell, penisilinin mucidi Alexander Fleming ve Sherlock Holmes karakterinin yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle gibi.
Şehri gezmeye ünlü Edinburg Kalesinden başlamak en uygunu. Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan kale için en az 3-4 saat ayrılmasını öneriyorum. Gerçekten muhteşem ve büyüleyici bir yer. Kale Nisan-Eylül arası 9.30-18.00, Ekim-Mart arası 9.30-17.00 arası açık. Son giriş kapanış saatinden bir saat önce. Giriş ücreti £16,50. Para vermek istemeyip Edinburg’u kuşbakışı görmek isteyenler Arthur’s Seat ve Calton Hill’e gidebilir.
Kale’de görülecek yerler:
Portcullis Kapısı 1571-73 yılları arasındaki Lang Kuşatması’ndan sonra 1574-77 yılları arasında kalenin ana giriş kapısı olarak yapılmış. Burayı geçtikten sonra sol tarafta, yukarı bölüme çıkılabilen Lang merdivenleri ve yine o sırada, kale ile ilgili tarihsel olayların gelişimini anlatan bordo renkli tabelalar var.
Portcullis Kapısı’nı geçtikten sonra hafif düzlük gibi bir yere varıldığında karşılaşılan yer Argyle Battery olarak adlandırılıyor. Burada kalenin kuzey kısmını savunmak için dizayn edilmiş, yan yana duran altı adet top bataryası yer alıyor. 1730-32 yılları arasında İskoçya’daki askeri yollar ve köprü tasarımlarıyla ünlenmiş General Wade tarafından oluşturulmuş. Her gün (Pazar günleri hariç) öğlen saat 1’de top atışı gerçekleşiyor. Buna One O’Clock Gun deniyor. Denizcilerin saatlerini ayarlaması için gerçekleştirilen bu gelenek ilk olarak 1861 yılında başlamış.
National War Museum İskoçya’nın tarihte yaptığı savaşların ve askeri objelerin hikayesini anlatan bir müze. İçeride İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma bir sahra topu yer alıyor. Governor’s House ise halka açık değil. 1742 yılında yapılan bu binada eskiden kale komutanı ya da yöneticisi kalırmış.
Kalede birbirinden bağımsız iki ayrı askeri alay müzesi var. Bir tanesi ‘The Royal Scots Dragoon Guards Museum’, diğeri de ‘The Royal Scots Museum’. Bu müzeler, İskoçya tarihinin en eski iki askeri alayının anılarını anlatıyor. İçeriye ilk girişte gerçekten insanı etkileyen İskoç müziği çalmakta.
Foog’s Gate kalenin bir üst kısma açılan ana giriş kapısıdır. İki tarafındaki duvar 17. yüzyılda Kral II. Charles tarafından savunmayı güçlendirmek için yaptırılmış.
St. Margaret Şapeli Edinburgh sınırları içindeki yapıların en eskisi olup 12. yüzyılda yaptırılmış. Kral I. David yaptırdığı bu şapeli annesine adadığı için bu isim verilmiş. Günümüzde vaftiz törenleri ve düğünler için kullanılıyormuş.
Mons Meg 1457 yılında Fransa’nın Burgonya Dükü tarafından Kral II. James’e hediye olarak gönderilen top. O dönemde 150 kg top güllesini 3.2 kilometre uzaklığa fırlatabilme kapasitesine sahip son teknoloji savaş aracı olarak anlatılıyor.
Half-Moon Battery 1571-73 yıllarındaki kuşatmadan sonra Kraliyet Sarayı’nı korumak için kurulmuş. Günümüzde burada bulunan toplar, 1810 yılında Napolyon Savaşları sırasında yapılmış. Topların bulunduğu platformun altında ise verilen bilgiye göre 1329-71 yılları arası yaşamış olan Kral II. David yatıyor. Half-Moon Battery’nin hemen arkasında da David’s Tower adı verilen kule yer alıyor.
Son kısım yani Crown Square kalenin kalbi. Buraya daracık bir kapıdan giriliyor ki bu savunma amaçlı planlanmış, düşmanlar tek tek gelsin diye. The Royal Palace Kral VI. James’in doğum yeriymiş. The Scottish Crown Jewels kısmında eskiden İskoç kralları tarafından kullanılmış taç, kılıç, asa gibi objeler sergileniyor.
The Great Hall 1511 yılında Kral VI. James için yapılmış. The Great Hall (Büyük Salon) IV. James tarafından 1511 yılında inşa edilmiş. Ahşap çatısı görülmeye değer. Duvarlarda çeşitli zırhlar, kılıçlar ve mızraklar sergileniyor.
Kalenin diğer kısımları arasında 1758 yılında Fransa ile yapılan Yedi Yıl Savaşları’ndan sonra savaş esirlerinin tutulduğu Prisons of War bölümü de var.
Hemen kalenin çıkışında ‘Camera Obscura’ (eskiden ressamların objeleri direkt kağıda yansıtmalarını sağlayan, dört tarafı kapalı ve sadece küçücük bir delikten ışık alan alet) ve ‘World of Illusions’ denen bir müze var, kendinizi yamuk yumuk, çok büyük/çok küçük görebileceğiniz aynalar vs ve daha bir sürü şey var. 150 sene önce kurulmuş Camera Obscura minik gezginler için ideal.
Edinburg’da adını sıkça duyacağınız Royal Mile, Edinburg Kale’sinden Kraliyet Sarayı ‘Palace of Holyroodhouse’a kadar uzanan en popüler yol. Şehrin önemli mimari unsurları cadde boyunca sırayla karşınıza çıkıyor. Bu yolu oluşturan caddeler ise Castlehill, Lawnmarket, High Street, Canongate ve Abbey Strand caddeleridir.
Yolun ortasındaki St. Giles Katedrali 1120’li yıllardan kalma ve dış görünüşü tüm Birleşik Krallık topraklarındaki katedraller gibi gayet etkileyici. İçi mutlaka görülmeli.
Bu yol üzerinde gayda çalan sokak sanatçıları, restoranlar, İskoçya’nın simgesi kiltlerden ve ekose kumaştan yapılmış giysi ve aksesuar satan dükkanlar var. Şehrin ‘old town’ bölgesindeki dar ara sokaklarda kaybolmak oldukça keyifli.
Mary King’s Close (close dar sokak anlamında) ise 1600’lü yılların vebalı zamanlarından kalmış. Yedinci yüzyılın başlarında bu çevresinin sahibi olan Avukat Alexander King kızı Mary King’in ismini buraya vermiş. 1645 yılında burada yaklaşık olarak 500 kişinin sağlıksız koşullarda yaşadığı söyleniyor. Hasta ve fakir olan kişiler, özellikle veba hastaları, zenginlere ve kraliyet ailesine hastalık bulaştırıp, rahatsız etmesinler diye bu yerlerde tutuluyormuş. Aynı odada en az 6 kişi kalıyormuş. Tuvaleti de bulunmayan küçük odalarda kovalara yapılan pislikler yollara dökülüyormuş. ‘Close’ denilen yerlerden Edinburg’da yüzlerce bulunuyor.
Mary King Close ise Annie denilen küçük hayalet kızı ile ünlü. Annie’nin Hayaletinin burada oyuncağını aradığı söyleniyor.
Royal Mile’ın sonunda ulaşacağız kale ve İskoçya Parlamento binası çılgın iki mimari eser. İskoç Parlamentosuna giriş ve rehber eşliğinde 1 saatlik turlar ücretsiz, rutin bir güvenlik taraması var. Bina mimari açıdan gerçekten etkileyici. İskoç topraklarında tarlaların arasındaki sınırı belirleyen çitlerden ilham alan Katalan mimar Enric Miralles muhteşem bir esere imza atmış ama beyin tümörü nedeniyle eserinin tamamlandığını göremeden ölmüş. Turistlerin rahatlıkla içini girip gezebildiği, her dileyenin oturumlara katılabildiği, hatta yerel halkın kahve içmek için uğradığı bir buluşma noktası burası.
Palace of Holyroodhouse, Kraliçe’nin İskoçya’daki resmi konutu ve İngiliz Kraliyet ailesi burada değilse, saray ziyarete açık oluyor. Holyrood kutsal boynuz içindeki haç demekmiş. Kesinlikle görmeye değer. İçeride fotoğraf çekmek yasak. Haziran sonu, Temmuz başı olan Holyrood haftasında Kraliçe buraya gelirmiş. Kraliçe’nin sanat koleksiyonları da var. Giriş ücreti £11.
Buradan devam ederek çıkılabilen Arthur’s Seat sönmüş bir yanardağ zirvesinde mükemmel Edinburg manzarası sunan ve 251 metre yükseklikte yeralan aşırı rüzgarlı bir tepe. Tırmanış yaklaşık 40-50 dakika sürüyor. Anlatılan o ki, sarayda bir prensesin evlilik dışı üçüzleri olmuş ve bebekler bu tepeye gömülmüş. Bunun bir söylenti olduğuna inanılsa da 4 yıl önce yapılan kazılarda üç bebeğin yeraldığı bir mezar bulunmuş.
Yeni şehire Royal Mile’ın ortasına yürüyüp köprüden karşıya geçerek ulaşılabiliyor. Burada ‘David Street’ ile ‘Princess Street’ kesişiminde bulunan Scott Monument, 1832 yılında ölen ünlü İskoç yazar Sir Walter Scott’ın anısına 1846 yılında neo-gotik tarzda inşa edilmiş. Scott Monument’in bulunduğu alan East Princes Street Gardens olarak adlandırılırken, diğer tarafa ise West Princess Street Gardens deniyor.
Bu iki yerin ortasında ise İskoç Kraliyet Akademisi ve sanat galerisi olan National Gallery yer alıyor. Princess Street Gardens foseptik olarak kullanılan bir gölün kurutulaması ile oluşturulmuş yemyeşil ve oldukça keyifli bir vaha. Yeşilin şehire nasıl değer kattığının, insanlara nefes aldırıp mutlu ettiğinin canlı bir kanıtı adeta. Scottish National Gallery çok büyük olmayan ama güzel bir müze. İçinde Monet, Van Gogh, Tiziano, Rubens, Rembrandt ve Botticelli’den eserler kadar, İskoç sanatçılardan da örnekler görülebilir. Bir Monet hayranı olarak tatmin edici bir koleksiyona sahip olduklarını belirtmeliyim.
Yeni şehir bölgesinde Princess Street, Rose Street ve George Street gezmesi eğlenceli olan, biraz daha lüks restoranların ve modern dükkanların olduğu yerler.
The Elephant House Harry Potter sevenler için mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yer deniyor, çünkü J.K. Rowling parasız dönemlerinde evde ısınma masrafı vermemek için Harry Potter’ı bu kafede yazmaya başlamış, hatta fikri ilk bir peçeteye yazmış. Ama bunun sadece bir pazarlama stratejisi olduğu da iddia ediliyor. Rowling’in bir çok esin noktasına Edinburg’da rastlamak mümkün, mesela Hogwarts fikrini o bölgede aristokrat ve zengin çocukların gittiği George Harriet’s School’dan almış, Tom Riddle ismini de Greyfirars Kirk Mezarlığında gezinirken bir mezartaşında gördüğünü söylemiş. Aslında diğer kafelerden pek farklı değil ama “belki ilham gelir de Rowling kadar zengin olurum” diye gidilerek nafile bir çaba sergilenebilir. Sherlock Holmes’in yazarı Conan Doyle da, benzersiz eserini yazdığı cafeye adını vermiş. Yine turistik uğrak noktalarından.
Akşamları en çok yapılan iki turistik aktivite var, biri ‘pub crawl’ denen bir sürü pub’ın gezildiği turlar. Diğeri ise şehirdeki binaların altında, daha önce erzak depolamak amacıyla yapılan odalar ve tünellerde yapılan hayalet turları. Ortaçağ’da bu tünellerde suçlular, kaçaklar ve fakirler barınırmış. Yine aynı yıllarda tıp fakültesine kadavra sağlamak amacıyla bir çok cinayet işlendiği de söyleniyor (ki Haydarpaşa binasındaki yıllarımızda Karacaahmet mezarlığına giden bu amaçlı tünellerden bahsedilirdi). Yeraltının nemli ve karanlık tünellerinde başlayan turlar, genelde şehrin mezarlığında son buluyor. Bu turlar daha da ürkütücü olsun diye, gece geç saatlerde yapılıyor. Dar ve basık tünellerde gezmekten korkmazsanız ve ürpermezseniz bu turlara katılabilirsiniz.
İskoçya’nın en ünlü yemeklerinden biri haggis. Sakatat sevmeyenler ve değişik tatlara alışık olmayanlar için çok da cazip olmasada, bu tip lezzetlere meraklı olanların haggis’e bayılacağı kesin. Haggis hayvanın yürek, böbrek ve akciğerleri gibi yerlerinin çok ince doğranıp, baharatlı bir karışımla kavrulması ile yapılıyor. İskoç kültüründe haggis’in önemi büyük. Bu yemek için yarışmalar düzenleniyor, adına şiirler ve kitaplar yazılıyor. Bizzat denedim, bol baharat sayesinde bizim içli köfteyi andıran bir lezzet ortaya çıkmış ama bizim gibi kebap kültürü ile yetişenleri haggis ile sınama Rabbim! Yemekleri ile ün yapmış bir mutfak olmayabilir ama buz gibi sulardan çıkan taze balık, istridye ve deniz ürünleri, bolca yetiştirilen büyük ve küçükbaş hayvanları, av etleri ve pek çok yerel lezzeti ile İskoç mutfağı dikkate değer.
İskoçya denince viskisiz olmaz, yine kalenin hemen yanında ‘The Scotch Whiskey Experience’ var (www.scotchwhiskyexperience.co.uk). Damak lezzetinize göre farklı seçenekler üzerinden sizi yönlendirecek bir pano yapmışlar. Çalışanlar da oldukça ilgili. Bu noktada Bernard Shaw’un ünlü sözünü de paylaşayım: “Viski güneş ışığının sıvı halidir”.
Ünlü içecek ‘Bloody Mary’ de İskoç kökenli. Mary Stuart V.James’in kızı ve annesi de bir Fransız. İngiltere Kralı 8.Henry oğlunu onunla evlendirmek istiyor ama reddediliyor. Mary Fransa veliahtı ile evleniyor. Bir süre sonra veliaht öldürülüyor ve Mary İskoçya’ya geri dönüp yeniden evleniyor. Bir de sevgilisi var ki sarayı gezerken gizli aşığının odasını ve Mary’nin odası ile bağlantısını görebiliyorsunuz. Önce sevgili öldürülüyor. Sonra kocasını da öldürtüyor ve yeniden evleniyor. Sonra bu kocasını da öldürtüyor (dolayısıyla bir içki, bir insanı bu kadar iyi anlatabilir).
Greyfriars Bobby Heykeli şehrin önemli simgelerinden. 1850 yılında eşi ve oğlu ile Edinburg’a taşınan bahçıvan John Gray iş bulamayınca bekçilik yapmaya başlamış. Uzun ve soğuk kış gecelerinde kendisine eşlik etmesi için de bir terrier edinmiş. 1858 yılında tüberkulozdan ölen sahibinin mezarını 14 yıl boyunca terketmeyen Bobby adlı köpek anısına bu heykel dikilmiş.
Buraya kadar gelmişken vaktiniz varsa İskoçya ‘Highland’ turları öneriliyor. Game of Thrones dizisinin setinde gibi yaşayabileceğiniz, Avrupa’nın sonuna ulaşacağınız muhteşem turlar 1-9 günlük seçeneklerle şehrin her yerinde sunuluyor. Loch-İskoç ve İrlanda keltçesinde göl demek. İskoçya’nın özellikle ‘Highlands’ bölgesinde etrafı dağlar ve ormanlarla kaplı yüzlerce göl var. Loch Ness bunlardan bir tanesi. Özelliği ise 80 yıldır bu gölde yaşadığı söylentisiyle bütün dünyada ünlü olan ‘Loch Ness’ canavarı. Canavarı gördüğünü iddia edenler var, ama tüm hikaye bir söylentiden ileriye gitmiyor. Canavarın fotoğrafı tabi ki yok, olanlar ise sahte çıkmış. Ama bu söylenti ile ‘Loch Ness’i tüm Britanya’nın en çok ziyaret edilen yerlerinden biri yapmaya yetmiş. Söylenti bir yana güzel bir göl ve çevresinde keyifli vakit geçirilebilecek köyler ve kasabalar varmış. Canavar bahane, manzaralar şahane!
İskoçya’da ülkenin her yerine dağılmış yüzlerce klan yani kabile var. Bunların çoğunun adı Mac ile başlıyor, Mac Neal, Mac Pherson gibi. Mac-İskoç Galcesinde oğlu demek. (Mc Donalds, Mac Intosh) İskoçya’da geleneksel aile ve klan ilişkileri hala çok önemli. Rastgele konuştuğunuz bir taksici ya da barmen bile size kendi klanını ve tarihini genellikle ayrıntılı olarak anlatabiliyor.
Rosslyn Şapeli yaklaşık 20-25 dakikalık taşıt yolculuğu ile varacağınız hoş bir şapel. Dan Brown’ın Da Vinci’nin Şifresi kitabında da yer aldığını hatırlatayım. Gotik mimari stildeki küçük şapel olağanüstü bir taş işçiliğine sahip. İçeride fotoğraf çekimine izin vermiyorlar. Şapelin içinde her köşeden ayrı bir dekoratif öğe çıkıyor ama en ünlüsü Çırak Sütunu. Sütunu yapacak ustanın başka bir yerde işi çıktığı için çizimlere bakarak sütunu çırağı tamamlamış ve ustanın yaptıklarından daha iyi bir iş çıkarmış. Usta döndüğünde kıskançlık krizleri geçirmiş ve çırağını öldürmüş. Usta hem öldürülmüş, hem de sütunun tam karşı köşesine taştan kafası oyularak şapel yaşadıkça çırak sütununu görme cezasına çarptırılmış. Şapeldeki taş işçiliğinde pagan sembolleri ile hıristiyanlık öğretilerinin anlatıldığı görseller yanyana. Çırak sütununun yanındaki kirişte latince bir yazı var, şöyle diyormuş: Şarap güçlüdür, kral daha güçlüdür, en güçlü olan kadınlardır ama gerçek hepsinden daha güçlüdür (doğru söze ne denir). Kirişin altındaki merdivenlerden alt kata iniliyor. Buranın duvarlarında bozulmuş, solmuş freskler ve birkaç mezar taşı var, romandaki biraz kurgu anlayacağınız. Şapelin taş işçiliğinde betimlenen bazı ağaç ve çiçek figürler ile ilgili değişik söylentiler var: Hint mısırı ve Aloe kaktüsüne benzetilen yeni dünyaya ait figürlerin henüz Amerika kıtası bulunmadan yapılmış bu şapelde olması Tapınak şövalyelerinin Amerika’yı Colomb’tan önce keşfettiklerinin bir kanıtı imiş. Figürlerin buğday, zambak olduğunu söyleyenler de var; mısır veya kaktüs olsa bile sonradan eklenmiş olabileceğini söyleyenlerde. Bu şapelin söylentileri bitmiyor kısacası.
Son olarak, para birimi İskoç poundu ama İngilitere parası da her yerde geçiyor. İngiltere ile de aynı zaman diliminde. Elektrik kullanımı için mutlaka adaptör götürülmeli.
Yeme-İçme önerileri:
Wedgwood Restoran- Başlangıçlar 8-12£, ana yemekler 18-29£, tatlılar 6-9£. 42-50 £ arasında set menüleri de var. Lezzetler muhteşem.
The Scotch Malt Whisky Society-Hem viski tadımı, hem yemek alternatifleri var. Set menü sunuyor. Yediğimiz herşey süperdi, özellikle av hayvanları ve balık yemek için ideal.
The Grain Store-Rustik bir dekorasyon ve rustik lezzetler. Başlangıçlar 10-15£, ana yemekler 18-32£. Tatlı olarak peynir yemelisiniz, bol yerel çeşit var.
Boat House Restaurant ve Lomond Gölü-Göl kenarındaki bu mekan muhteşem manzarası ile öne çıkıyor. Aynı zamanda otel ve evlerin olduğu bir tatil bölgesi. Muhteşem sonbahar renkleri, göl kenarında uzun yürüyüşler, huzur, dinginlik…Bir insan daha ne ister?
Glengoyne Whisky Üretim Tesisi-Viskinin nasıl üretildiğini dinlemek açısından çok bilgilendirici. Tek sorun İskoç İngilizcesi gerçekten çekilir gibi değil, insanın kulakları kanıyor!
Tiger Lilly-Gençlerin en popüler mekanı, gürültü had safhada. Bu türlü bir eğlence arıyorsanız en iyi adres.
George Street üzerindeki The Dome’a da mutlaka uğrayın. Pahalı bir bar, ama adı üstünde içindeki kubbesi kesinlikle görmeye değer. Burası 1700’lü yıllarda okul olarak planlanmış, ama sonra borca girmiş okul ve burayı İskoçya Ticaret Bankası’na satmak zoruna kalmış. Sonra da 1993 yılında banka da binayı satmış ve bar haline gelmiş.
- Argyle Battery
- Arthur’s Seat
- Bloody Mary
- Calton Hill
- Camera Obscura
- Çırak Sütunu
- Crown Square
- David Street
- David’s Tower
- Edinburg
- Edinburg Şatosu
- Foog’s Gate
- Governor’s House
- Greyfriars Bobby Heykeli
- Haggis
- Half-Moon Battery
- Highland
- İskoçya
- İskoçya Parlamento binası
- Kilt
- Lomond Gölü
- Mary King’s Close
- Mons Meg
- National War Museum
- One O’Clock Gun
- Palace of Holyroodhouse
- Portcullis Gate
- Princes St. Gardens
- Princess Street
- Prisons of War
- Rosslyn Şapeli
- Royal Mile
- Scott Monument
- Scottish National Gallery
- St. Giles Katedrali
- St. Margaret Şapeli
- The Elephant House
- The Great Hall
- The Royal Palace
- The Royal Scots Dragoon Guards Museum
- The Royal Scots Museum
- The Scotch Whiskey Experience
- The Scottish Crown Jewels