Goncagül Haklar, Ağustos 2017
Dünya’nın en güzel manzaralı rotalarından biri kabul edilen ‘Route 1’ de keyifli bir yolculuğa ne dersiniz? Amerika’ nın ünlü sahilyolu ‘Route 1’, ‘U.S Route 1’ ya da diğer adı ile Kaliforniya Pasifik Sahil Yolu yolcularına isminden de anlaşılacağı gibi Pasifik Okyanusu kıyısından gidilen, muhteşem manzaralar ile bezeli bir yolculuk vaat ediliyor.
Los Angeles ile San Fransisco arasında 3 farklı güzergah var. İlki 5.5 saat süren, en kısa ama en manzarasız yol olan Interstate 5. İkincisi 6 saat 17 dakika süren Highway 101. Üçüncüsü ise Google Maps’te 8 saat olarak gösterilse de pratikte 13 saat süren Highway 1 isimli eski yol yani Route 1.
Kuzey Amerika’da motosiklet tutkunlarının rotalarının başında gelen meşhur ‘Route 66’ yani ‘Mother Road’ ile beraber mutlaka katedilmesi gereken güzergahlar arasında olan bu yol 1934 yılında kullanıma açılmış. Kuzeyde Ledggett’de başlayan ve güneyde Dana Point’te San Diego’ya gelmeden hemen önce son bulan ‘Route 1’ yaklaşık 1055 km. uzunluğunda. Molasız bir sürüş ile 9 saate yakın süren yol, çeşitli konaklama noktalarında durup, en azından 10-15 dk.lık fotoğraf molaları verileceği düşünülürse 13 saate yaklaşıyor. Ayrıca, burası çoğu zaman gidiş-geliş topu topu iki şeritten oluşan, okyanusa paralel ve bol virajlı bir yol. Araba kullanmak, kullanan için gerçekten çok yorucu. Manzaraları izleyememek de cabası. Bu nedenle bu yol üzerinde 1 ya da 2 gün konaklama yapmanızı hem sürücünün konforunun sağlanması, hem de gün ışığında her yere yeteri kadar zaman ayırılabilmesi için özellikle öneriyorum. Dolayısıyla, güzergahtaki en güzel yerler olan Santa Barbara, Cambria ya da Carmel’in en az birinde konaklamak bu geziyi çok daha rahat ve keyifli hale getiriyor. Bu rota boyunca Route 1, zaman zaman 101 numaralı yol ile birleşiyor. Bu kafaları karıştırmasın. Tek yapmanız gereken ısrarla denize en yakın yolu tercih etmek, adı önemli değil.
‘Route 1’ rotası için yola çıkmış olsanızda bu keyifli maceraya sadece bu yol üzerinde devam edemezsiniz! Sizi yoldan çıkartacak sırasıyla Los Angeles-San Francisco istikametindeki önemli durakları yol maceralarımız eşliğinde anlatayım:
Günün ilk ışıklarıyla yola çıkıp San Diego’dan Los Angeles’a varmamız, aracımızı kiralayıp içine yerleşmemiz sonrasında açlıktan kıvranan midelerimize Malibu’da kahvaltı edeceğiz hayaliyle gem vurup yola koyulduk. Santa Monica ile beraber Pasifik Okyanusu’na kavuştuğunuz yolda Malibu’ya ulaşmak yaklaşık 50 km sürüyor.
Bu yolculuk öncesindeki 5 günü San Diego’da geçiren bünyemin taze ekmek ile beyaz peynir ve domatesli bir sandviç istediğini söylemem arabada gülüşmelere yol açtı. Mürettebatımız bir süredir Amerikan kahvaltılıklarına maruz kalan beyin hücrelerimin fonksiyonlarını yitirmeye başladığından endişe ettiler. Ama kahvaltı için bulduğum mekan mükemmel. ‘Malibu Lagoon State Beach’ de upuzun bir iskelenin ucunda konumlanmış olan Malibu Farm isimli mekan organik ürünleri, taze zencefilli limonatası, çeşit çeşit kahve ve çayı ile bizi karşıladı. Hemen kasanın önüne geçip ısıtılmış ekmek arasında bol peynirli, domatesli ve taze fesleğenli sandviçimi söyledim ve muzaffer bir komutan edasıyla mürettebatımın önünden geçerek okyanusa nazır bir masaya kuruldum.
Malibu şirin bir sahil kasabası. Pasifik okyanusu kendi içinde değerlendirildiğinde burası yüzmek için en iyi seçeneklerden biri. Sörf yapanları seyretmenin keyfi de ayrı. Gündüzü çok güzel olan Malibu’nun gecesi de ayrı güzelmiş. Ama biz kahvaltı sonrası hemen yola koyulduk.
Bir sonraki durak olan Zuma Beach bölgenin enfes plajlarına evsahipliği yapan ve lüks ‘beach’lerin konuşlandığı bir kıyı şeridi. Arabayı hemen plajın yanına park etme imkanı da mevcut. Daha sonra Thousand Oaks’dan geçerek Oxnard’a varıyoruz. Buranın özelliği İngilizcede “berry” olarak geçen, çilekgiller türünden meyvelerin üretildiği yer olması. Özellikle de çileği epey meşhurmuş, her sene çilek festivalleri yapılıyormuş. Güzel olan şey ise, buradaki dev bahçelere, kendi meyvenizi kendiniz toplayıp, satın almak üzere girebiliyormuşsunuz. Bununla uğraşmak istemezseniz yol kenarında da satıyorlar. Biz bir kutu aldık, yıkama ihtiyacı bile duymadan afiyetle tükettik. Gerçekten çok lezzetli çilekleri. Bizim İstanbul’da büyük zincir marketlerden aldığımız çileklerle kıyas bile kabul etmez. Birkaç yıl öncesine kadar zevkle yediğim, ama artık bulmanın mümkün olmadığı Arnavut çileklerinin tadını anımsayarak, yok olmalarına sebebiyet verenleri de bir güzel yadettim.
Mürettebatta çay ve ihtiyaç molası belirtileri baş gösterince Santa Barbara’da kısa bir mola verdik. Lüks malikanelerin olduğu kıyı şeridinde manzara muhteşem. Birçok ünlünün de neden burada ev aldığına hak vermemek elde değil.
Ayrıca, bu tatlı şehrin merkezindeki State Street boyunca butik mağazalar, nezih restoranlar var. Caddenin ortasından vintage trolley’ler de geçiyormuş. Ağaçlar tüm California genelinde olduğu gibi, yine çok etkileyici. Özellikle araba parkına dikkat! Trafik polisleri minik ve çok seri hareket eden araçlarla, yanlış park etmiş araçlara acımadan ceza yazıyorlarmış. Sarı ve kırmızı ile boyanmış kaldırımların yanına sakın ola ki park etmeyin! Eğer güzergah boyunca 2 ayrı gün konaklayayım diyorsanız, ilk altenatifiniz Santa Barbara olabilir.
Daha sonra hedefimiz Santa Maria. Santa Barbara-Santa Maria arasında bir ara 154 numaralı yolu kullanıyorsunuz. Burası çok hızlı akan, arabaların birbirini çok yakından takip ettiği virajlı bir yol. Hazırlıklı olmakta fayda var. Santa Maria’da görmeye değer pek bir şey yok.
San Luis Obispo da ekstra bir güzellik katmıyor. Arabayla şöyle bir turlamak yeterli. Buraya turistler eski bir misyonerlik merkezini görmeye geliyorlarmış. Aslında yol boyunca pek çok misyonerlik merkezi var. Buradakinin ismi ‘Mission San Luis Obispo de Tolasa’ imiş. Kaliforniya’daki misyonerlik merkezlerinin haritasını da ekleyeyim.
Sonraki durağımız ise hepimiz çok heyecanlandıran Morro Bay. Muhteşem bir koy. Körfez bir göl kadar dingin. Kanoya binmek için oldukça cazip. Koya gelir gelmez dikkati üzerine toplayan Morro Rock ortama ayrı bir boyut katıyor. Ulu ağaçlarla çevrili yeşilikler içinde bu koyda kamp yapmak çok keyifli olur diye düşünerek kamp yapanlara haset ile bakmaktan kendimizi alamadık. Morro Bay’in bir diğer güzelliği istiridyeleri. Kremamsı muhteşem istiridyeleri var. Daha sonra Napa vadisinde bunlardan bol bol yedik. Eğer istiridye yiyeceğiniz bir restauranta giderseniz ve menüde Morro Bay istiridyeleri görürseniz tereddütsüz sipariş vermenizi öneririm, hatta bir tane de benim için yiyin lütfen.
Cambria ormanın içinde, tertemiz ve çok nezih bir şehir. Ana caddesinde güzel bir müzesi ve el yapımı ürünler satan dükkanları var. Doğrusunu isterseniz biz çok vakit geçirmeyi tercih etmedik. Cambria’dan yola çıktıktan bir müddet sonra Hearst Castle için sağa doğru bir yol ayrılıyormuş. Sanırım bu ayrımdan sonra yukarıya doğru 8-10 km’lik bir yol gidiyorsunuz. William Randolph Hearst isimli gazete sahibi ve medya patronu 1920’lerde kendisine bu şatoyu yaptırmış. Yapım aşaması 1950’lere kadar devam etmiş. 1940 yapımı ünlü Orson Welles filminin William Randolph Hearst’ün hayatından uyarlama olduğu ve filmdeki “Xanadu” malikanesinde de ilham verdiğini belirteyim. Ölümünden sonra ailesi bu şatoyu Kaliforniya Eyaletine armağan etmiş. İçinde efsanevi havuzlar, tenis kortları ve sinema salonları bulunuyormuş. Bir de Hayvanat bahçesi varmış bu şatonun, dünyada kişiye ait en büyük hayvanat bahçesi ünvanına sahipmiş. Giriş 25 $ mış.
Günün son durağı Carmel. Dünyaca ünlü seyahat ve gezi dergilerinin en’ler ile nitelendirdiği ve daha adından bile huzur dolu bir his veren, Amerika’nın ‘en iyi küçük şehri’ unvanına sahip ‘Carmel By The Sea’, romantik film tadında küçük bir yerleşim yeri. Kesinlikle stil sahibi bu minik şehir, aynı zamanda California’nın okyanus kıyılarına konumlanmış en pahalı malikanelerine de ev sahipliği yapıyor. Yüksek binaların bulunmadığı, ağaçlar arasındaki bu yerleşim yerinin masal tadındaki dükkanlarına sadece bakarak bile vakit geçirebilirsiniz. Yan yana dizilmiş sanat galerilerinin her biri bir diğerinden güzel. Şehir merkezindeki Ocean Avenue son derece klas bir yol. Ocean Avenue’den dümdüz okyanusa doğru inince, yolun bittiği yerden sola doğru, meşhur Scenic Road’a dönüyorsunuz. Sağda nefis bir plaj, solda masallardan fırlamış güzellikteki villalar, bir de enfes ağaçlar var tepenizde. Kumsal oldukça geniş. Sohbet edenler, örtüsüne uzanıp kitap okuyanlar, hayvan dostları ile gezinenler, tam anlamıyla bir huzur havası hakim. Biz günbatımını burada izlemeyi hedeflemiştik. Muhteşemdi, kesinlikle tavsiye ediyorum.
Kumsalları bile ödüllü olan bölgenin en ünlüsü ‘Pebble Beach’. Aynı zamanda, Pebble Beach golf sporunda dünyanın önde gelen yerlerinden. Küçük bir alana kurulmuş olan Carmel’de nereye baksanız doyamayacağınız garanti ama ‘Lovers Point Park’ romantik bir filmin esas kızı/erkeği gibi hissetmenize yetecek. Clint Eastwood buranın belediye başkanlığını yapmış bir süre. Kendisinin de burada evi varmış. ‘Carmel By The Sea’ kesinlikle tekrar gelmem gerektiğini hissettiğim bir yer olarak hafızama kazındı. San Fransisco’ya uzaklığı 1 saat olduğu düşünülürse, kısa bir San Fransisco tatili ve arkasından burada geçirilecek huzur dolu bir kaç günü mutlaka planlamalıyım.
Konaklama için tercihimiz olan Hofsas House Hotel sakin ve temiz bir işletme. Personel çok yardımsever. Basit bir sabah kahvaltısı ücrete dahil. Otoparkı ve açık havada ısıtmalı minik bir havuzu var.
Ertesi sabah Pasifik Okyanusu kıyısından biraz güneye gitmeyi göze alarak Kuzey Amerika’nın en görsel noktalarından biri olan Big Sur’a gittik. Milli park gibi bir doğası olan yemyeşil bir bölge. Okyanus ise sarp kayalıkların hemen bitiminden başlıyor, bu da ilginç bir görüntü oluşturuyor. Bu bölgede arabalar için ara ara gözlem noktaları var, park edip sık sık fotoğraf çekebiliyorsunuz.
En fazla tercif edilen nokta Bixby Bridge. Bu köprüyü geçmeden hemen önce durup manzaranın keyfini çıkarıyoruz. Gerçekten muazzam.
Biraz daha devam edince ileride, Point Sur Lighthouse var. Deniz feneri sevenler burada da bir mola verebilir.
Güneye doğru devam ederek McWay Falls’a gitmeyi istedik ama polisler çökme nedeniyle yolun kapalı olduğunu söyledi. Bu küçük şelalenin ilginç yönü, yüksek kayalar üzerinden sahile dökülüyor olması. Küçük bir mola verilebilir. Daha detaylı gezmek istenirse şelalenin yanına kadar inebilirsiniz.
Biz Carmel’e geri döndükten sonra gezimizin devamını geçireceğimiz Napa Vadisine yöneldik. Eğer Carmel’den San Fransisco’ya doğru gidecekseniz göreceğiniz yerleri de sizlerle paylaşayım.
17 Mile Drive: Ocean Avenue’nun bittiği yerden sağa dönerek 17 millik yolun girişine geliyoruz. Pebble Beach’ten Pacific Grove’a uzanan yol paralı ve kapıda verilen harita işinizi kolaylaştıracak. Yol isminden de anlaşılacağı gibi 17 mil uzunluğunda, yaklaşık 27 km. Bu yol neden bu kadar ünlü derseniz, okyanusa çok yakın gidiyorsunuz, doğal hayatı ve okyanusu görmeniz için bir çok gözlem noktası yapmışlar. İçeride çok lüks evler var, lüks restoranlar ve golf sahaları da buranın zenginliğini arttırıyor. Bir de 3 tarafımız denizlerle çevrili diye hava atıyoruz… Tekne gezilerinde 1 yunus görmeyelim, herkes o tarafa yığılır. Burada ise yunuslar hop hop hopluyor, onar onar geziyorlarmış. Pelikanlar da arada boy gösteriyorlarlar ve kendilerini kayalara atmış deniz aslanları da sesleriyle “biz de varız” diyorlarmış. Bu yol Monterey’e kadar devam ediyor.
Monterey: Pacific Grove’da yeralan Monterey Bay Aquarium arzuya göre ziyaret edilebilir.
Lone Cypress: Kuzey Amerika’ nın en çok fotoğraflanan ağaçlarından biri. 250 yılı aşkın süredir ayakta duruyormuş.
Santa Cruz: Burası hem ormanlık alanları ile, hem de sörfe uygun uzun sahilleri ile ünlü. Özellikle Sunbright Beach ziyaret edilebilir.
Daha sonra sırasıyla San Jose, Pigeon Point Lighthouse ve Half Moon Bay.
Carmel ile San Fransisco arası yaklaşık 2 saat sürüyormuş. Bu yol hakkında son bir not, hız limitleri çok düşük. Ve limiti aştığınız anda arkanıza polis yanaşıyormuş. Polis kenara çektirdiyse izin almadan kesinlikle arabadan inmeyin. “Bilmiyorduk, mil ve km karıştırdık” gibi bahaneler denebilir, ama kurallar uymak en iyisi.
Yeme-içme önerilerime gelince
Malibu Farm-İskelenin üzerine konulanmış mekanın café ve restaurant kısımları var. Café bölümünde 10-16$ arasında farklı kahvaltılıklar mevcut. Ürünlerin tamamen doğal olduğu belirtiliyor ve gerçekten çok lezzetliler.
La Bicyclette– ‘Carmel by the Sea’ de bulunan çok şirin bir yerel işletme. Taş fırında pişen pizzaları gerçekten nefis. Başlangıçlar 8$, pizzalar 14-16$, ana yemekler 24-28$, şarküteri ürünleri 16-18$.
Jeannine’s Bakery-Santa Barbara’da bulunan bu mekan kahvaltı, brunch ve öğle yemeği lezzetleri sunuyor. Hafif atıştırmalıklar, sandviçler, salatalar ve pastane ürünleri var. Yolculuk sırasında mola vermek için ideal.
Buralara kadar gelmişken Napa Vadisi’ni görmeden geri dönmemeliyiz diye düşündüğümüz için biz gezi planlarımızı ona göre yaptık. Bir sonraki yazımda size Napa vadisi izlenimlerimi aktarmaya çalışacağım.
‘Route 1’ boyunca mutlaka…
Çekin-Birbirinden güzel manzaraların bol bol fotoğrafını çekin.
Seyredin-Muhteşem Pasifik gün batımlarını seyredin.
Bulun-Sessizlikte ve dinginlikte huzur bulun.
- 17 Mile Drive
- Bixby Bridge
- Cambria
- Carmel
- Carmel By The Sea
- Half Moon Bay
- Hearst Castle
- Kaliforniya Pasifik Sahil Yolu
- Lone Cypress
- Lovers Point Park
- Malibu
- McWay Falls
- Monterey
- Morro Bay
- Morro Rock
- Oxnard
- Pebble Beach
- Pigeon Point Lighthouse
- Point Sur Lighthouse
- Route 1
- San Jose
- San Luis Obispo
- Santa Barbara
- Santa Cruz
- Santa Maria
- Thousand Oaks
- U.S Route 1
- Zuma Beach