Goncagül Haklar, Temmuz 2016
Klasik müziğin dahi çocuğu Mozart’ın doğum yeri olan Salzburg, kulağınızda Mozart tınıları, burnunuzda çikolata kokuları ile gezeceğiniz büyülü bir masal şehri. Eğer yolunuz Viyana veya Münih’e düşerse, mutlaka zaman ayırıp Salzburg’a uğramalısınız, pişman olmayacaksınız. THY ile karşılıklı seferler olduğu için masalsı bir haftasonu kaçamağı için de ideal. Buralara kadar gelmişken sosyal medyada profesyonel fotoğrafçıların en çok görüntülediği yer olan Hallstatt kasabası da mutlaka keşfedilmeli!
Alpler’in kuzeyinde Mönchsberg dağlık bölgesinin eteğinde ve Salzach Nehri’nin kıyılarında kurulmuş olan Salzburg, Avusturya’nın dördüncü büyük kenti. THY ile İstanbul’dan direkt olarak uçulan Salzburg şehrinin eski kent merkezi 1996’dan bu yana UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesinde. Ortaçağ’dan kalmış tarihi dokusu, zarif meydanları, görkemli kalesi ve katedrali, Mozart çikolataları ve daracık sokaklarda gezinen şık insanlarıyla burası keyifli bir Avrupa kenti.
Çevresinde tuz madenleri bulunan Salzburg ismini tuzdan kale anlamına gelen Almanca tuz (Salz) ve kale (Burg) kelimelerinin birleşiminden almış. Buraya ilk yerleşenler Keltler olmuş. 789’da Başpiskoposluk (Fürst Erzbistum Salzburg) ilan edilen Salzburg’un etkisi bugünkü Hırvatistan ve Macaristan’a kadar uzanmış. Zengin tuz yatakları sayesinde ekonomik olarak gelişen Salzburg, günümüz Avusturya eyaletleri içinde bir başpiskopos-prens tarafından bağımsız olarak yönetilmiş tek bölge. Viyana, Graz ve Linz şehirlerinden sonra Avusturya’nın 4. büyük şehri olan Salzburg Almanya’nın Münih şehrine 150 km, başkent Viyana’ya ise karayolu ile 297 km uzaklıkta. Her iki şehire de tren ile ulaşmak mümkün ve gayet konforlu.
Salzburg’da gezintimize başlamadan önce Mozart’ın parlak ama bir o kadar da elim hayat öyküsünden de bahsedeyim. Wolfgang Amadeus Mozart, 27 Ocak 1756’da Salzburg Başpiskoposu’nun Yardımcı Müzik Direktörlüğü görevini yapan, kemancı ve besteci Leopold Mozart’ın oğlu olarak dünyaya gelmiş. Mozart daha 3 yaşında iken kız kardeşi Maria Anna Nannerl’in çaldığı klavsen parçalarını öğrenip kendi kendine çalmaya başlayınca babası ondaki dehayı farketmiş. Mozart’ın müziğe karşı aşırı hassasiyeti daha o yaşlarda anlaşılmış; bir kemanın, notanın sekizde biri kadar akort düşüklüğünü farkeder ve çirkin seslere bayılacak kadar şiddetli tepkiler verirmiş. Baba Leopold 5 yaşında besteler yapmaya başlayan oğlunu ve başarılı bir yorumcu olan kızını tanıtmak ve hem şöhret, hem de gelir elde etmek amacıyla Mozart henüz 6 yaşındayken turneye çıkarmış ve 4 yıl boyunca Münih, Augsburg, Frankfurt, Köln, Brüksel, Paris ve Londra gibi Avrupa’nın büyük kentlerinde dolaştırmış. Klavsenin dışında keman ve org çalmasındaki ustalığı ile, herşeyden önemlisi de doğaçlama çalması ile izleyenlerini hayrete düşüren Mozart 7 yaşında konçerto, 8 yaşında ise senfoni bestelemiş. Babası rahatsızlanınca turnelerine annesi ile devam eden Mozart, annesinin ölümünden sonra sorunlu dönemler geçirmiş. Mozart Londra’da Johann Christian Bach ile çalışma imkanı bulmuş. 1778 yılında 22 yaşındayken aşık olup İtalya’ya yerleşmeye karar veren Mozart reddedilince tekrar Salzburg’a dönmüş. 1781 yılında Salzburg Başpiskoposunun oyunları sonucu görevden alınmış, çok sinirlenerek Viyana’ya taşınmış ve Weber ailesinin ortanca kızı Constanze ile evlenmiş. Constanze da aynı Mozart gibi elinde para tutmayı beceremediği için çok kazanmışlar ama çok da harcamışlar. Yine de bu evlilik Mozart’ı babasının baskısından kurtardığı için iyi olmuş. Evliliğinin ardından Mozart verimli bir döneme girmiş. Le Nozze di Figaro (1786), Don Giovanni (1787) ve Cosi fan tutte (1790) operalarını bestelemiş. Yine müziğinin en güzel örneklerinden biri olan “The Magic Flute” operası da o döneme ait bir eser. Mozart ömrünün son dönemlerinde yine sıkıntılı günler geçirmiş. “Requiem” üzerinde çalıştığı sıralarda böbrek yetmezliğinden 5 Aralık 1791’de ölmüş. Mezarının yeri de ne yazık ki tam olarak bilinmiyor. Hayat hikayesinden de anlaşılabileceği gibi normal bir çocukluk yaşayamayan Mozart, müzikte çok erken olgunlaşmasına rağmen diğer konularda hep çocuk kalmış ve yetenekleri de babası tarafından hep sömürülmüş. Mozart 35 yıllık kısacık hayatında 41 senfoni, 27 piyano, 5 keman, 2 flüt, 4 korno, 1 klarinet konçertosu, 20 piyano sonatı ve pek çok opera olmak üzere 626 eser bestelemiş. Pek çok ödül kazanan Mozart kendisini ihtişama ve cazibeye hiç bir zaman kaptırmamış ve sadece besteleri ile uğraşmış. O şehirden bu şehire dolaşan Mozart o zaman için oldukça ölümcül olan çiçek, tifo ve eklem romatizması gibi hastalıkları atlatmış ve bu süreçte de üretmeye devam etmiş. Ablası anılarında Mozart’ın bu zorlu yolculuklarda “Ben ülkesini teftişe çıkan küçük bir kralım” diyerek kendince bir eğlence yarattığını ve geçtikleri yerlere bir takım ilginç adlar taktığını anlatmış. Küçük şeylerden zevk almasını bilen Mozart özellikle Türk kahvesine çok düşkünmüş.
1.GÜN-SALZBURG: Mozart’ın ruhu şad olsun…
Yolculuğumuz THY ile Salzburg’a uçarak başladı. Havaalandan şehire otobüslerle/troleybüslerle ulaşmak son derece kolay.
Eski şehir bölgesinde bulunan otelimiz ‘Altstadthotel Kasererbräu’ çok merkezi bir konumdaydı. Eski ve etnik özellikler hassasiyetle korunmuştu, hatta odamızdaki seramik soba pek güzeldi.
Otelimize çok yakın olduğu için önce Mozart meydanı, sonra da Kapitalplatz meydanına gittik. Mozart Meydanında Mozart’ın ihtişamlı bir heykeli var. 1844’te yapılmış olan heykel ve Mozart’ın oğlunun huzurunda törenle açılmış.
Kapitalplatz’da “Mann of Mozartkugel”i yani Mozart çikolatası üzerindeki adamı görebilirsiniz. 2007 yılında tasarımcı Stephan Balkenhol tarafından 6. sanat projesi için tasarlanmış.
Yine bu meydana yakın bir noktadan kalkan bir füniküler ile bizi Orta Çağ’a doğru bir yolculuğa çıkaran Hohensalzburg Kalesi’ne gittik. Kale 1077 yılında başpiskopos Gebhard tarafından yaptırılmış; Orta Avrupa’nın en büyük ve günümüze kadar tam olarak muhafaza edilmiş tek kalesi imiş. Birinci Dünya Savaşında İtalyan mahkumlar için ve 1930 yılında da Naziler tarafından hapishane olarak kullanılmış. Bir yanda zirvesi karlı Alplerin görkemi, diğer yanda yemyeşil vadiler ve hemen önünüzde de Salzburg ve Salzach Nehri. Hohensalzburg Kalesi’nden canlı bir sanat tarihi dersi sunan manzarayı izlemenin keyfi paha biçilmez.
Kaleden füniküler ile aşağıya indiğimizde önce ‘Almkanal’ müzesi, sonra Salzburg şehrinin en eski yerleşim noktası olan kilise ve mezarlık gezilebilir. St Peter’s Manastırı (The Old Monastery of Saint Peter) veya Almanca adıyla ‘Stiftskirche Sankt Peter Salzburg’ Almanca konuşulan bu coğrafyada kurulmuş en eski manastır. Roma tarzı mimarisi olan yapının tarihi 969 yılına kadar uzanıyor. Hemen girişinde Salzburg’un en eski mezarlığı Petersfriedhof da bulunuyor.
Yine meydandan devam edildiğinde ulaşabileceğiniz Salzburg katedrali oldukça ilgi çekici. Bu katedral Mozart’ın vaftiz töreninin gerçekleştirildiği şahane bir dinsel yapı. Barok mimarinin en güzel örneklerinden olan katedral, ilk olarak 774’te inşa edilmiş, çeşitli yangınlar nedeniyle 1614’te yenilenmiş ve halen ayakta. Dış cephe kabartmaları, heykelleri ve iç mekânı ile göz alıcı Salzburg Katedrali’nin kentin önemli sembollerinden biri. Arzu edilirse devlet müzesi ‘Residence Galeri Salzburg’ gezilebilir.
Salzburg’a gelip Mozart’ın doğduğu ev yani Mozarts Geburtshaus ziyeret edilmeden dönülmez. Mozart’ın 1756 yılında dünyaya geldiği şehir merkezindeki Getreidegasse 9 numaradaki bina ve burası dar geldiği için 1773’te taşındıkları bugünkü ‘Makart meydanı’ 8 numaradaki ev (Mozart Wohnhaus) halen ünlü besteciyle ilgili sanat etkinliklerinde kullanılıyor. Mozart Müzesinde Mozart’ın beşiğinden, biberonuna, piyanosundan kıyafetlerine kadar pek çok eşyası sergileniyor.
Mozart’ın doğduğu evin de bulunduğu Getreidegasse Salzburg’un ünlü caddesi. En çok ilgimi çeken noktalardan biride tüm dükkanların gayet süslü ve zarif dökme demir tabelaları. ‘Zara’, ‘McDonald’s’ gibi bilindik markalar dahi sadece bu tabelaları kullanıyorlar-gerçekten her biri birbirinden hoş.
Sonrası Salzburg sokaklarında kaybolmak ve nehrin 2 kıyısı boyunca yürümek.
Salzburg gerçekten masal kitaplarında yer alan bir şehir sanki. Nehrin diğer kıyısında bulunan Salzburg’un tek büyük parkı ve Avrupa’nın en güzel barok bahçelerinden biri kabul edilen Mirabell Sarayı ve Bahçeleri 1606 yılında yapılmış. Bahçelerin tamamı ziyarete açık olmasa da bazı kısımları gezilebiliyor ve bazı bölümler ise müzik etkinliklerinde kullanılıyor. Biz akşamüstü için ‘Mirabellkirsche’de bir konser rezervasyonu yaptırmıştık. Buraya kadar gelmişken Mozart dinlemeden dönmek olmazdı (30 €/kişi). Çok keyifli bir konserdi, sadece piyano ve flüt, üstelik kilise akustiğinde…
Salzburg’a daha çok fazla vakit ayırabilecekseniz Hellbrunn Palace & Trick Fountains, Toy Museum, Museum of Natural History, Salzburg Zoo, Modern Sanat Müzesi, Doğa Tarihi ve Teknoloji Müzesi, Arenburg Sarayı, The Franciscan ve The University Kiliseleri görülecek diğer yerlerden bazıları.
2.GÜN-HALLSTATT: Nefes kesici bir güzellik…
Avusturya’nın Salzburg şehrinde bir kasaba olan Hallstatt Avrupa‘nın en eski yerleşim yerlerinden biri ve göl kenarında bir cennet. 1997’de UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine eklenmiş. Tepelerinde eski tuz madenleri var, aşağıda ise bakmaya doyulamayacak bir göl. Konaklama oldukça pahalı bu nedenle Salzburg’dan günübirlik gidip geldik. Biz 4 kişi olduğumuz için kiraladığımız araç ile gittik.
Toplu taşıma için internetten bulduğum bilgileri de paylaşayım. Mirabellgarten’ın hemen önündeki Mirabellplatz caddesinden otobüsler kalkıyormuş. Bu duraktan ‘Bad Ischl’a giden Postbus firmasının otobüslerine binmek gerekiyormuş. Otobüs numarası 150. Bilet fiyatı yaklaşık 9 Euro imiş. Son durak ‘Bad Ischl’. Yaklaşık 1 saat 20 dakikalık güzel manzaralı bir yoldan geçerek ulaşılıyormuş. Son durak tren istasyonunun hemen önünde imiş. İndikten sonra ÖBB tren bileti alınmalıymış. Bileti gidiş-dönüş almak şart, Hallstatt’da bilet satılmıyormuş. Tren ile gidilecek durak ‘Gosaumühle’. Bu yol ise daha kısa yaklaşık 20 dakikada. Burada indikten sonra bir patika ile göle inişi görülüyormuş. Gölün karşı kıyısı Hallstatt. Aslında bu Hallstatt güzergahına bile 1 tam gün ayırılabilir, o kadar güzel göller var ki! Yol üzerinde ‘Red Bull’ firmasının genel merkezinin önünden geçiliyor. ‘Red Bull’un sahibi bir Avusturyalı, hatta Avusturya’nın en zengini imiş. Oldukça ilginç bir bina. Yalnız belirteyim, tren gölün karşı kıyısından gittiği için o rotayı tercih edenlerin görmesi mümkün değil. Tren ile varılan noktadan karşıya gitmek için küçük bir bota binmek gerekiyormuş. Dünyanın en eski tuz madenleri Hallstatt’ta bulunuyor. Madenin derinliklerinde ayrıca yeraltı tuz gölü de var. Madenlere giriş 26 €. Biz “Bu kadar güzel bir manzara varken, ne gerek var?” dedik açıkçası.
Kasaba da görülecek enteresan yerlerden biri de ‘Beinhaus’ (kemik evi). Sınırlı mezar alanı sebebiyle geçici olarak gömülen ölülerin kemikleri 10-15 yıl sonra toplanıp güneşte beyazlattıkları, sonrada boyayıp, süsleyip sergiledikleri bir mezar ev burası-ki eşimin en çok burası ilgisini çekti-mesleki deformasyon!
En olabilecek şey ara sokakların keyfini çıkarıp bol bol manzara fotoğrafı çekmek. Tüm kasaba 2 saat içinde rahat rahat gezilebilir. Bir noktayı da vurgulamadan geçmeyeyim, köy çekiklerin aşırı ilgisine mazhar olan bir nokta. Hatta “yolda içim geçtide biri beni Çin’e mi kaçırdı” hissi oluşmuyor değil. Kızımın okuduğu bir makaleye göre bir grup Çinli mimar ‘Hallstatt’ köyünü ölçüp biçip, aynısını Çin’de inşa etmişler, hatta gençlerin evlenmek için en fazla tercih ettikleri yerler arasındaymış. Konut olarak da satılmaktaymış ve çok pahalıymış. Özel araç ile yol 1.5 saat sürüyor, böylece gidiş-geliş ve orada gezme süresini de katarsanız toplam 5 saatlik bir program ve kesinlikle değiyor.
Yeme-içme önerilerime gelince
‘Café Bazar’-1800’lü yıllardan beri açık olan mekanın ziyaretçileri arasında Marlene Dietrich, Romy Schneider ve Arthur Miller’ın da yeraldığı bu mekan kale tarafında değil, karşı kıyıda. Hemen asma kilitli köprünün dibinde ve ‘Café Sacher’in yanında. Oldukça keyifli bir yer. Ağırlıklı olarak yereller tarafından tercih edilen, hatta oldukça özenerek giyinip geldikleri hoş bir yer. Yemekler ve tatlılar da çok başarılı. Öğle yemeği seçenekleri 13-15 €, çay ve kahve seçenekleri 3-8 €, tatlı ve atıştırmalıklar 5-8 €.
‘Café Tomoselli’– 1705 yılından beri hizmet veren ve katedrale oldukça yakın olan diğer önemli café de burası. Tatlıları doyumsuz. Çay ve kahve seçenekleri 3-6 €, tatlı ve atıştırmalıklar 4-8 €.
‘St.Peter Stiftskeller’-Avrupa’nın en eski lokantası, kuruluş tarihi 803 (yanlış okumadınız, sekiz yüz üç). Yani 1200 yıldan fazla süren bir yemek geleneği. Son derece keyifli bir avlusu var. Hayatımızda yediğimiz en güzel zeytinyağını burada tattık, tabii bunda üzerine ektiğimiz çok özel kuzey İngiltere tuzunun da etkisi yadsınamaz. Salzburg’un ünlü yerel tatlısı “nockerl” de mutlaka denenmeli. Yumurta, şeker, un, yağ ve vanilya ile yapılan ve fırınlanan köpüğümsü bir tatlı olan noclerl şekli ile Avusturya dağlarını andırıyor. Başlangıçlar 8-15 €, ana yemekler 18-30 €. Şarap seçenekleri çok çeşitli ve servis elemanları da hem ilgili, hem de bilgili.
‘Mönchberg 32-’ Modern Sanat Müzesinin restaurantı. Tam tepede ve manzarası İ-NA-NIL-MAZ. Yemekler muhteşem. Set menüler et ve balık olmak üzere 89 €, şarap eşliği de olacaksa 30 € daha ekleniyor. Başlangıçlar 16 €, ana yemekler 24-39 €. Manzara, dekorasyon ve lezzetler gercekten etkileyici.
‘Salzburg’da mutlaka…
Tadın-Ünlü çikolatası Mozartkugeln’i tadın.
Oturun-En keyifli cafelerde oturun.
Çekin-Bu doğal güzelliklerin bol bol fotoğraflarını çekin.
Dinleyin-Bol bol Mozart dinleyin.
- Beinhaus
- Café Bazar
- Café Tomoselli
- Getreidegasse
- Hallstatt
- Hohensalzburg Kalesi
- Kapitalplatz
- Mann of Mozartkugel
- Mirabell Bahçeleri
- Mirabell Sarayı
- Mirabellkirsche
- Mönchberg 32
- Mozart meydanı
- Mozartkugeln
- Mozarts Geburtshaus
- Petersfriedhof
- Salzach Irmağı
- Salzburg
- Salzburg katedrali
- St Peter’s Manastırı
- St.Peter Stiftskeller
- Wolfgang Amadeus Mozart