NEW YORK… NEW YORK
Goncagül Haklar, Ekim 2015
Frank Sinatra’nın herkesi büyüleyen sesi ile söylediği “New York, New York” şarkısını dinlemeye hiç doyamadım.
Start spreading the news, I’m leaving today.
I want to be a part of it, New York, New York.
These vagabond shoes, are longing to stray
Right through the very heart of it, New York, New York.
I wanna wake up, In a city that doesn’t sleep.
And find I’m king of the hill, top of the heap.
…hiç uyumayan şehir…New York…Dünyanın başkenti…
New York şehri New York eyaletinin en büyük şehri, New York City ismini NYC olarak kısaltmışlar. “Big Apple” yani büyük elma ise lakabı. New York şehrini oluşturan bölgeler ve kalbinin attığı Manhattan bölgesinin yerleşimini bir görsel ile anlatayım.
New York mimari açıdan bir cennet. En önemli binalarını, özelliklerini ve lokasyonlarını da özetleyerek ilk kez gidecek gezginlerin işini kolaylaştırayım.
Binanın adı | Mimari tarzı | Yapım Yılı | Yeri |
Empire state | Art Deco | 1930-31 | 350 Fifth Ave., W33-W34 |
Chyrsler Building | Art Deco | 1928-30 | 405 Lexington Ave. 42nd St. |
Statue of Liberty | Neoclassic | 1884 | Liberty island |
St.Patrick’s Cathedral | Gothic | 1851-88 | Fifth Ave., bet. E50-E51. |
Grand Central Terminal | Beaux Arts | 1903-13 | 42nd Street and 3rd Ave. |
St. Regis Hotel | Baroque | 1904 | 2 E55 at Fifth Ave. |
Metropolitan Museum of Art | Neoclassic | 1880 | 5th Avenue at 82nd St. |
Brooklyn köprüsü | Gothic-expressionist | 1869-83 | East River |
St.John the Divine | Gothic | 1892 | Amsterdam Ave., 112th St. |
Trinity Church | Gothic Revival | 1846 | 78-79 Broadway at Wall St. |
Woolworth Building | Neo-Gothic, Art Deco | 1911-13 | 233 Broadway |
Waldorf Astoria Hotel | Art Deco | 1929-31 | 301 Park Ave., E49-E50. |
New York Public Library | Beaux Arts | 1911 | Fifth Ave., W40-W42. |
Hearst Magazine Building | Art Moderne | 1928 | 951-969 Eighth Ave at W47. |
Flatiron Building | Chicago School | 1902 | 75 Fifth Ave. |
Guggenheim Museum | International Style II | 1959 | 1071 Fifth Ave., 88th St. |
The Plaza Hotel | Second Empire Baroque | 1909 | Fifth Ave. 59th St. |
Lincoln Center | International Style II | 1960 | Columbus Ave., W62-W66 |
Dakota Apartments | German Gothic, French Renaissance and Victorian
|
1881-84 | 1 West 72nd St. |
Radio City Music Hall | Art Deco | 1932 | Sixth Ave at 50th St. |
Time Warner Center | Late Modern1947-53 | 2003 | 10 Columbus Circle |
United Nations Headquarters | International Style II | 1947-53 | First Ave., 42nd-48th St. |
TWA Airport JFK Airport | Futurist | 1962 | JFK Airport |
Citicorp Center | International Style II | 1972-78 | Lexington Ave. 53rd- 54th St. |
MoMa | International Style II | 1939 | 11 West 53rd St., Fifth-Sixth Aves. |
New York’a defalarca gittim ve her seferinde de yeni güzellikler keşfettim. Siz de benim gibi bir şehri tanımanın en doğru yolunun yürüyerek dolaşmak olduğuna inananlardansanız, adım adım gezdiğim New York’tan sizler için hazırladığım yürüyüş rotaları, buyrun efenim…
AŞAĞI MANHATTAN BÖLGESİ: Para bende, güç bende…
New York şehrinin doğduğu yer olan bu bölgede ilk yerleşim 17.yy’da bugün ‘Financial District’ olarak bilinen bölgede bir Hollanda kolonisinin ‘Nieuw Amsterdam’ı kurması ile başlamış. Bu oluşum halen izlediğimiz gözalıcı mimariyi, neo-klasik şahaserleri ve her biri bir öncekinden daha yükseğe çıkmayı hedefleyen gökdelenleri de tetiklemiş. Tartışmasız bölgenin yaşadığı en büyük trajedi 11 Eylül 2001’de yaşanan elim saldırı. Hüznün izleri sanki hala bölgede hissediliyor…
Gezimize Brooklyn köprüsünün Brooklyn ayağından başladık. Gotik kuleleri ile New York’un sembollerinden biri olan bu mühendislik harikasının yaya yolunu kullanarak ve muhteşem New York manzarasının keyfini çıkararak Manhattan’a kadar yürüdük. Bu arada Brooklyn köprüsünden biraz bahsetmeden geçmeyelim. ‘East River’ üzerinde Brooklyn ile Manhattan’ı birbirine bağlayan bu köprünün yapımına 3 Ocak 1870’de başlanmış ve 13 yılda tamamlanarak 24 Mayıs 1883 de hizmete açılmış. Tamamlandığı zaman dünyanın en geniş asma köprüsü olan yapının kuleleri ise birkaç yıl için ABD’nin en yüksek yapıları olmuşlar. Brooklyn ile Manhattan arasında artan trafiğe çare olmak için ihtiyaç duyulan bu köprüyü inşa etmek, tel kablonun mucidi olan John A. Roebling’in rüyası imiş. Köprünün çizimi için 1865’ten itibaren çalışan ve hayalini kurduğu bu köprü inşaatı projesini almayı başaran Roebling’in köprünün yerini tespit çalışmaları sırasında geçirdiği bir kaza sonucu ayağı ezilmiş ve enfeksiyon kapması sonucu 2 hafta içinde 1869’da ölmüş. Köprünün baş mühendisi olarak oğlu Washington Roebling atanmış. Ama talihsizlik ailenin peşini bırakmamış ve 1870’de Washington Roebling köprünün kulelerinin inşa edileceği su altı odalarında çalışırken vurgun yiyerek yatalak olmuş. Eşi Emily Warren Roebling’in mücadelesi sayesinde köprünün baş mühendisliği görevinden alınmamış ve karısı gayri resmi olarak baş mühendislik görevini sürdürmüş. Washington Roebling köprü inşaatını yatağından seyrederek kontrol etmiş ve karısı aracılığıyla inşaat alanı ile arasında bağlantıyı sağlamış. Köprünün açılış günü New York şehrinde tatil ilan edilmiş ve rivayet o dur ki açılış günü 150.300 yaya köprüden geçmiş ve suya 1’er cent atmışlar. Köprünün 19. yüzyıl mühendisliğinin doruk noktası olduğuna inanılmakta ve kendi dönemi için dünyanın 8. harikası olarak kabul edilmekte. Keyifli yürüyüş sonrası ulaştığımız nokta ‘City Hall Park’.
Parkın kuzey ucunda tüm zarafetiyle duran belediye binası ‘New York City Hall’ 1803 yılında ‘Georgian’ ve Fransız Rönesansı tarzında mermerden yapılmış. Halen belediye başkanı ve belediye meclisi burada çalışıyor. Yine parkın kuzey ucunda yeralan ‘Tweed Courthouse’ 1870 yılında ünlü ‘Boss’ Tweed olarak bilinen ve New York üzerinde çok önemli etkileri olan politikacı William M. Tweed tarafından İtalyan tarzında yaptırılmış. Parkın içinden geçerek önce binanın ana girişi ve lobisini keşfedip, sonra binanın içinde yeraldığı kompleksin parklarının tadını çıkarttık .
Parkın dar ucunun solunda 1899 yılında mimar R.H. Robertson tarafından yapılan ve çelik konstrüksiyon gökdelenlerinin öncüsü olarak kabul edilen ‘Park Row Building veya ’15 Park Row’ kalıyor. Bina 1999 yılından beri koruma kurulu tarafından şehrin önemli nirengi noktaları listesinde. Bina 19yy. boyunca ve 20yy.’ın başlarında Greeley, Pulitzer, Hearst, Ochs gibi basın devlerine evsahipliği yapmış. Fırsat bulup içine girerseniz, lobisi de çok güzel. Bu binanın hemen karşı köşesinde Cass Gilbert’in ünlü gotik şahaseri Woolworth binası bizi karşıladı. 1913 yılında tamamlanan ve açıldığında dünyanın en yüksek binası olan bu gökdelen halen New York şehrinin en yüksek 20, Amerika’nın ise en yüksek 100 binası arasında bulunuyor. Kemerli payandaları ve kuleleri hemen öne çıkıyor. Lobisine girip tavan süslemelerinin incelenmesi özellikle öneriliyor (233 Broadway).
Buradan güneye doğru yolumuza devam ettik. ‘Vesey’ caddesini geçtikten sonra tarihi St. Paul şapelini gördük. 1764 yılında açılan bu kilise halen Manhattan bölgesinde ayakta kalan en eski kilise ve tek ‘pre Revolutionary’ yani Fransız Devrimi öncesi kilisesi ünvanına da sahip. George Washington’un göreve başlamadan önce burada dua ettiği ve daha sonrada ibadetlerini düzenli olarak burada gerçekleştirdiği biliniyor. Hatta girişte sağda dua ederken kullandığı sıra yer alıyor. İkiz kulelere yapılan saldırıdan sonra kurtarma ekiplerinin dinlenme merkezlerinden biri olarak hizmet veren kilisenin parmaklıları hala tüm dünyadan gelen ziyaretçilerin olayı anmak için bıraktıklarına evsahipliği yapıyor. (209 Broadway).
Bir sonraki hedefimiz olan ‘Ground Zero’ya giderken karşımıza çıkan şahaser ile büyülendik. Ünlü İspanyol mimar ve mühendis Santiago Calatrava tarafından tasarlanan Dünya Ticaret Merkezi PATH tren istasyonu bir çocuğun avucundan havalanan kuşu sembolize ediyor. Yaratıcılık yeteneği bazı kişilere bahşediliyor, gerçekten etkileyici…
‘Ground Zero’ kelime anlamı olarak büyük bir patlama sonrası yerkürenin patlamaya en yakın bölgesi anlamına geliyor ve bu tanım Amerika için Dünya Ticaret Merkezi yani ikiz kulelere olan saldırıyı anlatıyor. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bu acıda mekanın boşluğu adeta kendini dillendiriyor. Bugün ‘9/11 Memorial’ olarak isimlendirilen bir müze ve 2 adet havuzdan oluşan bu anıt alan oldukça önemli bir turistik nokta. Olayda hayatını kaybedenlerin isimleri havuz kenarında yer alırken, ışıklandırması sayesinde mekan gece de oldukça ilgi çekici (180 Greenwich caddesi).
Geriye ‘Church Street’ e dönüp, güneye ‘Wall Street’e doğru biraz yürüyüp sola döndük. ‘Broadway’ ile ‘Wall Street’in kesiştiği noktada ‘Trinity Church’ bizi karşıladı. 1697 yılında yapılan ilk ‘Trinity Church’, o yıllarda şehrin en yüksek binası imiş. Ancak, 1776 yılında bir yangında tamamen yok olmuş. İkinci kilise de kardan hasar görünce üçüncü ve halen mevcut olan gotik kilise 1839-1846 yıllarında tekrar inşa edilmiş. Hemen yanındaki mezarlığında Amerika’nın kurucularından Alexander Hamilton ile ticari olarak çalışan buharlı geminin mucidi ünlü mühendis Robert Fulton yatıyormuş (75 Broadway).
Hemen karşısında Amerika’nin en eski bankası olan ‘Bank of New York’un binası var. Özellikle kırmızı ve altın rengi mozaiklerle kaplı ‘Art-Deco’ lobisi ile öne çıkıyor. Oldukça dar bir alan olan ‘Wall Street’ çok güçlü neo-klasik kuleleri ile tanınıyor. ‘New York Stock Exchange’ yani menkul kıymetler borsası dünyanın en önemli borsası. 1903 yılında yapılan bu bina göz alıcı korint sütunları ile hemen farkediliyor (20 Broad street, Wall Street ile Exchange Place arası). Çarpraza doğru ilerlediğimizde, ‘Federal Hall National Memorial’ bizi karşıladı. 1700 yılında inşa edilen ‘Federal Hall’ binası, 1789 yılında Amerika’nın ilk başkanı George Washington’un göreve başladığını ilan ettiği yer olarak biliniyor. Ayrıca, 1735 tarihinde kongre sonrası basın özgürlüğü de ilk olarak burada açıklanmış. Daha sonra yıkılan bina ‘Federal Hall National Memorial’ olarak 1846 da yeniden inşa edilmis. İçinde yeralan sergi Manhattan tarihine ışık tutar nitelikte (26 Wall Street).
Tekrar Broadway’e dönüp güneye yönlendik. ‘Battery’den ‘City Hall’a kadar devam eden bu güzergah başkanlardan gazilere, siyasi gelişmelerden şampiyonlara kadar toplam 206 geçit törenine evsahipliği yapmış. Yol boyunca izlenebilecek pek çok binanın yanı sıra 28 numarada finans tarihi müzesi yer alıyor. Yolun sonunda halka açık küçük bir park olan ‘Bowling Green Park’ mevcut. Burası Peter Minuit’in kızılderililerden 24$’a Manhattan adasını aldığı nokta olarak biliniyor (Parayı veren düdüğü çalmış, olan da iyi niyetli ve saf kızılderililere olmuş). Şehrin en eski parkı olan bu alan 1733 de yapılmış. Kuzey ucunda koloni zamanlarında Kral II. George’un heykeli yeralırken devrim ile birlikte bu heykel yerini ünlü kızgın boğa heykeline bırakmış. Güney ve batı ucu ise ‘Battery Park’a açılıyor. ‘Bowling Green Park’ın hemen aşağısında 1907 yılında Cass Gilbert tarafından yapılan ve bugün Smithsonian müze grubundan Ulusal Amerikan Kızılderili müzesine evsahipliği yapan bina yeralıyor. Binanın hemen önünde yeralan ve Fransız heykeltraş Daniel Chester tarafından yapılan 4 heykel Asya, Amerika, Avrupa ve Afrika’yı sembolize ediyor. Mavi siperlikleri ile dikkat çeken bir girişinde ‘Cabin class’, öbür girişinde ise ‘first class’ yazan ‘No.1 Broadway’ binası uluslararası gemi yolcularının bilet aldıkları nokta imiş. Bugün ‘Citibank’ binası olarak kullanılıyor ama giriş holü eski günlerin anısına olduğu gibi korunmuş.
Güneye doğru ‘Battery Park’a devam ettik. Buradan Özgürlük heykelini görmek mümkün. Ellis adasına giden feribotlar da buradan kalkıyor. Parkın Hudson nehri kıyısındaki ucunun hemen kuzey tarafında ‘Museum of Jewish Heritage’ yer alıyor. Roche-Dinkeloo tarafından yahudi soykırımına ithafen tasarlanan müze 1997 yılında açılmış. Buradan Hudson nehri boyunca 26. sokağa, kırmızı Starrett-Lehigh binasını görene kadar yürüdük. Bu nokta gezimizin sonunda biraz dinleneceğimiz ‘High-Line’ parkının en güzel noktalarından birine ulaşmamızı sağladı. Hudson kıyı şeridi New York şehrini şu anda en hızlı gelişen ve popüler bölgelerinden biri. Mimarı açıdan da oldukça fazla yatırım yapılıyor. Hem sakin, hem de geniş parkları ve çeşit çeşit spor alanları mevcut. Eskiden liman olarak kullanılan yapılar çocuklar ve gençler için eğlence alanlarına dönüştürülmüş. Eğer minik bir gezgininiz varsa oyun parkları, tırmanma duvarları, minicik kalelerin olduğu futbol sahaları eğlenceli zamanlar vadediyor. Genç gezginleri de unutmadım, kaykay/paten pistleri ve farklı spor alanları da tam onlara göre. Ama en inanılmazı liman alanlarından birinin dönüştürülmesi ile oluşturulan golf antreman sahası. Katlar halinde düzenlenmiş golf kulübünde bireysel atış antremanı yapmak mümkün. Gerçek bir golf sahasında oynama deneyimini hem de Hudson manzaralı olarak yaşamak gerçekten keyifli oluyor.
Yirmialtıncı sokak’tan sağa dönüp biraz ilerlediğimizde bizi ‘High Line Park’ karşıladı. Burası, tarihi 1847 yılına kadar inen ‘New York Central Railroad’ un yeniden kullanılması amacıyla 2006 yılında kentsel bir parka dönüştürülmesi ile başlamış ve 2015 de tamamlanmış. ‘Diller-Scofidio-Renfro’ mimarlık bürosunun projesiyle hayata geçirilen bu park Eylül 2014’ten bu yana her yıl yaklaşık 5 milyon ziyaretçi tarafından geziliyormuş. Canım İstanbul’umda inanılmaz değerler kaderine terkedilirken veya sessiz sedasız yok edilirken uyduruk 2 tren rayı ile sundurma benzeri bir istasyonun böyle bir cazibe merkezine dönüştürülebilmesi karşısında kelimelerim kifayetsiz (aynı hisse 30 yıllık Zonguldak gelini olarak Düsseldorf’daki kömür madeni müzesini gördükten sonra da kapılmıştım). Bölgeyi güzelleştirmek amacıyla, doğal bitki örtüsüne sadık kalınarak yeni türler getirilmiştir. Gömme banklar, biyolojik çeşitlilik, su kaynakları, hassas ekosistem ve sürdürülebilirlik kavramları vücut bulmuş durumda. Tren rayları üzerinde hareket eden güneşlenme koltukları herkesin favorisi. Kültürel olarak da pekçok sanatsal öğeye evsahipliği yapıyor.
GREENWICH VILLAGE: Hem bohemim, hem entellektüel…
Ününü bohem ve entellektüelleri mıknatıs gibi çekmesine borçlu olan bu bölge, Henry James, Edgar Allan Poe, Jackson Pollack gibi sanatçılar ve Upton Sinclair ile John Reed gibi fikir liderleri sayesinde kimliğini kazanmış. Ancak, zamanla genç sanatçıların buradaki kira bedellerini karşılayamaması sonucunda bölgenin bu özelliği biraz Chelsea, East Village, Brooklyn ve Queens bölgelerine kaymış. Yinede yapraklarla kaplanmış sokakları, ‘Federal’ tarzı yapılmış evleri ve sarmaşık kaplı duvarları ile özellikle 14. sokak yukarısında keyifli bir gezinti vadediyor. Lokal organik işletmeler, sanat dükkanları ve yerel marketlere bolca rastlanan bölgede halk büyük zincir işletmelere ise hiç sıcak bakmıyor. Bu nedenle her köşede sizi yerel ve farklı sürprizler bekliyor.
Gezimize bölgenin kuzey sınırı olan A, C veya E trenleri 8. cadde ve 14. sokak kesişiminden başladık. Güneye doğru ‘Bleecker street’ solumuzda kalana kadar yürüdük. Daha sonra bu sokak boyunca gezinerek bölgenin havasını kokladık. ‘Bank Street’ ile ‘Charles Street’ arasında kalan 3 blok özellikle antika, mücevher ve dekorasyon ürünleri satın almayı düşünenler için ideal (Marc Jacobs Boutique, Les Pierre Antiques, Kim’s Music and Video, Rebel Rebel and Bleecker Bob’s). ‘Bleecker’ sokağını kesen ‘Christopher Street’ ‘gay’ ve lezbiyenlerin merkezi olarak biliniyor. 1969 yılında ‘gay’ özgürlük harekatı burada başlamış. ‘Christopher Street’in 1 blok arkası olan ‘Grove street’den sağa dönüp biraz daha yürüyerek ‘Grove’ ile ‘Bedford’ un kesişimine geldik. Bu köşedeki ahşap ev erken 19.yy’a tarihleniyor. Yanındaki ev eski şale tarzında yapılmış ve eğri saçağı ile biliniyor. Bir dönem Walt Disney’de burada yaşamış (102 Bedford St.).
‘Grove Street’ üzerinde devam edip, özellikle 10 ve 12 numaralı evleri inceledik. Daha sonra biraz güneye yönlenip ‘Chumley’s’e gittik. İçki yasağı günlerinde dikkat çekmemesi için oldukça gösterişsiz yapılmış olan bu bina, New York’un en klasik barlarından biri. Calvin Trillin, John Steinbeck, John Dos Passos ve Allen Ginsberg gibi pek çok ünlüyü konuk etmiş olan bu mekana uğramadan olmaz (86 Bedford Street). ‘Grove Street’ ‘Hudson Street’ ile kesiştiğinde 1822 yılında kurulan tarihi ‘St. Luke in the Fields’ kilisesi bizleri karşıladı. ‘Hudson Street’ üzerinden 1 blok güneye ‘Barrow Street’e inip ve sağa döndük. Bu sokak boyunca kahverengi taş duvarlı Federal tarzı binalar mevcut. Buradan ‘Washington Street’e gidip, sola döndük, bir blok yürüyerek ‘Morton Street’e ulaşıp tekrar sola döndük. Bu sokaktaki evler kartpostalları kıskandıracak nitelikte. Buradan ‘Hudson Street’e geri dönüp, önce sağa, sonra sola dönerek ‘St. Luke’s Place’ geri geldik. 19.yy İtalyan tarzı evlerin olduğu bu sokak çok ilgi çekici. Burada yer alan 6 numaralı ev 1926-1932 yılları arasında görev yapan New York valisi Jimmy Walker’ın evi. On numaralı ev ise ünlü ‘Cosby Show’un dış mekan çekimleri için kullanılmış. ‘St. Luke’dan geriye ‘Bedford Street’e geldik ve sola döndük. ‘Commerce Street’e gelmeden önce ‘75 ½ Bedford St’ de bölgenin en dar binası mevcut. Bir dönem Cary Grant de burada yaşamış. Buradan ‘Morton Street’e geri dönüp, ‘Bleecker Street’ kesişimine kadar gittik, karşıya geçip ve ‘Cornelia Street’ boyunca yürüdük. ‘Cornelia Street’ ‘West 4th. Street’ de sonlandı ve burası bizi 6.caddeye çıkardı. Bir blok yürüdüğümüzde ‘Macdougal Street’ ulaştık ve efsanevi ‘Provincetown Playhouse’a gittik. Eugene O’Neill’in 1920’de kurduğu ve pek çok oyununun prömiyerini yaptığı bu bina aynı zamanda Bette Davis’in ilk kez sahne aldığı yer. ‘Macdougal Street’ ile ‘West 4th’un kesiştiği nokta ‘Washington Square Park’ın da güney batı ucu. Aslında burası parktan çok bir meydan. Washington Square Park, New York Şehri‘ndeki 1900 kamu parkı içinde en çok tanınanlardan. Yaklaşık 39.500 m2‘lik büyüklüğü ile Manhattan‘ın Greenwich Village mahallesinin sınır işaretlerinden biri olmanın yanı sıra bir toplanma mekânı ve birçok kültürel faaliyetin yer aldığı bir merkez. Stanford White tarafından yapılan zafer takı en dikkat çekici yanı. Parkı çevreleyen binaların çoğu artık New York Üniversitesi (NYU)’ne ait. Parkın ‘Macdougal Street’e yakın ucundaki ‘Hangman Elm’ 19.yy başlarında dar ağacı olarak kullanılıyormuş. Parkın kuzeydoğu ucundan ‘University Place’ e doğru ilerleyip sola döndüğünüzde şarabi renkli 19.yy binalarının yeraldığı ‘Washington Mews’a varmak mümkün. SoHo bölgesinin keyfini sürmeden buradan ayrılmak olmaz. New York şehrinin en Avrupa’lı kısmı burası. Az katlı binalar, tasarım dükkanları, keyifli ‘café’ler ve her yerde bol bol sanat. Tadına varın.
MIDTOWN: Müzelerde gezerim, vitrinlerin önünde göz süzerim…
Manhattan’ın kalbindeyiz. Müzelerin merkezi ve alışverişin cenneti olan bu bölge ilk kez New York’a gelenler için de ideal bir yürüyüş rotası. Ben bu rotayı pekçok kez yapsam da her seferinde farklı şeyler gördüğüm için yeniden yapmakta bir sakına görmüyorum.
Yürüyüşümüz ‘34th Street’ B, D, F, N, Q, R, V, 1, 2 veya 3. tren noktasından başladı. 34.sokak ve 5.cadde kesişiminde yeralan ‘Empire State Building’ binası 1931 yılında tamamlanmış 102 katlı romantik bir art-deco şahaseri. 42.sokak 5.cadde de 1911 yılında yapılmış olan New York Public Library Korint sütunları ve belediye başkanı La Guardia tarafından yerleştirilen 2 aslan heykeli ile hemen tanınıyor.
Sonraki hedefimiz 89E/42St de yer alan ‘Grand Central Terminal’. New York şehrindeki raylı sistemden sorumlu olan New York Central Railroad tarafından ABD’de tren ile seyahatın en popüler olduğu dönemde inşa ettirilen bu bina halen tren platformu sayısı itibariyle dünyanın en büyük tren garı binası. Toplamda 44 tren peronu ve 67 ayrı tren ray hattı mevcut. Long Island Rail Road firmasının inşa ettiği yeni istasyonlar 2016 tarihinde tamamlandığında peron sayısı 48’e ve tren hattı sayısı da 75’e çıkacakmış. Grand Central Terminali 2007 yapılan Amerika’nın Favori Mimarlık Listesi oylamasında 13. sırada yer almış. New York şehrinin en önemli turistik merkezlerinden bu binayı gezerken, atıl duruma düşürülen güzeller güzeli Haydarpaşa Garımızı üzüntü ile anıyoruz (Nice seveni kavuşturan, nice uğurlamaya şahitlik eden bu abide umarım bir gün yeniden hak ettiği değere kavuşacak-onu bu duruma düşürenler utansın!). ‘Grand Terminal Station’a kadar gelmişken Jacques Torres’den dondurma yemeden geçilmemeli. ‘Grand Central Terminal’ 42.sokak kapısından çıkıp 5.caddeye ulaştığımızda güney tarafta New York’un bir diğer ‘Art Deco’ şahaseri olan ‘Chrysler Building’ bizi karşıladı.
Batıya doğru devam ederek kütüphaneyi geçtiğimizde ‘Bryant Park’a geldik. Soluklanmak ve biraz dinlenmek için adeta bir vaha. 5.caddeden devam ettiğimizde 5-6.caddeler arası 48-50.sokakların olduğu alan ‘Rockefeller Center’. 49-50.sokaklar arasından girip ‘Channel Garden’ı (Metropolitan müzesi hediyelik eşya dükkanının bir şubesidir) geçtiğimizde esas plazaya geldik (buradaki Lego dükkanı minik ve genç gezginler için es geçilmemeli). Burası New York’un ünlü ‘Christmas’ ağacının, buz pateni sahasının ve ‘Prometheus’ altın heykelininde bulunduğu yer.
Art Deco ‘GE’ binası hemen kendini gösteriyor. Mutlaka lobisine girilmeli ve José-Maria Sert’in eserleri incelenmeli. 6.caddeden devam edilirse ‘Radio City Music Hall’u görülebilir. 5.caddeye geri dönüp, 50.sokakta 2 gotik kulesi ile tanınan ‘St. Patrick’ Katedrali mutlaka görülmeli (bir pazar ayini sonrası gitmişliğim ve en ışıklandırılmış halini görmüşlüğüm vardır). Katedral aynı zamanda New York eyaletinin Katolik Başpiskoposluk idare binası. Katedral 2007 yılında yapılan Amerika’nın Favori Mimarlık Listesi oylamasında 11. sırada yer almış.
Mimari meraklıları doğu 53 üzerinde ‘Lever House’ ve Mies van der Rohe’nin ‘Seagram’ binasını görmeliler. Her ikisi de yalın tasarımları ile öne çıkıyorlar. Yine 53W üzerinde Museum of Modern Art (MoMa) bulunuyor. Müze bir yana, tasarim ürünlerinin satıldığı dükkanı mutlaka ziyaret edilmeli-almasanızbile bakılmalı! 55th ve Madison (5.caddeye göre 1 blok doğu) kesişiminde Philip Johnson’in pembe granit ‘Sony’ binası yer alıyor. Turumuz 59. caddedeki dünyanın en ünlü oteli yani ‘Plaza’ oteli ile son buluyor. ‘Evde tek başına-2’ gibi pek çok filme evsahipliği yapmıs olan otelde Michael Douglas ile Catherine Zeta-Jones da evlenmiş. Otel bünyesindeki ‘Oak Room’ gözde bir bar. Buradan da ‘Central Park’a geçerek keyif sürülebilir; bisiklet, fayton, yürüyüş gibi alternatifler var.
UPPER WEST SIDE: West Side Story, modern çağın Romeo-Juliet hikayesi…
Manhattan’da yaşamın daha güneyde odaklandığı yıllarda ‘Upper West Side’ daha çok kırsal yaşamın geçtiği bölgeyken, 20.yy başlarında hispanik göçmenlerin tercih ettikleri ve çeteleşmenin yoğun olarak izlendiği-‘West Side Story’ filmini anmadan geçmeyelim-bir yerleşim yeri olmuş. 1960 yılında ‘Lincoln Center’ yapılması ile bölgenin çehresi değişmeye başlamış, ve 1980’ler sonrasında Manhattan’ın lüks yerleşim yerlerinden biri olmuş.
Turumuz 1 veya 9. tren ile 86.sokak istasyonuna giderek başladı. Önemli bir ayrıntı-tura kahvaltı yapmadan gidiyoruz! Çocuklu gezginler için 83.sokak (Broadway ile Amsterdam arasında) ‘Children’s Museum of Manhattan’ uğramak olmazsa olmaz. ‘Broadway’e doğru inmeye devam ettik. 83. ile 82. sokaklar arasında bulunan ‘Barnes & Noble’ zengin içeriği ile kitapkurtları için bir mabed adeta. 1990’larda yerel kitapçı ‘Shakespeare & Co’yu bölge halkının uzun süre direnmesine karşın zengin içeriği sayesinde alt etmeyi başarmış (adeta “You’ve Got Mail” filmi, selam olsun Tom Hanks ve Meg Ryan). 80.sokak’da ‘West Side” ikonlarından gurme market ‘Zabar’s’ var. Kahvaltı için buradan peynir ve tam karşıdaki H&H’den ekmek alıyoruz-kahvaltı ‘Central Park’da.
Azığımız yanımızda yola devam ettik. 79-78.sokaklar arasındaki blok ‘Apthorp’ apartmanlarına ait. Demir parmaklıkların arkasındaki özel avlularını kıskanç bakışlarla süzdük. İtalyan rönesans mimarisi tarzında William Waldorf Astor için 1906-1908 yılları arasında yapılan bu rezidansın ünlü sakinlari arasında Al Pacino, Cyndi Lauper ve Canon O’Brien gibi pek çok ünlü var. 74.sokak’da karşımıza çıkan ‘Fairway’ de oldukça gözde bir market. Azık torbasına bir iki eklenti daha yapılabilir. Bir blok sonra göreceğimiz 73-74.sokakları kaplayan ‘Ansonia Hotel’ 1904 yılında açılmış. Otel açıldığında pnömatik sistem ile odalar arası mesaj iletimi ve bugün hayvan hakları ile çok bağdaşmasa da çeşmesinde oynayan fokları, terastaki yavru ayısı ve tavukları ile çok popüler olmuş. Lobisinde bir tur atar havasını kokladık. Karşıya ‘Broadway’in doğu tarafına geçtik. 74-73.sokaklar arasında yeralan ‘Apple Bank for Saving’ New York’un önemli binalarından. 72.sokak’taki ‘Gray’s Papaya’dan bir papaya suyu içilebilir. Daha sonra sola Colombus’a döndük ve birkaç blok yürüdük. 77.sokağa geldiğimizde ‘American Museum of Natural History’ bizi karşıladı. Müze etkileyici dinazor kolleksiyonu ile doğal tarih severleri selamlıyor. Müzeye girmeyi tercih etmeyenler çimenlikten ‘Colombus’ bulvarı tarafından yürüyerek 79.sokakta Santiago Calatrava tarafından milenyum dönüşümü anısına yapılan ‘New York Zaman Kapsülü’nü görebilirler.
81.sokağa geldiğimizde etkileyici ‘Rose Center for Earth and Space’ karşımıza çıkacak. Harrison Ford’un (kamçılı adam-ki hayranıyım) anlatımı ile uzay şovunu izlemeyi tercih etmesek de, müzenin adına yakışır cam kübik binayı hayranlıkla seyrettik.
81.sokak ile ‘Central Park West’ kesişiminde kuleleri ile dikkati çeken ‘Beresford’ binası yükseliyor. 1929 yılında yapımı tamamlanan apartmanda 62 milyon dolara satılık olan bir daire şehrin en pahalı mülklerinden biriymiş. Ev sahiplerinden biri 20 Porsche’lik kolleksiyonu için özel bir park yeri yaptırmış (Şu garip kulunu da gör Rabbim!)
‘Central Park West’e doğru sağa dönüp, ‘Natural History Museum’un önündeki Teddy Roosvelt’in at sırtındaki heykeline selam çaktıktan sonra 77.sokağa ‘New-York Historical Society’e gittik. Burası bir müze ve kütüphane kompleksi. Dünya’nın idaresi en zor şehrindeki bu dev kütüphane aslında herşeyi kontrol altında tuttuklarının bir kanıtı (selam olsun İstanbul’uma). 75-74.sokaklar arasında yükselen ‘San Remo’ apartmanları ‘Beresford’ binasının mimarı Emery Roth tarafından yapılmış. Büyük buhran yıllarında binanın tümü 25.000$’a satılmış, tabii ki bugün bir ardiyesi bile bu fiyata alınamıyor. ‘Central Park West’ ile 72.sokak kesişimindek kale benzeri ‘Dakota’ binası Lauren Bacall, Boris Karloff, Judy Garland, Leonard Bernstein, William Inge gibi ünlüleri ağırlasada her zaman kapısının önünde John Lennon’ın vurulması ile anılacak. Zaten dul eşi Yoko Ono’da hala bu evde oturuyor. Bu noktada hemen ‘Central Park’a geçiyor ve John Lennon anısına düzenlenmiş ‘Strawberry Fields’de büyük ustayı anarken kulaklarımızda ‘Imagine’tınıları ile keyifle kahvaltımızı yapıyoruz.
Imagine there’s no heaven
It’s easy if you try
No hell below us
Above us only sky
Imagine all the people
Living for today…
Imagine there’s no countries
It isn’t hard to do
Nothing to kill or die for
And no religion too
Imagine all the people
Living life in peace…
You may say I’m a dreamer
But I’m not the only one
I hope someday you’ll join us
And the world will be as one
Imagine no possessions
I wonder if you can
No need for greed or hunger
A brotherhood of man
Imagine all the people
Sharing all the world…
You may say I’m a dreamer
But I’m not the only one
I hope someday you’ll join us
And the world will live as one
UPPER EAST SIDE: İhtişam, şaşaa, debdebe…
New York için ‘Upper East Side’ para ve güç ile eş anlamlıdır. ‘Central Park’ın doğusuna gittikçe gayrimenkuller daha ulaşılabilir olsa da, biz bu rotada parka yakın bölgede lüks ve ihtişamın havasını kokladık. Vanderbilt, Carnegie, Whitney gibi para ve güç sahiplerinin şimdilerde müze, vakıf veya konsolosluk olarak kullanılan ama geçmişte lüks ve ihtişamı simgeleyen binalarını gördük.
Gezimiz 4, 5 veya 6 hattı ile 86.sokağa ulaşarak başladı. 86.sokaktan batı yönünde 5.caddeye doğru yürüdük. Güneydoğu köşesindeki kırmızı-beyaz malikane 1914 yılında yapılmış ve 1944 yılında Cornelius Vanderbilt tarafından satın alınmış. Vanderbilt servetinin kurucusu olan bu general ve mirasçıları zenginliklerini pek çok malikane ile taçlandırmış. Sola 5.caddeye döndüğümüzde 1040 numara Jackie Onasis’in evinin bulunduğu apartman. Jackie O. şehirde halkla birlikte yaşamayı sever, hatta sabah sporunu da ‘Central Park’da yaparmış. 5.cadde boyunca yürümeye devam edip, ‘Metropolitan Museum of Art’ı geçtik. ‘Metropolitan Museum of Art’ bir hafta bile gezilse bitirilemeyecek kadar zengin bir müze, bu nedenle ayrılan zamana göre seçerek dolaşmak lazım. Karşı köşede 82.sokağın güneydoğu ucunda bir zamanlar Benjamin Duke’a ait olan malikane mevcut. ‘North Carolina’lı tütün yetiştiricisi bir ailenin oğulları olan Benjamin ve James ‘American Tobacco Company’ ve Duke Üniversitesinin kurucuları. Benjamin Duke 1901 yılında inşa edilen bu mülkü sahibinden satın almış ve daha sonra da ağabeyi James’e satmış. James kendi evini yapana kadar burada yaşamış. Duke ailesinin mensupları yakın zaman kadar burada yaşıyorlarmış. Ev daha sonra 44 milyon dolara satılmış.
79.sokağın köşesindeki Fransız Gotik tarzda yapılmış bina, pek çok milyoner arasında el değiştirdikten sonra bugün ‘Ukrainian Institute of America’ olarak kullanılıyor. 78-79.sokaklar arasında bulunan ve bir zamanlar ünlü finansçı Payne Whitney’e amcası tarafından düğün hediyesi olarak verilen bina bugün Fransız Büyükelçiliği Kültür Merkezi olarak kullanılıyor. Az evvel bahsettiğim James Duke’ün 1912 yılında yaptırdığı ve bir ‘Bordeaux’ şatosunun replikası olan kendi evi 78.sokağın kuzeydoğu ucunda yer alıyor. New York şehrinin en etkileyici malikanelerinden biri olan bu yapıda Duke’ın dul eşi ve kızı Doris 1950 yılına kadar yaşamış ve daha sonra da New York Üniversitesine vermişler. Halen ‘NYU’s Graduate School of Art History’ olarak kullanılıyor. 75.sokağın kuzeydoğu ucunda bulunan ve ‘Commonwealth’ vakfı tarafından kullanılan ev ‘Standard Oil Company’ orijinal ortaklarından John D. Rockefeller’ın oğlu Edward Hawkness’a aitmiş. Edward Harkness aynı zamanda Harvard ve Yale üniversitelerinin yurtlarının pekçoğunu yapan kişi ve annesi de adı geçen vakfı kurmuş ve Harkness mirasını sağlık ve tıp araştırmalarında kullanılmak üzere bağışlamış.
75.sokaktan doğuya ‘Madison’ caddesine doğru gidersek ‘Whitney Museum of American Art’ bizi karşılıyor. Müzeyi gezmek tercih edilmezse, kafeteryası keyifli bir mola için özellikle önerilir. 5.cadde ve ‘Madison’ arasında doğu 73.sokakta ünlü yayıncı ‘Joseph Pulitzer’in evi bulunuyor. Ne yazık ki kendisi tüm ihtişamına karşı bu evde oturmayı tercih etmemiş. Nedenine gelince zat-ı muhterem sese çok hassasmış ve özel ses geçirmeyen bir oda yapılmasına rağmen bu ev kendini tatmin etmemiş (kendisini 30 dakika kadar İstanbul trafiğine alalım, çivi çiviyi söker hesabı). 5.caddeden devam ettiğimizde 70 ile 71.sokaklar arasında uzanan avlulu ve havuzlu yapı kola ve çelik imparatoru ‘Henry Clay Frick’in malikanesi. Çok tutkulu bir sanat kolleksiyoneri olan ‘Frick’ özellikle İtalyan Rönesansı eserlerine düşkünmüş. Yapı, New York Halk Kütüphanesini tasarlayan mimar tarafından hem ev, hem de galeri olarak tasarlanmış. ‘Frick’ evi ve tüm eserleri New York şehrine bırakmış ve müze bugün New York sanat sahnesinin en değerli mücevheri olarak kabul ediliyor. 70.sokaktan doğuya dönüp ve Lexington caddesine kadar yürüdük. Bu sokaklar Manhattan’ın en zarif bölgeleri ve muhteşem gözalıcılıktaki evleri ile büyülüyor.
‘Park’ caddesi ve 70.sokağın kuzeydoğu köşesinde John D. Rockefeller tarafından Amerika ile Asya arasındaki ilişkileri kültür ve sanat aracılığı ile geliştirmek için kurulan ‘Asia Society’ var. Güneye yürüyüp, 68.sokağın kuzey ucunda 680 ‘Park’ caddesini bulduk. Neo-federal tarzdaki bu ev banker Percy Rivington Payne için yapılmış ve daha sonra Birleşmiş Milletler Sovyetler Birliği Heyeti yerleşkesi olmuş. Hatta, Kruşçev Birleşmiş Milletleri ziyaret ettiğinde burada konaklamış. 66. sokaktan devam edip önce sağa sonra geriye ‘Central Park’a döndük. 3 doğu 66.sokakta 1881-1885 yılları arasında ‘Ulysses S. Grant’ tarafından kullanılan evi görüyoruz. Önce iflas eden, sonra kansere yakalanan Grant, bu evde inzivaya çekilmiş ve anılarını kaleme almış. Ölümünden sonra bu otobiyografi ailesinin ciddi bir gelir elde etmesini sağlamış. 5.caddeden doğu 65.sokağa 2 blok yürüdüğümüzde 47-49 numaralar ünlü Amerikan başkanı Roosevelts’in ‘Roosevelts’ Twin Town House’ olarak adlandırılan evlerini gördük. Tek ana girişi olmasına karşın, holden ikiye ayrılan yapının sol tarafı Roosevelts’in annesine, sağ tarafı ise kendisine aitmiş (rivayet o dur ki, küçük mucize Elanor olarak adlandırılan Roosevelts’in eşi bu yakınlıktan hiç de hoşnut değilmiş). Roosevelts 1920-21 yılları arasında burada yaşamış. Polio sekeli olan ünlü başkan, terapi merkezinde olmayıp şehire geldiği zamanlar burada konaklamayı tercih edermiş. Ev şu anda ‘Park’ caddesinin hemen yanında bulunan ‘Hunter College’ tarafından öğrenci merkezi olarak kullanılıyor.
5.cadde 61.sokakta ‘Four Seasons’ oteller zincirinin bir parçası olan ‘Pierre’ oteli bulunuyor. Öğleden sonra çayı için ‘Rotunda Lounge’ şiddetle önerilir.
Yeme-İçme
Aurora-Williamsburg’da bulunan şirin İtalyan restaurantı. Hem sahibi, hem de şefi İtalyan ve ‘Toscana’ hayranı olunca, bölgenin rustik havası ve lezzetleri tam olarak yansıtılmış. Brooklyn’de olmanın avantajını bahçesi ile taçlandırıyor. ‘Antipasti’ler 12-18 $, ‘primi piatti’ler 18-25$ ve ‘secondi piatti’ler 25-35$ arası fiyatlandırılmış. Dört kişi farklı lezzetleri birbirimizin tabağından da tadarak denedik, muhteşemlerdi.
Shelter-Yine Williamsburg’da bulunan bir café/bar. Taş fırında pizza keyfi. Şöminebaşı efsane, eğer kışın giderseniz mutlaka ama mutlaka. Yaz keyfi de bir başka tabii ki.
Spotted Pig-West Village’ın en gözde restauranlarından biri, ne yazık ki rezervasyon kabul etmiyorlar ve acayip kalabalık ama beklemeye deyiyor inanın. Barda beklerken ‘chicken liver toast ve ‘devils on horserack’ denedik (9-10$)-iyi ki bekliyoruz dedirtti. Ana yemek öncesi ‘stracciatella with wild mushrooms on filone toast’ (18$) ve ‘sheep’s milk ricotta gnudi with brown butter & crispy sage’ (20$) paylaştık. Sonrasında ‘grilled skirt steak with roasted beets & horseradish cream’ (35$), ‘scallops with creamy beans, crispy kale & salsa verde’ (36$) ve ‘chargrilled burger with roquefort cheese & shoestring fries’ (25$) tercih edenlerimiz oldu. Lezzetler süperdi, bu kadar gözde olmasına şaşmamak gerekiyor, New York’lular gerçekten ağzının tadını biliyor.
Mission Chinese-Broadway’deki bu restaurant için günler önceden rezervasyon yapmak gerekiyor ama 50 yıllık hayatımda yediğim en iyi Çin yemeklerini burada yedim ki, Çin mutfağına ciddi düşkünümdür ve Dünya’nın her yerinde yerim. Yemek listesinde günlük spesyaliteler en ilgi çekici olanları, kendinizi onların yönlendirmelerine bırakın, pişman olamayacaksınız.
By Chloe-SoHo’daki vejeteryan hamburgerci; bu nasıl bir yaman çelişki demeyin, deneyin, pişman olmayacaksınız. Dekorasyon ve sunumlar da çok keyifli. Ne alırsan 10$’ın altında.
Piccola Cucina-SoHo’da ama 2 şubesi var, ‘Spring st’ üzerinde olanını öneriyorum. Burası Sicilya mutfağı pişiren minik bir restaurant. ‘Spagetti alla Norma’ başta olmak üzere el yapımı makarnalar enfes. Şarap menüsü çok çeşitli değil ama lezzetler gayet iyi. Açık mutfakta yemeklerin pişirilişini de görüyorsunuz. Hep birlikte söylenen ‘New York, New York’ şarkısı da en eğlenceli kısmı.
Cilantro-Meksika mutfağına da ciddi bir düşkünlüğüm vardır. Favorim Houston’daki ‘Escalantes’dir-özellikle ‘guacomole’sini tek geçerim.‘Upper East Side’da bulunan bu Meksika restaurantı bu seviyeyi tutturamasada, zincir Meksika restaurantlarındaki fabrikasyon tatlardan çok çok daha iyi.
Jacques Torres Ice Cream-‘Grand Terminal Station’da
Magnolia Bakery-Rockefeller Center, Upper West Side ve Bleecker Street’da şubeleri var. Bir New York klasiği.
Start spreading the news, I’m leaving today.
I want to be a part of it, New York, New York.
These vagabond shoes, are longing to stray
Right through the very heart of it, New York, New York.
I wanna wake up, In a city that doesn’t sleep.
And find I’m king of the hill, top of the heap.
- 15 Park Row
- 9/11 Memorial
- American Museum of Natural History
- Ansonia Hotel
- Apthorp apartmanları
- Bank of New York
- Beresford binası
- Big Apple
- Bleecker street
- Bowling Green Park
- Brooklyn köprüsü
- Bryant Park
- Central Park
- Children's Museum of Manhattan
- Chumley's
- Chyrsler Building
- Citicorp Center
- City Hall Park
- Dakota Apartments
- empire state
- Federal Hall National Memorial
- Financial District
- Flatiron Building
- Frick müzesi
- Grand Central Terminal
- Ground Zero
- Guggenheim Museum
- Hangman Elm
- Hearst Magazine Building
- High Line Park
- Hudson kıyı şeridi
- Lincoln Center
- Manhattan
- Metropolitan Museum of Art
- moma
- Museum of Jewish Heritage
- New York
- New York City
- New York Public Library
- New York Stock Exchange
- New-York Historical Society
- Park Row Building
- Plaza oteli
- Provincetown Playhouse
- Radio City Music Hall
- Roosevelts' Twin Town House
- Rose Center for Earth and Space
- SoHo
- St. Luke in the Fields
- St. Paul şapeli
- St. Regis Hotel
- St.John the Divine
- St.Patrick’s Katedrali
- Statue of Liberty
- Strawberry Fields
- The Plaza Hotel
- Time Warner Center
- Trinity Church
- TWA Airport JFK Airport
- Tweed Courthouse
- Ulusal Amerikan Kızılderili müzesi
- United Nations Headquarters
- Upper East Side
- Upper West Side
- Waldorf Astoria Hotel
- Washington Square Park
- Whitney Museum of American Art
- Woolworth Building