Goncagül Haklar, Ağustos 2014
‘VENI, VIDI, VICI’
Julius Sezar ‘Zela Savaşı’ sonrasında elde ettiği zaferi Roma Senatosuna iletmek üzere yazdığı mektuba bu hitap ile başlamış. Bu kısa ve özlü söz sadece Sezar’ın zaferinin büyüklüğünü değil; hem onun askeri hünerini, hem de iç savaşın hüküm sürdüğü Roma Cumhuriyeti’ndeki en güçlü grubu temsil eden senatoyu küçümseyişinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Roma şehri de bu deyiş gibi pekçok değeri bünyesinde barındırıyor: geleneksel, tarihi, dini, şatafatlı, lezzetli…
Havaalanından Roma Termini istasyonuna tren ile ulaşmak son derece kolay. İstasyonda ilk iş ‘Roma Pass’ almak olmalı. Bu hem ulaşımda işe yarıyor, hem de bedava 2 müze girişi sağlıyor (Termini istasyonu haricinde Leonardo da Vinci Havaalanı C terminali, Castel Sant’Angelo önündeki Piazza Pia’da, Santa Maria Maggiore önünde ve Fontana de Trevi yani Aşk Çeşmesi meydanında da bulunuyor). Açık otobüslerle şehir turu yapmak da mümkün ama tabanvaysever gezginler olarak şehri yürüyerek keşfe çıkmak en iyisi.
ROMA 1. GÜN: Tarihi Roma’yı keşfediyoruz…
İlk hedef Termini tren istasyonunun yakınındaki S.Maria Maggiore Kilisesi. Rivayete göre, Papa Liberius 352 yılında rüyasında Hz. Meryem’i görüyor. Hz. Meryem, karın yağdığı tepeye bir kilise yapmasını istiyor. Oldukça sıcak geçen yaz mevsiminde, 5 Ağustos’ta Esquilino Tepesi’ne kar yağıyor. Ve bu kilise, kar yağan bu tepeye yapılıyor. Her yıl 5 Ağustos’ta bu kilisede anma törenleri düzenlenmekte ve ayin sırasında tavandan karı temsil eden beyaz gül yaprakları atılmaktaymış. Ayrıca tavan süslemelerinde Colomb’un Amerika’dan getirdiği altınların kullanıldığı söyleniyor.
Buradan yürüyerek-biraz uzunca bir yol olsada-otelimiz ‘Hotel Bolivar’a ulaştık. Eski ama renove edilmiş bu otelin yeri oldukça stratejik. Her yere yürüyerek ulaşılabiliyor. Bir sonraki hedefimiz Pantheon ve Piazza Navona. Pantheon eski bir pagan tapınağı. M.Ö. 20’lerde yapılmış. Panteon (Latince Pantheon, Yunanca “tüm tanrıların tapınağı” anlamına gelen Pantheon, kelimesinden geliyor) ilk olarak Antik Roma’nın tüm tanrıları için tapınak olarak inşa edilmiş bir yapı. Tüm Roma yapıları içinde en iyi korunmuş olanı ve muhtemelen de dünyada döneminin en iyi korunmuş binası. Günümüze kalan binanın tasarımı genellikle Trajan’ın mimarı Şamlı Apollodorus’a atfediliyor, ancak imparator Hadrianus veya onun mimarlarına ait olması da muhtemel. Yedinci yüzyıldan bu yana Hıristiyan kilisesi olarak kullanılan Panteon, Roma’daki en eski betonarme kubbeli bina. Kubbe 43 metre çapında ve 43 metre yüksekliğinde, ortası da delik. Kubbenin ortasındaki deliğe Latince’de ”göz” anlamına gelen ”occulus” deniliyor. Bu delik hem içeriyi aydınlatmak, hem de tapınaktakilerin gökyüzünü izleyerek düşünceye dalmaları amacıyla yapılmış ve bir rivayete göre öyle bir tasarlanmış ki yağmur yağdığı zaman kubbenin ortası açık olmasına rağmen, içeriye yağmur girmezmiş. Buradan giren yağmur ne oluyor diye düşünürseniz zemine dikkatlice bakın, ilk bakışta fark edilmeyecek 22 delik ile bu yağmur suyu dışarı atılıyor. Bu kadar geniş çaplı bir kubbenin betondan yapılması da o günün teknolojisiyle hala bir soru işareti. Buradan devam ederek Navona Meydanına ulaştık. Oval şekilli bu meydan eski bir stadyum kalıntısının üzerine kurulmuş. Meydanda ikisi küçük (Neptün ve Moor Çeşmeleri) ve biri büyük (Dört Irmak Çeşmesi) olmak üzere üç adet çeşme bulunuyor. Hepsi birer sanat eseri olan çeşmelerden en ünlüsü ve en iddialısı bir Bernini eseri olan Dört Irmak Çeşmesi (Fontana dei Quattro Fiumi). Nil, Tuna, Ganj ve Rio de La Plata ırmaklarıyla Afrika, Avrupa, Asya ve Amerika kıtalarını temsil ediyor.
Buradan Campo de Fiori’ye yürüyerek şehrin bu canlı ve kalabalık mekanının tadını çıkardık. Günün ikinci kısmında Roma’yı “Roma” yapan en büyük eserlerin kalıntıları gezeceğimiz arkeoloji bölümü vardı. Şehrin merkezindeki Kolezyum (Colosseo), Palatino ve Roman Forum’unu gezdik. Mavi Metro hattı ile Kolezyum’a vardık. Kolezyum’da Roma Pass sahiplerinin bilet sırasını beklemelerine gerek yok!!! Uzun bilet sırası yanından sıranın başına kadar yürüyüp biletle insanların geçiş yaptığı noktanın hemen yanında, 2 adet Roma Pass geçiş noktasından OGS’den geçer gibi süzüldük:) İlk bedava hakkımızı da kullanmış olduk. Buradan sonra gezilecek Palatino ile Kolezyum biletleri bir sayılıyor. Kolezyum oldukça büyüleci bir yer. Dışarıdan gördüğümüz heybeti içeride daha da etkileyici hale geliyor. Arenanın altındaki aslanlar ve gladyatörlerin hazırlandığı bölmeler, yüksek tribün kısımları ve 50 bin kişilik kapasitesi ile M.S 80 yılında böyle bir yapının tamamlanması insanı gerçekten etkiliyor. Kolezyumun iç, dış, üst ve alt katlarını da gezdikten sonra iç kısımlarda bulunabilecek sergilere de göz atılabilir. Kolezyum’a giriş, geziş ve çıkış için 1 saat yeterli 🙂 Kolezyum içinden ve çıktığımızda, Kolezyum’un hemen önünde, girerken de görmüş olduğumuz Konstantin Tak’ı (Arch of Constantine) önünde bir fotoğraf çektirmeyi unutmayın (çekiklere nispet!). M.S 4.yy’da yapılmış ve en son 1990’larda restore edilmiş, çok temiz ve heybetli şekilde duran bir eser. Konstantin Takı’nın metro çıkış noktasıdan bakarken sağ tarafında kalan antik yol Roman Forum’u ve Palatino’ya giden yol. Palatino Roma’lı yönetici ve kralların yaşadığı bölgeye verilen ad. Burada, devlet binaları, hamamlar ve diğer kalıntıları görmek mümkün. Nispeten diğer noktalara göre tepeden seyreden bir konumu var. Yolun sonunda solunuzda kalacak olan Palatino’ya girmek için Roma Pass’imizi bilet gişesine gösterip bedava geçiyoruz. Buradan çıkışta Roma Forumu’na gelmiş oluyoruz. Roma Forum’u eski Roma halkının yaşadığı bölge. Burada da yine heybetli bina, sütun ve halkın işlerini gördüğü çeşitli kalıntıları görebilirsiniz. Buranın girişi bedava! Buraları da gezmek için 1 saat yeterli. Son durak! Bugün için yeterli herhalde, otele dönüş ve sonrasında güzel bir akşam yemeği.
ROMA 2. GÜN: O çeşme senin, bu çeşme benim…
Güne güzel bir kahvaltıyla başlamak iyi bir fikir. Buradan Piazza Venezia’ya doğru yürüyoruz. Piazza Venezzia’da gördüğünüz anıt, İtalya’nın ilk kralı Vittorio Emanuele II’ye ait. Burada aynı zamanda 1.Dünya Savaşında ölen meçhul 11 askerin mezarı da var. O nedenle buraya “Unknown Soldier” da deniyor. Sonra Roma’nın “romantik” kısmına geçiyoruz. Etrafta göreceğiniz turist tabelalarının “Fontana de Trevi” (Aşk Çeşmesi) diye gösterdiği yönler yerine, haritanızdan faydalanmamız daha yararlı olabilir. Daha kestirmeden ulaşabilir ve bu kestirmeler sırasında geçeceğiniz daracık sokaklar ilginizi çekebilir. Aşk Çeşmesi’ne geldiğinizde karşılaştığımız şeyi, dünyanın başka bir yerinde görmemizin çok zor. Bu yapıt gerçekten büyüleyici. Trevi Çeşmesi (İtalyanca: la Fontana di Trevi, Türkçesi Üç Yol Çeşmesi) Roma’da Poli Sarayı’nın bir kenarına Nicolò Salvi tarafından klasik ve barok karışımı olarak yapılmış, dünyadaki en ünlü çeşmelerden birisidir. Üç yolun kavşağında bulunduğu için ‘Trevi’ adı konulduğu varsayıldığı gibi, üç yeraltı suyolunun bu noktada toplanmasının isminin nedeni olduğu iddiası da var. Trevi Çeşmesinin genel ifadesi “deniz”. Denizkabuğu şeklinde bir at arabası, arabayı çeken denizden çıkan kanatlı atlar ve arabada bulunan mitolojik deniz tanrısı, görünümün konusunu oluşturuyor. Heykel ve mimari çok güzel bir biçimde kaynaşmış. Trevi Çeşmesi’nın tarihi, İmparator Augustus döneminde başlıyor ve su arayan askerlere su kaynağının yerini gösteren bir kızın efsanesine dayanmakta. İmparator Augustus’nun damadı Agrippa, akan suyu Vergine su kemeri ile Pantheon’a kadar ulaştırmış. 8. yüzyılda, 12. yüzyılda V. Niccolo tarafından ve 15. yüzyılın ortasında 4. Paolo tarafından restore edilmiştir. 1998’de büyük bir düzenleme geçirmiş, temizlenmiş ve su sistemi de yenilenmiş. En son 2014 yılında restore edilen çeşmeye para atmak bir gelenek. Günde yaklaşık 3000€’luk bozuk paranın atıldığı Aşk Çeşmesi’ne, arkanızı dönerek sol omuzunuzdan doğru dileğinizi dileyip arkanıza bakmadan paranızı atmanız gerekiyor:) Atılan ilk para Roma’ya tekrar gelmeyi dilemek için, mutlaka oluyormuş-ki ben attım ve oldu. İkinci para gerçekleşmesini istediğimiz dilek için. Belediye her akşam bu paraları topluyor ve fakirlere yardım için kullanılıyormuş. Aşk çesmesinden sonra ‘Via Delle Muratte’ ve ‘Via San Andrea Delle Fratte’ caddelerinden geçerek İspanyol Merdivenleri’ne doğru yürüyoruz. Merdivenlerin hemen başlangıcında yer alan çeşme Fontana della Barcaccia (Eski Gemi Çeşmesi) barok tarzında yapılmış bir tatlı su çeşmesi. Çeşme 1627 yılında Pietro Bernini ve oğlu Gian Lorenzo Bernini tarafından yapılmış. Çeşmenin şeklinin bu şekilde seçilmesinin nedeni, Tiber Nehri’nin bazen taşması ve 1598’de taşması sonucu oluşan selde Piazza di Spagna’nın 1 metre su altında kalması. Sular çekildiğinde meydanda bir gemi bulunmuş. İspanyol merdivenleri 138 basamaktan oluşuyor ve 1723 yılında yapılan bu merdivenler, Avrupa’da yapılmış en uzun merdivenler imiş. Ortamın hareketi ve canlılığının tadını çıkarmak ve birkaç fotoğraf çekmek için basamaklarda kendinize bir yer bulmayı ihmal etmeyin. Burası Roma’nın en fazla hırsızlık olayları olan yerlerinden birisi olduğu için eşyalarınıza dikkat edin! Merdivenleri inerken tam karşıda gördüğünüz sokak Roma’da görebileceğiniz bütün ünlü markaları içinde barındırıyor-alışveriş severler, buyrun efenim!
Günün son gezisi için dünyanın en önemli sanat galerilerinden biri olan, Villa Borghese bölgesinde bulunan Galleria Borghese’a gittik. Giriş için rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Müzeye girişler her iki satte bir oluyor: 13:00, 15:00, 17:00 gibi. Pass Card’ın ikinci ücretsiz müze girişi hakkını burada kullandık. Kardinal Borghese zevk ve eğlence düşkünü aynı zamanda müsrif bir sanat meraklısıymış. Bernini’ye bir dizi heykel siparişi vermiş. (İyi ki de müsrifmiş…) Müze işte bu kıymetli koleksiyonu barındırıyor. İçeride sizi bekleyen başlıca eserler:
Gian Lorenzo Bernini – Enea e Anchise (1622-1625)
Truvalı Aeneas, Truva’nın işgali sırasında Yunanlıların işgalinden kaçar. Aeneas, Venüs ve Anchises’in oğludur. Omuzunda taşıdığı babası ve oğlu Ascanio ile birlikte Roma’ya sığınır.
Gian Lorenzo Bernini – Apollo e Dafne (1622-1625)
Işık Tanrısı Apollon, aşık olduğu kadın Dafne’nin peşinden koşarken, artık gücü tükenmekte olan Dafne Toprak Ana’dan kendisini örtüp saklamasını ister. Ve bir defne ağacına dönüşür. Apollon, sevdiği kadının dönüştüğü ağaca bakarak, defne ağacını kendi onur ağacı ilan eder. Bu ağacın yapraklarının hiç solmamasını diler ve bundan sonra bütün kahramanların başlarına defne ağacının yapraklarından yapılma taçlar takılmasını emreder. Bernini sanki Dafne ağaca dönüşürken zamanı durdurmuş ve bu heykeli öyle yapmış.
Gian Lorenzo Bernini – Pluto e Proserpina (1621-1622)
Cehennemler Tanrısı (Hades), Zeus ve Demeter’in kızı Persephone’yi görmüş, beğenmiş ve yeraltına kaçırmış. Efsaneye göre yeraltında bir şey yendiğinde, bir daha yeryüzüne çıkılması mümkün olmazmış. Bundan habersiz olan Persephone, yeraltında bir nar tanesi yemiş. Kızı kaçırılan Demeter hayata küsmüş ve onun küsmesiyle toprağın bereketi kalmamış. İnsanlar kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlar. En sonunda Zeus, Persephone’nin yılın üçte ikisini (çiçek açma ve meyve zamanı) annesi Demeter’in, üçte birini (kış mevsimini) ise kocası Hades’in yanında geçirmesine karar vermiş. Böylece toprağa yeniden bereket gelmiş. Persephone her yeryüzüne çıktığında annesi yeryüzüne baharı getirirmiş. Bu heykel bir insanın elinden çıktığına inanamayacağınız kadar müthiş!
Gian Lorenzo Bernini – David (1623-1624)
Hz. Musa’dan sonra İsrailoğulları’na Calut (Goliath) isimli bir dev musallat olmuş. Bu devin tek zayıf noktası alnının ortasıymış. Calut’un ordusuyla savaşmaya giden Talut’un (İsrailoğulları’nın o zamanki lideri) ordusu güçsüz kalınca ortaya Davut Peygamber çıkmış. Calut’un alnının ortasına bir taş fırlatmış. Yere devrilen devin boğazını kesmiş. Böylece İsrailoğulları savaşı kazanmış. Bu heykelde Davut Calut’a saldırmadan önceki haliyle betimlenmiş. Bernini’nin heykele kendi yüzünü verdiği söylenmekte.
Antonio Canova – Paolina Borghese (1805-1808)
Napoleon’un kardeşi Pauline, heykeltıraş Canova’ya Venüs olarak poz vermiş. Pauline’nin kocası bu heykeli bir odaya kilitlemiş ve Canova’nın bile girmesine izin vermemiş.
Müzenin bulunduğu dev park bölgesinin (Villa Borghese) içinde bir gezinti sonrası tramvayla Zaha Hadid tasarımı olan ‘Maxxi Museum’a giderek mesaiyi bitirebilirsiniz. Modern mimarinin nelere kadir olabileceğini, yaratma yeteneğinin ne sonuçlar doğurabileceğinin bir kanıtı bu müze.
ROMA 3. GÜN: Bekle bizi Vatikan…
Günün ilk yarısında bu sefer “Dini” Roma’yı görme zamanı. Tabi ki “Dini” Roma deyince tüm hristiyanlığın merkezindeki nokta Vatikan akla geliyor. Vatikan kendi başına özerk bir ülke. Dünyanın en küçük ülkesi. Yaklaşık 1000 kişi nüfusu var ve Kadıköy’den küçük 🙂 Bu “ülkeyi” gezmek yaklaşık 3-4 saat alıyor. Dikkat; Vatikan’a kısa şort, mini etek ve askılı tshirt ile girmek yasak! Güne çok erken başlamak çok önemli, çünkü Vatikan kelimesi kalabalık kelimesini yeniden tanımlıyor-mottomuz: erken kalkan yol alır! Güzel bir kahvaltıdan sonra, kırmızı metro hattını kullanarak Ottaviano-S.Pietro durağına kadar gittik. Burada indikten sonra zaten herkesin gittiği yönde, yani Via Ottaviano’dan Via Porta Angelica’ya doğru yürüyerek hedefe ulaşılabiliyor. Yol üstünde sağ tarafta göreceğiniz Vatikan Müzesine daha sonra girmeyi tercih ettik, ancak müze biletini mutlaka önceden internetten almalısınız. İlk hedef olarak Vatikan’daki St.Pietro’s Basilica’ya gittik. Bazilika, kişiler için özel yapılmış ya da onların adı verilmiş dini mekanlara (kilise, manastır,..) verilen ad. Meydana geldiğimizde, karşınızda koca kubbe (“cupola”, papa seçildiğinde üstünden beyaz duman tüttürdükleri) size bakıyor ve çevrenizde azizlerin heykelleri sizi çepe çevre sarıyor. Meydanın sağında ve solunda 300 civarında traverten sütunun oluşturduğu iki yarım ay var. Bunların tam ortasında ise bir Mısır dikilitaşı bulunuyor. Giriş kuyruğu upuzuuuun ve içeri girmeyi başaranlar 90. dakikada deplasmanda galibiyet golünü atan futbolcu mutluluğuna ulaşıyor.
Önce St.Pietro’s Manastırının içini gezdik. Hristiyan tarihinin en şaşalı manastırlarından muazzam bir eser. İçeride görülmesi gereken önemli birkaç şey var. Bunlardan bir tanesi Pieta. Pieta, Michelangelo tarafından yapılmış, Meryem Ana’nın kucağında çarmıhtan indirilen Hz. İsa’yı taşıdığı bir heykel. Uzak bir cam bölmede sergileniyor ve Meryem Ana’nın kemerinde Michelangelo’nun imzası var. Bu imzaladığı tek eseri. Ayrıca Michelangelo bu mermer heykeli tamamladığında sadece 25 yaşındaymış. Diğer eser ise Aziz Petrus’un bronzdan yapılan heykeli. Hz. İsa tarafından cennetin anahtarının Aziz Petrus’a verildiği söyleniyor. Bu anahtar bir papadan diğer papaya geçmekteymiş. Bu heykelde de Aziz Petrus elinde cennetin anahtarını tutmakta. Ayrıca gelen ziyaretçilerin dokunması ve öpmesi sonucu bu heykelin ayağı aşınmış. Buradan Basilica’ya geçerek ziyaret edebilir. Eski Papa’ların kıyafetleri, taçları, haçları, vs.. burada sergileniyor. Giriş 6€. (Roma Pass geçiyor mu diye asla sorulmamalı, “Burası başka bir devlet” şeklinde ters cevap veriyorlarmış). Buradan çıkınca “Tombs of the Saints” kısmına girip St.Pietro’dan beri gelmiş geçmiş tüm papaların mezarlarının bulunduğu kısım gezebilir, ama biz tercih etmedik; ne gerek var, en fazla kapıdan ruhlarına bir dua okunabilir! Sonrasında esas heyecan verici yere gittik; dizaynı Michelangelo tarafından yapılmış Cupola (Kubbe). 136 metre civarında yüksekliğe sahip olan bu kubbenin son halini görmek ise kendisine kısmet olmamış. Kubbenin tam altında Bernini tarafından yapılan 30 metre yüksekliğinde 4 ayaklı bir sunak var. Tam altında derinlerde San Pietro’nun mezarı varmış. San Pietro İsa nın 12 havarisinden biri. Aynı zamanda katedralede adını veriyor. Sunağın tam yanında göreceğiniz kırmızı kadife koltukta İsa dünyaya geri geldiğinde oturacağına inanılan koltukmuş. Hristiyanlarda hacı olmak için kilisede bulunan kapılardan birinden geçmek gerek. Tek sorun bu kapının 25 yılda bir açılması. O sırada ki papa elinde çekiçle duvara sembolik bir vuruş yapıyor ve kapı görevliler tarafından yıkılarak içinden geçiliyor. Geçenler hacı sayılıyorlar, günahları affediliyor ve bu törenler oldukça büyük oluyormuş. Kapı bir yıl açık kaldıktan sonra kapı tekrar örülüp kapatılıyormuş. Bir sonra ki açılışı 2025’te. Sıra geldi kubbe’ye. Belirli bir noktaya kadar asansör var ama esas iş asansör sonrasındaki 350 basamakta. Bu nedenle asansörü de pas geçip vurduk merdivene. Ortadaki avluda bir miktar soluklandık, çünkü oradan sonraki 350 basamak oldukça yorucu. Bir insanın geçebileceği darlıkta, mistik merdivenlerden geçtik ve kubbenin eğimli kısmına denk geldiğimiz sıralarda duvarın yan şekilde olması ile oldukça değişik bir deneyim yaşadık. Çıkış bitince göreceğiniz manzara -özellikle Vatikan Bahçeleri- doyumsuz. Ayrıca 360 derece Roma ayaklarınızın altında olacak. Vatikan’ın kendine ait bir postanesi de var. Burada Vatikan pulları kullanılıyor (kart atan nostaljiseverlere duyurulur). St.Pietro’nun bahçesinde biraz daha gezindikten sonra Vatikan Müzesi’ni gittik (biletini mutlaka önceden internetten almanız gerekiyor, yeniden hatırlatayım).
Vatikan Müzeleri uzun, ters U şeklinde bir koridor. Solundan yürümeye başladık. Mısır Müzesi, Raffaello Odaları, resimler, heykeller, büstler, mozaikler, duvar halıları, tavan resimleri, daha neler neler. Sistin Şapeli yolun en sonunda. Şapeli gezdikten sonra koridorun sağından turumuzu tamamladık. Şapelin duvarlarında 15. ve 16. yüzyıl sanatçıları tarafından yapılmış freskler yer alıyor. Bunlardan en önemlisi 1534-1541 yılları arasında Michelangelo tarafından yapılmış olan ‘Son Yargı’. Bu eser için Michelangelo’nun olgunluk döneminin başyapıtı olduğu söyleniyor. Bu eserin sağında ve solunda ise İsa ve Musa’nın hayatından sahnelerin betimlendiği 12 resim yer almakta. Tavan freskleri 1508-1512 yılları arasında Michelangelo tarafından yapılmış. Michelangelo, bu freskleri özel bir iskele üzerinde tek başına yatarak yapmış. Tavan panolarında Yaradılış, İsa’nın Ataları, Peygamberler, Kadın Kâhinler, Eski Ahit’ten Kurtuluş Sahnelerinin betimlendiği birçok resim yer alıyor. Sizi olduğunuz yere kilitleyecek resim ise ‘Adem’in Yaradılışı’ olacak. Tanrı’nın ilk insan Adem’e hayat verişini betimleyen freskte, Tanrı’nın yüzü olarak, Michelangelo’nun kendi yüzünü çizdiği düşünülmekte. Tanrı’nın sağ kolu, hayat ışığını vermek için Adem’in parmağına doğru uzanmış. Sol kolunun altında ise bir kadın resmedilmiş. Bu kadının henüz yaratılmamış olan Havva’yı temsil ettiğine inanılıyor. Tanrı ve Adem’in ellerini içeren detay ise freskin en önemli kısmı. Yıllarca insan anatomisi üzerinde çalışan Michelangelo’nun dehasına hayranlık duyacağınız bir başka nokta ise Tanrı tarafındaki kırmızı pelerin ve diğer ayrıntıların beyin şeklinde resmedilmiş olması. Michalangelo’nun tanrı kavramının insan beyninin yarattığı bir inanç sistemi olduğunu, tanrıyla insan arasında iletişim kurmak için herhangi bir araca ihtiyaç duyulmasına gerek olmadığını düşündürmeyi amaçladığına inanılıyor.
Vatikan’ın ihtişamlı ortamından çıktıktan sonra, sırada, Castel Sant’Angelo var (Kulakların çınlasın Dan Brown-Da Vinci şifresi kitabını boşuna okumadık). Bu silindirik bina, ilk zamanlarda (M.S 2.yy civarında) Roma İmparatoru Hadrian ve ailesinin mozolesi olarak yaptırılmış ancak daha sonra (M.S 4.yy civarından sonra) uzun yıllar kale ve bir süre de hapishane olarak kullanılmış. Roma’nın en güvenli kalelerinden biri olarak kabul edilmekteymiş. Bir tünelle Vatikan’a bağlandığı için, bir tehlike anında Papa’lar bu kaleye saklanırlarmış. Ayrıca Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan da bu kalede hapiste kalmış. Melekler Şatosu olarak anılmasının sebebi ise, bir rivayete göre kalenin tepesine bir melek inmesi imiş. İçinde Rafael’in yaptığı bir melek heykeli mevcut. Kalenin tepesinde şu anda Başmelek Mikail’in bir heykeli bulunuyor. Melekler Şatosu’na giriş ücreti 7 €. Kalenin tam önündeki Roma’nın tek araç trafiğine kapalı köprüsü Ponte Sant’Angelo’daki heykeller de öncelerinde Rafael tarafından yapılmış. Daha sonra heykeller Bernini’ye zamanın Papa’sı tarafından yeniden yaptırılmış.
YEME-İÇME
İtalya’dasınız…“Rejimdeyim şekerim!”, “Ayy! Önümüz yaz, mayo giyeceğiz, dikkat etmek lazım!”, “Canan Karatay Hoca bunları zinhar yemeyin dedi!” gibi söylemleri geride bırakın, gevşeyin, rahatlayın ve muhteşem lezzetlerin keyfini çıkarın. Yemediğiniz makarnalar bu dünyada olmazsa öbür dünyada sizi bulur, karşınıza dikilir, hesap sorar-benden söylemesi!!!
Pinsere Roma
Böyle bir pizza yok, burada pizza yemeden dönmeyin.
Osteria Barberini
Mutlaka ama mutlaka-önceden rezarvasyon gerekiyor, çünkü çok küçük bir restaurant. Uzmanlık alanları trüf’lü makarnalar. Lezzetler inanılmaz.
Osteria del Cavaliere
Çok çok iyi.
Olmazsa olmaz-gelato-internetteki en iyiler listesi şöyle=Gelateria Fatamorgana, Gelateria dell’Angeletto, Gelateria dei Gracchi, Gelateria Grom, Ciampini, Gelateria San Crispino, Gelateria del Teatro, Giolitti Gelateria, Come il Latte, Fior di Luna-bizzat denediklerim de var, rastladıklarınıza mutlaka şans verin
UYARILAR
FLORANSA 4. GÜN: Sanat, sanat, sanat…
Yaklaşık 400.000 nüfuslu küçük Floransa’ya Roma Termini İstasyonundan hızlı tren kullanarak 1,5 saatte ulaşılabiliyor. Bilet fiyatları gidiş-dönüş 50€ civarında ve neredeyse her saatte kalkan bir tren bulmanız mümkün. Gidiş biletimizi Floransa SMN İstasyonuna aldığımızı ve dönüşü de bu istasyondan yapacağımızı kontrol edelim. SMN açılımı, istasyonun hemen yanıbaşındaki, Floransa’nın en büyük kiliselerinden birinden, Santa Maria Novella’dan geliyor. Konaklama için tercihimiz Relais Piazza Signoria. İsminden de anlaşılacağı üzere ‘Piazza della Signori”da. Eski bir apartman restore edilerek apart otel haline dönüştürülmüş. Ufizzi müzesi ve eski saray’ın yanıbaşında-konaklama için daha iyi bir yer var mı derseniz, ancak eski sarayın kendisi olur-o derece yani!
Gezimize meydandan başlıyoruz. Burası ünlü David’in bir kopyası ile beraber “Rape of Sabine woman” kopyası, “Perseus With the Head of Medusa” bronz eseri ve birçok eserin gerçeği ya da kopyalarını görebileceğiniz bir meydan. Bu meydan, eski sarayın yapıldığı, 1299 yılından itibaren, şehre damgasını vurmuş. Palazzo Vecchio ve Uffizi, bu meydanın sınırlarını oluşturuyor. Palazzo Vecchio (Eski Saray) 1299 yılında Arnolfo di Cambio tarafından yapılmış ve Medici ailesinin ikametgahı olarak kullanılmaya başlanmış. Yapının avlusunda Michelangelo yapımı “David” heykelinin kopyası bulunuyor. Sarayın en önemli yeri “Salone dei Cinquecento-Beş Yüzler Salonu“ olarak isimlendirilen bölüm. Bu salonda büyük konseyin 500 üyesi toplanırmış. Salonda savaş sahnelerini gösteren, büyük freskler görülmekte. Burayı gezmek icin rehberli turlardan biri de tercih edilebilir. Rehberli turlar, birkaç şekilde düzenleniyor. Quartieri Monumentali denilen tur: yaklaşık 1 saat sürüyor ve 14 euro. Gizli geçitler turu ise, yine 1 saat sürüyor ve 14 euro. Yönlendirme turu ise, 1 saat sürüyor ve 12.5 euro. Dan Brown’ın 2013 yılında yayınlanan ‘Inferno-Cehennem’ kitabını okuduysaniz, kitapta adı geçen eserlerin izini de sürebilirsiniz. Örneğin ölüm maskesi bu sarayda.
Eski saray yapısının hemen güneyinde, yine muhteşem bir sanat galerisi bulunuyor: Uffizi. Yapı 1559-1581 yılları arasında yapılmış. Botticelli’nin “Venüs’ün doğuşu” ve “İlkbahar” isimli eserleri, burada sergileniyor. Bunun dışında: Raphael, Da Vinci, Michelangelo, Rembrant, Titian ve Caravaggio (Baküs ve Medusa’nın yaratıcısı, Medusa’ya bakmak beni hep rahatsız etmiştir gerçi) gibi dünyaca ünlü sanatçıların yine dünyaca ünlü eserlerini görebilecegiz. Hatta galerinin üst katının bir kısmında, Osmanlı padişahlarının görüntülendiği tablolar da mevcut.
Öğleden sonra ilk durağımız Ponte Vecchio (Eski Köprü). Şehrin en eski köprüsü. 14’ncü yüzyılda yapılmış. Günümüzde, üzerinde pek çok kuyumcu dükkan mevcut.
Köprüden sonraki hedef, 36 Piazza de’Pitti caddesinden yapılacak yürüyüş ile ‘Piazza de’Pitti’ (Pitti meydanı) ve ‘Palazzo Pitti’ (Pitti Sarayı). Yapı 1458 yılında, zengin tüccar Luca Pitti tarafından yaptırılmış ve daha sonra, 1549 yılında, şehri 400 yıl yöneten Medici ailesine satılmış. 18’nci yüzyılın sonlarında, bir süre, Napoleon tarafından da kullanılmış. Yapının içinde: 5 tane müze bulunmakta. Müze, katedral ve saray girişleri genellikle 10 euro civarında, ancak “Firenze pass” alınırsa 50 euro karşılığında 30 mekana giriş hakkı elde edilebilir. Pitti sarayının hemen arkasında yer alan ‘Galleria Palatine’ da Medici ailesine ait, 16-17’nci yüzyıllardan kalma Rönesans dönemi eserleri sergileniyor. Özellikle Raphael koleksiyonu mutlaka görülmeli. Bunun yanında özellikle Pietro da Cortona tarafından 1637-1641 yılları arasında dekore edilmiş, barok tarzı oda da görülmeye değer. Buradan sonra isteğe bağlı olarak ‘Piazza de’Pitti’-‘Piazza di San Felice’ sokağını takiben ‘Gallerie Del Costume’ müzesine gidilebilir. Bu müzede İtalyan moda tarihine ait eserler 14 odada sergilenmekte. Pitti Sarayının hemen karşısındaki blokların arkasında, bir kilise var. ‘Santo Spirito Di Firenza’ Rönesans mimarisinin en seçkin örneklerinden birisi. Mevcut kilise; daha önceki dönemlere ait burada varlığı bilinen kilise kalıntıları üzerine, 1428 yılında yapılmıştır. Yapının içinde: 38 yarı şapel bulunmaktadır. En önemlisi; Bini-Copponi şapeli. Buradaki süslemeler: Francesco Botticini tarafından yapılmıştır. Bu kilisenin, bir diğer öne çıkan yönü: Michelangelo’nun, buradaki manastır hastanesine gelen ve ölen kişilerin cesetleri üzerinde anatomik araştırmalar yapması. Bu araştırmalarına izin verilmesi karşılığında, kendisi, yüksek sunağın üzerine, bir ahşap haç heykeli yapmıştır. Günümüzde, bu ahşap haç heykeli: kilisenin sol bölümünde kilise eşyalarının saklandığı odada muhafaza edilmekte.
Floransada görülebilecek diğer yerler arasıda ‘Forte Belvedere’ (kale), Gümüş Müzesi, ‘Museo Dele Porcellane’, ‘Piazzale Michelangelo’ (Michelangelo tepesi) ve Bilim tarihi müzesi de yer alıyor. Müzelerin yanısıra vintage kıyafetler ve eşyalar için Via Maggio Caddesi’ne gidilebilir. Floransa aynı zamanda pazarlarıyla da ünlü. San Lorenzo pazarında deriler, aksesuarların yanı sıra zeytinyağı gibi bazı yöresel gıdaları satın alınabilir.
FLORANSA 5. GÜN: Müzelerden müze beğenin…
‘Piazza Del Duomo’ (Katedral meydanı) ile başlıyoruz. Meydanın darlığı karşısında katedralin ihtişamı çok etkileyici. İlk gezeceğimiz yer DUOMO (Santa Maria Del Fiore katedrali, Floransa katedrali, Meryem Ana katedrali). Büyüklüğü ile, Avrupa’nın dördüncü kilisesi. Mimar Arnolfo di Cambio tarafından yapılmıştır. Ancak, yapının muhteşem kubbesi, sonradan Filippo Brunelleschi tarafından eklenmiştir. Kubbe, iç içe geçme iki kubbe gibi, birbirine geçme tuğlalarla yapılmış. Yani modern çağın yeni yapısal teknikleri kullanılmaya başlanıncaya kadar, dünyanın en büyük tuğla yapılı kubbesi olarak öne çıkmış. Yapının inşasına 1295 yılında başlanmış. Yapımın tamamlanması, 140 yıllık süreç sonunda, 1435 yıllarına kadar sürmüş. Dış cephesi: yeşil, pembe ve beyaz mermerler ile yapılmıştır. Yapının içinde özellikle, Michelangelo tarafından yapılan Meryem Ana’nın acısının yansıtıldığı “Pietro” isimli heykel mutlaka görülmeli.
Katedralden sonra ‘Giotto Campanile’ (Çan Kulesi)’ni geziyoruz. 1334 yılında, ünlü ressam Giotto di Bondone tarafından yapılmıştır. Ancak, sanatçı kulenin yapımında, kendi tasarımı, ışık-gölge oyunları ve değişik çizim teknikleri kullanmış. Beyaz mermerden geometrik desenler, sanatçının ölümü üzerine, 1337 yılında, Carrara isimli sanatçı tarafından bitirilmiş. Kule 15 metre yüksekliğinde bir podyum üzerinde duruyor ve bunun üzerinde, 84.7 metre yüksekliğe ulaşıyor. En büyük çan 5300 kg. ağırlıkta ve 1705 yılında yapılmış. En küçük çan ise, 1956 yılında yapılmış olup 237 kg. ağırlıkta. Kulenin seyir terasına çıkmak için, 414 basamaklı merdiveni tırmanmak gerekiyor-giriş bileti önceden mutlaka internetten alınmalı!
Daha sonraki durağımız ‘Santa Croce’ Kilisesi. Yapımına 1294’te başlanan kilise ‘Santa Croce Meydanı’nda ve Duomo’nın yaklaşık 800 metre güneyinde. Michelangelo, Galileo, Machiavelli, Foscolo, Gentile, Rossini ve Marconi gibi bazı en meşhur İtalyanların mezar yeri. Bu nedenle ayrıca ‘Temple of the Italian Glories’ (İtalyan Övünmeler Tapınağı-‘Tempio dell’Itale Glorie’) olarak da bilinir. Daha sonra, yine meydanın tam ortasında yer alan ‘Florence Baptistry’ (‘Battistero Di San Giovanni’, Vaftizhane)’yi inceliyoruz ve yine Dan Brown’ın kulaklarını çınlatıyoruz. ‘Duomo’nun karşısındaki bu küçük bazilika 1059-1128 yılları arasında inşa edilmiş ve şehrin en eski yapılarından birisi. Mimari tarzı Romanesk. Yapının bronz heykellerle süslü kapılarındaki kabartmaları ilgi çekiyor. Güney kapıları Avrupa’nın en iyi bronz demircilerinden Andrea Pisano tarafından 6 yılda ve Kuzey ile doğu kapıları Lorenzo tarafından 21 yılda yapılmış. Doğu tarafındaki kapı ise, Michelangelo tarafından yapılmış olup, “Cennetin kapıları” betimlenmiş. Kapıların orijinalleri müzede sergilenmekte. Vaftizhanenin iç kısmı Roma şehrindeki, Pantheon tapınağına benziyor. İsteğe bağlı olarak katedral yapısının hemen arkasında yer alan ‘Museo Dell’opera Del Duamo’ (Katedral Müzesi)’nde kapıların orijinalleri görülebilir. Vaftizhanenin hemen yanında, Gotik mimari özellikler taşıyan ‘Loggia Del Bigallo’ bulunuyor. 1352-1358 yılları arasında yapılmış. Bir sonra ki hedef ‘5 Via de’Martelli’ caddesinden ilerleyip ilk sola dönerek ve ‘Via de’Gori’ caddesinden devam ederek ulaşılacak ‘Piazza di San Lorenzo’. Yine gayet kalabalık ve hemen ortasında, bir heykel bulunan bu meydanın önemli anıtı ‘San Lorenzo’ Bazilikası. Yapı 1420 yılında, Brunelleschi tarafından yapılmış ve ‘Medici Cosimo’nun mozolesi olarak kullanılmış. Yapıldığı dönemde, dış cephesi Michelangelo tarafından yapılmaya başlanılmış ancak, daha sonra yarım bırakılmış. Buradan sonra sırada, şehrin daha kuzey bölümü yani müzelerin bulunduğu bölüm var. Önce ‘Via de’Gori daha sonra ‘29 Via de Martelli’ üzerinden ‘Piazza di San Marco’ meydanına ulaşılabilir. Buradaki San Marco Müzesi’nde özellikle Ghirlandaio tarafından yapılan freskler, “Son akşam yemeği” mutlaka görülmeli. Ancak, bu müzede görülmesi gereken en büyük özellik, yapının mimarisi. Daha sonra, 19 Via Cesare Battishi caddesinden yürüyerek ‘Piazza della Santissima Annunziata’ya ulaşılabilir. Meydanın ortasında, bir heykel ve iki yanda havuzlar var. Meydanda da iki müze bulunuyor. ‘Museo Nazionale-Bigallo Müzesi’si 13’ncü yüzyılda, bir kale olarak yapılmıştır. Burada, 14’ncü yüzyıldan kalma, Floransa mozaiklerini ve Donatello’nun, bronz “Davut Heykeli” ve “Druid” isimli eseri bulunuyor. Giriş katında ise Michelangelo’nun bir kısım eseri görülebiliyor. Diğer müze ise, ‘Galleria Dell’accademia’. Müzenin en önemli eseri 1503 yılında, Michelangelo tarafından yapılan “Davut-David” heykeli.
Dönüş gününüz Pazar günü olursa Piazza Santo Spirito’daki bit pazarına uğramak iyi bir fikir olabilir. Ayrıca, dönüş için istasyona gelindiğinde Santa Maria Novella kilisesi de ziyaret edilebilir.
YEME-İÇME
Taverna Del Bronzino
Önceden rezervasyon yaptırmak kaydıyla Taverna Del Bronzino’yu şiddetle tavsiye ediyorum. Trattoria Zaza’da ev yapımı makarnalarıyla damaklarımızı fethetti.
Denemedik ama diğer önerilen yerler Antica Trattoria “da Tito” dal 1913, Osteria Vecchio Vicolo ve Buca Lapi (florentin steak icin en iyi yer deniyor).
Roma-Floransa’da mutlaka…
Tadın-‘gelato’ yani İtalyan dondurmalarından bol bol tadın.
Çıkın-Nefis manzaraların tadını çıkarmak için kubbelere ve kulelere çıkın.
Çekin-Meydanlar, sokaklar, binalar…Her yer bir sanat eseri, hepsinin fotoğraflarını çekin.
Yiyin-Diyeti bir kenara bırakın, lezzetli ev yapımı makarnalardan yiyin.
Roma gezimle ilgili yazıya linke tıklayarak ulaşabilirsiniz. http://www.gezginbilgin.net/index.php/2019/03/08/roma-tivoli/
- Adem'in Yaradılışı
- Apollo e Dafne
- Arch of Constantine
- Aşk Çeşmesi
- Aziz Petrus
- Battistero Di San Giovanni
- Bernini
- Beş Yüzler Salonu
- Bini-Copponi şapeli
- Campo de Fiori
- Çan Kulesi
- Castel Sant'Angelo
- Cennetİn kapıları
- Colosseo
- Cupola
- David
- Davut heykeli
- Dört Irmak Çeşmesi
- Duomo Santa Maria Del Fiore katedrali
- Enea e Anchise
- Eski Gemi Çeşmesi
- Eski Köprü
- Floransa
- Floransa katedrali
- Florence Baptistry
- Fontana de Trevi
- Fontana dei Quattro Fiumi
- Fontana della Barcaccia
- Forte Belvedere
- Galleria Borghese
- Galleria Dell’accademia
- Giotto Campanile
- Gümüş Müzesi
- İspanyol Merdivenleri
- İtalyan Övünmeler Tapınağı
- Kolezyum
- Konstantin Tak’ı
- Loggia Del Bigallo
- Maxxi Museum
- Melekler Şatosu
- Meryem Ana katedrali
- Michelangelo
- Michelangelo tepesi
- Mısır Müzesi
- Moor Çeşmesi
- Museo Dele Porcellane
- Neptün Çeşmesi
- Occulus
- Palatino
- Palazzo Pitti
- Palazzo Vecchio
- Pantheon
- Paolina Borghese
- Perseus With the Head of Medusa
- Piazza de’Pitti
- Piazza Del Duomo
- Piazza della Signori
- Piazza di San Lorenzo
- Piazza di San Marco
- Piazza Navona
- Piazza Venezia
- Piazzale Michelangelo
- Pieta
- Pietro
- Pitti meydanı
- Pitti Sarayı
- Pluto e Proserpina
- Ponte Sant'Angelo
- Ponte Vecchio
- Raffaello Odaları
- Rape of Sabine woman
- Roma
- Roma Pass
- Roma Termini istasyonu
- Roman Forum
- Salone dei Cinquecento
- San Lorenzo Bazilikası
- San Marco Müzesi
- San Pietro’s Basilica
- Santa Croce Kilisesi
- Santa Maria Maggiore Kilisesi
- Santa Maria Novella
- Santo Spirito Di Firenza
- Sistin Şapeli
- Son Yargı
- Tempio dell'Itale Glorie
- Temple of the Italian Glories
- Tiber Nehri
- Tombs of the Saints
- Uffizi
- Unknown Soldier
- Vaftizhane
- Vatikan
- Vatikan Bahçeleri
- Vatikan Müzesi
- Villa Borghese
- Zaha Hadid