Goncagül Haklar, Haziran 2015
Ville Lumière” yani ışık şehir…Sanatın ve kültürün anavatanı, politika ve ekonominin önemli bir merkezi, modanın ve lüksün dünya başkenti…Her defasında yeni keşiflere yelken açacağınız engin bir deniz… Yazımın sonuda Paris’e ilk kez gideceklere için klasik hedeflerden de kısaca bahsedeceğim ama asıl hedefim olan “Bu sefer Paris’te bir farklılık peşindeyim” diyenler ile “Kaç gündür Paris’teyiz, bugün altenatif bir program yapalım” diyenlere Paris’in modern mimarinin güzide örneklerini barındırdığını belirterek başlayayım. Sizler için tüm gün sürecek, küçüklü-büyüklü ailenin her bireyini tatmin edecek ve modern mimariye doyuracak harika bir yürüyüş rotası önerim var. Paris’te moden mimari deyince 2 önemli müzeye de-‘Center Pompidou’ ve ‘Louis Vuitton Foundation Museum’- mutlaka programınızda yer ayırmalısınız. Yazının ikinci bölümünde antika tutkunları için hesaplı alışveriş imkanları sunan ‘Le marché aux Puces de Saint-Ouen – Porte de Clignancourt’ u da tanıtacağım. Sizlere damağınızı şenlendirecek lokanta önerileri vermeyi de ihmal etmeyeceğim.
MODERN HEDEFLER: Paris’te modern mimarinin izinde…
Pavillon de l’Arsenal
1889 yılında bir ahşap tüccarı ve amatör sanatçı olan Laurent-Louis Borniche için yapılan bu bina aslında modern bir konstrüksiyon değil ama bu geziye başlamak için ideal bir nokta. Morland bulvarında yeralan binaya 1-5-7-8 no.lu metro hatlarının Sully-Morland veya Bastille duraklarında inerek ulaşmak mümkün. Sanat eserleri toplayan Borniche sonradan müzeye dönüştürmek için bu yapıyı yaptırmış ama bu dileğini gerçekleştiremeden vefat etmiş. Hayırsız kızı (!) da babasının vefatı ile tüm eserleri satmış ve binayı da kiraya vermiş. 1988 yılında Borniche’nin dileği yerine getirilerek bina Paris’liler tarafından mimarlık ve şehir planlama müzesine dönüştürülmüş. Sade konstrüksiyonu ile dikkat çeken bina sürekli ve geçici sergilere evsahipliği yapıyor. Mimarlık ve tasarım meraklıları için kitapçısını da şiddetle öneriyorum.
Institut du Monde Arabe
‘Pavillon de l’Arsenal’den çıkıp sola dönün ve ‘Pont de Sully’den karşı kıyıya geçin. Hemen karşınıza gelecek olan bina ‘Seine’ nehrine bakan yüzü ile sizi çok etkilemeyebilir ama biraz daha sabrederek binanın giriş kapısının yeraldığı avluya gitmenizi öneriyorum. Fransız mimar Jean Nouvel tarafından cam ve çelik kullanılarak tasarlanan bu binanın ön cephesinde Arap mimarisine has süslemelerin cam ve çelikle yeniden yorumlandığı 240 adet ‘moucharabiehs’ (müşrefiye) gözlerinizi kamaştıracak. Bu desenler birkaç kat çelik katman tarafından oluşturulmuş ve tam olarak anlatılmaz yaşanır kıvamında. Hem avludan, hem de içeriden binanın ön cephesini izlediğinizde güneşin hareketi ile birlikte bu desenler nefis gölge oyunları yapıyorlar. Binanın içinde bir kütüphane ve müze de bulunuyor, ama benim önerim asansör ile 9.kata çıkmanız. Buradaki teras ‘Ile St. Louis’ adası ve ‘Notre Dame’ Katedrali’ni sarmalayan muhteşem bir Paris manzarası sunuyor. Bu teras’ta bir Lübnan lokantası da var, denemedim ama güzel bir yaz akşamı için hoş bir tercih olabilir.
Le Musee du Sculpture en Plein Air
Tekrar ‘Pont de Sully’ye yönlenip, karşı kıyıya geçmeden sağa dönerek ‘Seine’ nehri kıyısına indiğinizde sizi Jardin Tino Rossi karşılayacak. Bu park içindeki 1980 yılında kurulmuş olan ve 20.yüzyılın ikinci yarısına ait 50 heykelin sergilendiği açık hava müzesi sizlere nefis bir mola imkanı sunacak. Brancusi, Gilioli ve Cesar gibi ünlü heykeltraşlara ait eserleri yakından görebileceğiniz bu parkta ayrıca küçük gezginler için oyun parkları da var.
Cité de la Mode et du Design
Nehir kenarından keyifli bir yürüyüş ile devam ederek ‘Gare d’Austerlitz’i ‘Gare de Lyon’a bağlayan ‘Pont Charles de Gaulle’ün hem sonrasında bu ilginç bina sizi karşılayacak. ‘Magasins Généraux’ adlı eski bir ambarın Dominique Jakob and Brendan MacFarlane tarafından renove edilmesi ile oluşturulan bu bina Fransız moda endüstrisinin önemli bir eğitim merkezi. Binanın alemeti farikası önündeki fıstık yeşili pleksiden yapılmış harici merdiven. Gerçekten çok yaratıcı. Binanın ‘Seine’ kıyısında çok keyifli bir ‘café’si de var.
Notre Dame de la Sagesse
‘Avenue de France’ üzerinde yürümeye devam ettiğinizde ulusal kütüphaneden hemen önce solunuzda kalacak bu küçük kilise Pierre-Louis Faloci tarafından yapılmış ve sade dış cephesi ve Le Corbusier’in ünlü binası ‘Chapelle Notre-Dame-du-Haut de Ronchamp’ ilham alan iç tasarımı ile dikkat çekiyor.
La Bibliothèque Nationale
‘Avenue de France’ üzerinde yürümeye devam ettiğinizde sizi yolun sağ tarafında ulusal kütüphane binası karşılıyor. Perrault tarafından 1989-1996 yılları arasında yapılan ve başkan François Mitterand tarafından desteklenen bu ödüllü kütüphane kompleksinde tüm alanı çevreleyen yaklaşık 50 basamak ile çıkılan ahşap bir yükseltinin dört köşesinde 90° açılmış 4 adet kitap görüntüsü veren bina mevcut. Bu 4 binanın arasında ise ağaçlarla kaplı gömülü bir bahçe mevcut. Kütüphane kompleksi yunan yazmalarından başlayarak milyonlarca esere evsahipliği yapıyor ve bu kompleksi görünce insan “niye bizde de yok” diye hayıflanmak kendini alamıyor.
L’Armee du Salut
Ulusal kütüphanenin hemen arkasında Le Corbusier’in ilk eserlerinden biri olan çok renkli bu binayı da görmek mümkün.
Le Passerelle Simone de Beauvoir
Ulusal kütüphane’ye ulaşmak veya buradan karşı kıyıya geçmek için sadece yaya kullanımına açık olarak Avusturyalı mimar Dietmar Feichtinger tarafından yapılan bu ahşap köprü DNA’nın çift sarmal yapısını andıran ilginç mimarisi ile insanı şaşırtıyor. Karşı kıyıya geçmeden önce köprünün alt kıyısına inip kıyı şeridinin keyfini çıkarmanızı öneriyorum. Burası ‘Seine’ nehri içinde yüzen yüzme havuzu ve bir dizi eski teknenin restore edilip bar ve restoran’a dönüştürülmesi ile hem haftasonları, hem de yaz geceleri için yemek yemek-müzik dinlemek-güneşlenmek-takılmak için ideal bir ortam. Yüzme havuzu boğazda yüzmüş bir ecdadın torunları ve boğaz kenarındaki havuzlarda keyfetmiş bir nesil olarak yüzünüzde küçümseyici bir gülümseme oluştursada, “Yazzık, naapsınlar” düşüncesi ile hemen bundan sıyrılıyorsunuz. Mekanlar oldukça keyifli, burada biraz zaman geçirmenizi öneriyorum.
Le Parc de Bercy
‘Pont Simone de Beauvoir’ köprüsünden karşıya geçtiğinizde sizi karşılayan bu park eski zamanlarda şarapların depolandığı ve şehre dağıtıldığı bir alanmış. Sonradan biraz kaderine terk edilen bölge mimarlar Bernard Huet, Madeleine Ferrand, Jean-Pierre Feugas ve Bernard Leroy, şehir planlamcıları Ian Le Caisne ve Philippe Raguin ile 1993-1997 arasında yapılandırılmış ve yepyeni bir çehreye kavuşturulmuş. Bugün çocuklar ve gençler için spor alanlarının da bulunduğu Paris’in en büyük parklarından biri.
La Cinemathèque Française (ex American Center)
Parkın kuzey ucunda ‘Rue de Bercy’ tarafında yeralan ve Frank O. Gehry tarafından 1988-94 yılları arasında yapılan bu bina, mimarın hem tipik, hemde tipik olmayan özelliklerini yansıtıyor. Değişik şekilleri, yükseltileri ve açılarıyla hemen Gehry mimarisini çağrıştıran bu yapı Paris’in oldukça sıkı şehir planlama kuralları ile mimarı biraz sınırlamış. Amerikan kültür ve sanat merkezi olarak yapılan bu bina sonraları bu amacın çok ilgi çekmemesi nedeniyle sinemayı onurlandıran ve sanat filmlerini gösterildiği, yönetmen ve oyuncuları tanıtan geçici sergilerin izlenebileceği bir merkeze dönüştürülmüş.
Yürüyüş rotamız burada sona eriyor. Yazımın başında da değindiğim gibi 2 önemli modern mimari şaheserimiz daha var gezeceğimiz. İlki Paris’in merkezinde yer alan çok bilinen ‘Centre Pompidou’, ikinciside ‘Louis Vuitton Foundation Museum’.
Centre Pompidou
1969 yılında Başkan Georges Pompidou’nun önerisiyle Paris’te modern sanata adanmış bir yer inşa etmek amacıyla yapılmış. Düzenlenen proje yarışmasına 650 proje katılmış ve Richard Rogers, Renzo Piano ve Gianfranco Franchini’ye ait bu proje yarışmayı kazanmış. Farklılığı bir bina değil, kendisinin de bir sanat eseri olması. Özellikle dış cephesi boyunca açılı olarak yerleştirilmiş kırmızı merdiveni binaya ayrı bir ruh katıyor. Yapı içerisinde müze, kitapevi, sinema ve panoramik bir teras bulunuyor. 20. yüzyıla ait yaklaşık 59.000 modern sanat eserine-ki aralarında Matisse, Kadinsky, Miro ve Picasso’ya ait olanlar da var-evsahipliği yapıyor. Müze’de küçük gezginler de unutulmamış, siz müzeyi gezerken onlarında keyifle vakit geçirecekleri geniş bir oyun alanı var. Müzenin hemen yanındaki havuz da onlar için oldukça cazip.
Louis Vuitton Foundation Museum
2006 yılında yapımına başlanan ve Ekim 2014’de açılan bu yapı bir sanat müzesi ve kültür merkezi. Tasarımı ünlü mimar Frank Gehry tarafından yapılan bina 16.bölgede ‘Bois de Bouloge’ de yeralan ‘Jardin d’Acclimatation’un yakınında bulunuyor. Ünlü mimar tasarlamadan önce alanı ziyaret etmiş ve tasarım için cam tavanlı ünlü bina ‘Grand Palais’den etkilenmiş. Los Angeles’da ‘Walt Disney’ konser salonunu ve Chicago’daki ‘Millenium Park’ konser salonunu da yapan ünlü mimarın tarzı hemen hissediliyor ve bize de bu yaratıcılığın önünde saygı ile eğilmek düşüyor.
HEDEF ANTİKA: Bit pazarına nur yağmış…
Antikacılar, galeriler ve sokak pazarları Paris’in olmazsa olmazları. Binlerce irili ufaklı eşya ve nesilden nesile geçen eserleri ile Paris, sanatseverlerin ve koleksiyonerlerin cenneti adeta.
Le marché aux Puces de Saint-Ouen – Porte de Clignancourt hem bir bit pazarı, hem de antikacıların merkezi. Metro ile M4 hattının son durağı olan Clignancourt’ta inip ‘Le Puces’ tabelalarını takıp ediyorsunuz. ‘Avenue de la Porte Clignancourt’ üzerinde yürürken solunuzda kalacak olan eskicilerin ve outlet döküntülerinin satıldığı derme-çatma alanı geçiyorsunuz. Sonrasında ‘Avenue Michelet’e ulaştığınızda ‘Marche Antica’ tabelasını görüp içeri dalıyorsunuz. Yaklaşık 4000 dükkan olan bu mekan cumartesi, pazar ve pazartesileri açık. Porselen, cam, gümüş ve daha neler, neler. Antika tutkunuysanız kendinizi cennete gelmiş sanabilirsiniz(-ki ben ruhumu teslim ediyordum). Özellikle ne aradığını bilen ve bilgi açısından donanımlı bir alıcı iseniz pazarlık da yaparak muhteşem parçalara sahip olabilirsiniz. Zaman ayırmak ve dikkatli incelemek gerekiyor.
Klasik hedeflere geçmeden önce gurme siteleri önerilerinden seçerek bizzat tattığım yeme-içme deneyimlerimi de paylaşayım:
La Régalade St. Honore
Başlangıç, ana yemek ve tatlı olarak herbirinden 3-4 seçeneğin sunulduğu, ancak bu kısıtlı menünün her gün değiştiği minik bir lokanta. Servis öncesi ikram edilen ciğer pate ve turşu çok lezzetli idi. Sebze terin tercihim beni çok memnun etti, masada tadılan tüm etler ve hamurlular da hepimiz mest etti. Tatlı olarak tercih ettiğimiz beyaz çikolatalı sufle tam bir şölendi.
Bissac
Muhteşemdi. Minicik bir lokanta ama lezzetler dev gibi. Yengeç ile doldurulmuş kabak çiçeği bodrum esintisinin nefis bir yorumuydu. Foie gras enfesti. Masada ana yemek olarak tercih edilen etler muhteşemdi. Pek ingilizce bilmemelerine rağmen inanılmaz bir servis sunan sıcakkanlı garsonlar gönlümüzü fethetti. Şarabımız Domaine Boisson-Cairanne-Côtes du Rhône Villages-2013 mükemmel eşlik etti. Tatlıları anlat derseniz kelimelerin bittiği yerdeyim, mutlaka deneyin derim başka birşey demem.
İl etait une oie dans le sud ouest
Ördek yemek isteyenler için tek adres. Çıtır keçi peyniri de ayrıca tavsiye edilir.
Precatalan
– ‘Jardin d’Acclimatat’ içinde yeralan bu mekan 3 Michelin yıldızına sahip diyorum, başka birşey demiyorum.
Paris sokaklarında dolaşırken tatlı bir serinlik ihtiyacı duyarsanız, dondurma olarak tek tavsiyem ‘Des Gateaux et du Pain’. Rastgelirseniz mutlaka yiyin.
KLASİK HEDEFLER: Yolumuz sanat, yönümüz sanat…
Paris’te şehrin içinde yer alan hedefleri gezmenin yanı sıra mutlaka ziyeret edilmesi gereken yerlerden bir de birazdan anlatacağım gibi sayfiyede yer alan ‘Chateau de Versailles’ (Versay Sarayı). Buraya Musee d’Orsay’ın hemen çıkışından tren ile ulaşmak mümkün, dolayısı ile ikisi bir arada tam günlük güzel bir program olur.
1.Eyfel Kulesi
Paris’lilerin hiç hoşlanmadığı ama Paris’in sembolü olan kule dünyanın en fazla ziyaret edilen turistik noktası. 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Expo 1889 Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiş. Kulenin mimarları Stephen Sauvestre ve Emile Nouguier.
2.Louvre Müzesi
Günlerce gezebileceğiniz ve antik çağdan günümüze sanatın değişim ve gelişimini takip edebileceğiniz müze sekiz bölümden oluşuyor: Doğu Medeniyetleri Eserleri, İslami Sanat, Mısır Eserleri, Yunan, Etrüsk ve Roma Eserleri, modern dönem için resim, heykel, sanat araçları, 1848’e kadar olan yazı ve resimler. Biletini mutlaka önceden internetten alın.
Louvre Piramidi (Louvre Pyramid)
Müzenin ana girişi olarak kullanılan ve 1989 yılında Amerikan mimar I. M. Pei tarafından yapılmış olan camdan piramid güneş ışığının zemin kata ulaşmasını sağlıyor. İlk yapıldığında müzenin bütünlüğünü bozduğu ve sanatsal olmadığı söylenen Louvre Piramidi bugün tarihe dokuya zarar vermeden müzeye giriş sağladığı için hoş görülüyor ve turistlerin çılgınca fotoğraf çektirdiği bir çekim merkezi oluşturuyor.
3. Notre Dame de Paris (Notre Dame Katedrali)
Gotik mimarinin başyapıtlarından olan Notre Dame Katedrali 12.–14. yüzyıllar arasında yapılmış. Katedral içerisinde mücevher, tarih, heykel, resim, mobilya, edebiyat, madalya, 12. yüzyıldan cam pencere koleksiyonları görülebilir. Dünyanın en ünlü katedrali olan bu yapı ‘Seine’ nehri üzerinde bulunan “İle de la Cite” isimli bir ada üzerindedir.
Zero Point (Sıfır Noktası)
‘Notre Dame’ katedralinin hemen karşısında bulunan ve şehrin merkezi olarak kabul edilen bu nokta diğer şehirlerin Paris’e olan uzaklığını hesaplamakta kullanılmış. Şimdilerde ise turistlerin üstüne çıkıp kendi ekseni etrafında 360 derece döndükleri ve bu sırada dilek diledikleri bir nokta. Yankesicilere dikkat!!!
4. Arc de Triomphe (Zafer Takı)
‘Louvre’ Müzesi ile ‘Grande la Defense’ Takı arasında bulunan ve Napoleon’un zaferlerini taçlandırmak için yaptırdığı yapı. 1836 yılında Napoleon’un ölümünden sonra tamamlanmış. Ünlü ‘Champs Elysees’ (Şanzelize) caddesinin sonunda yer alır.
5. ‘Avenue des Champs Elysees’ (Şanzelize Caddesi)
Dünyanın en ünlü caddesi olan ve Concorde Meydanı ile Zafer Takı arasında yeralan bu cadde 1667 yılında Louis XIV’nin bahçıvanı Andre Le Notre tarafından ‘Tuileries’ Bahçesi manzarasını genişletmek için yapılmış.
6. ‘Chateau de Versailles’ (Versay Sarayı)
Kral Louis XIV tarafından ihtişamın zirvesi olarak yaptırılan ve dünya tarihin en önemli miraslarından olan sarayın Royal Apartments (Soylu daireler), the Hall of Mirrors (Aynalar Salonu), the Chapel (Şapel), The Royal Opera (Opera) ve the Museum of the History of France (Fransa Tarih Müzesi) gibi kısımları bulunuyor. Sarayın en az kendi kadar ihtişamlı bir de bahçesi var. Sarayın içerisinde birkaç küçük saray da var (Grand Trianon, the Petit Trianon). Versay sarayına gitmek için RER trenlerinden sarı olan C hattının son durağında (Versailles – Rive Gavetza) inmek gerekiyor. Tren bileti ortalama 20€ civarında ve yolculuk yarım saat sürüyor. Versay Sarayı giriş biletlerini önceden almak ve sabah açılış saatinde orada olmakta büyük fayda var çünkü çekik ırkının aşırı ilgisine mazhar olan bir turistik nokta. Musee d’Orsay’ın hemen çıkışından tren ile ulaşmak mümkün, dolayısı ile ikisi bir arada tam günlük güzel bir program olur. Sarayın ihtişamı gerçekten göz kamaştırıcı, her bir salon bir öncekinden daha şarafatlı sanki…Sarayın bahçeleri de bambaşka bir güzellikte…
7. ‘Pantheon’
XV.Louis 1744 yılında büyük bir hastalık geçirmiş, iyileşmesi durumunda St. Genevieve için bir kilise yapacağına söz vermiş ve iyileşince de Abbey Sainte Genevieve olarak bilinen bazilikanın yerine bu kiliseyi yaptırmış. İkiyüzaltı basamak ile ulaşılan kubbesinden Paris’i seytermeye doyulmuyor. İçinde Foucault sarnıcı da mevcut.
8. ‘Hotel de Ville’ / City Hall (Belediye Binası)
Şehrin en güzel binalarından biri. Özellikle gün batımında çatısı ve kulelerinde izlenebilecek ışık değişimi kayda değer.
9. ‘Moulin Rouge’
Dünyanın en ünlü kabaresi.
10. ‘Concorde’ Meydanı
Sekizgen yapılı olan bu Paris’in en büyük meydanında kral XVI.Louis, Marie Antoinette ve diğer birçok kişi giyotin ile idam edilmiş, hatta tam bu noktada Luxor Tapınağı’ndan getirilen büyük bir obelisk var. Meydanda Fransa’nın şehirlerini temsil eden (Bordeaux, Brest, Lille, Nantes, Rouen, Strasbourg ve Marseille) heykeller var.
11. Orsay Müzesi
Seine nehri kıyısında 1900 yılında inşa edilen bir tren istasyonu içerisinde bulunuyor. 1961 yılında terk edilen bina 1978 yılında başkan Giscard d’Estaing tarafından müzeye dönüştürülmüş. Muhteşem bir empresyonist resim ve Art Nouveau mobilya kolleksiyonuna evsahipliği yapıyor. Müzenin giriş katında oryentalist ressamlara ayrılmış bir bölüm var ve Osman Hamdi Bey’in de bir tablosu burada bulunmakta. ‘Musée D’Orsay’ biletinizi önceden aldığınızda zaman kaybı olmadan kolaylıkla gezilebiliyor. Gezerken de bir tren istasyonun nasıl değerlendirebileceğini görüp hayıflanmaktan başka birşey gelmiyor elden!-Ah! Haydarpaşa, vah! Haydarpaşa. Müze biletlerini önceden almak net olarak zaman kazandırır ve daha öncede söylediğim gibi Musee d’Orsay çıkışındaki istasyondan tren aracılığı ile Versay Saraya gidilebileceğinden ikisi bir arada tam günlük güzel bir program olur.
12. ‘Les Invalides’
XIV. Louis tarafından 1671 yılında hasta veya gazilere sığınak olması için yapılan ve Napolyon’un mezarı da burada.
13. ‘Palais Garnier’ (Opera Binası)
Charles Garnier tarafından İmparator Napolyon için barok tarzda inşa edilen opera binasıdır.
14. ‘Trocadero’
Paris’te, fıskiyeli havuzlarıyla ünlü Eiffel Kulesinin seyredilebileceği turistik bir meydan. Kuleyi sevmeyen Paris’liler bu meydana gitmeyi pek tercih etmezlermiş.
15. ‘Grand Palais’ (Büyük Saray)
1900 yılında dünya fuarı için inşa edilen ve cam çatısı ile ünlü saray.
16. ‘Petit Palais’ (Küçük Saray)
Aynı etkinlik için yapılan ve günümüzde Paris Güzel Sanatlar Müzesi’ne evsahipliği yapan saray.
17. ‘Montmartre’ Tepesi (Ressamlar Tepesi) & ‘Sacre Coeur’
Paris manzarasının en güzel izlenebileceği ve ‘Sacre Coeur’ Bazilikası’nı bulunduğu bu tepenin en önemli özelliği ressamlara evsahipliği yapması.
‘Sacre Coeur’ Bazilikası:
Roma Katolik kilisesi ve küçük bazilikası olan bu yapı Hz. İsa’nın kalbine adanmış.
18. ‘Jardin du Luxembourg’ (Lüksemburg Bahçesi)
Sorbonne Üniversitesi yakınında bulunan Paris’in en popüler parkı.
Paris’de mutlaka…
Tadın–>Nefis Fransız tatlılarını tadın, özellikle Ladurée’de makaron yiyin.
Dinleyin–>Fransız şansonlarını dinleyin.
Alın–>Bütçenize göre bir Fransız antikası alın, belki bir kolleksiyonun başlangıcı olur.
Oturun–>En keyifli cafelerde oturun.
Ayırın–>Modern mimariyi incelemek ve hayran kalmak için vakit ayırın.
Çekin–>Bol bol fotoğraf çekin.
Yapın–>‘Seine’ nehrinde bot ile gezinti yapın.
- Arc de Triomphe
- Avenue des Champs Elysees
- Avenue Michelet
- Bissac
- Büyük Saray
- Centre Pompidou
- Chateau de Versailles
- Cité de la Mode et du Design
- City Hall
- Concorde Meydanı
- Des Gateaux et du Pain
- Eyfel Kulesi
- Grand Palais
- Gustave Eiffel
- Hotel de Ville
- İl etait une oie dans le sud ouest
- Ile St. Louis
- Institut du Monde Arabe
- Jardin du Luxembourg
- Küçük Saray
- L’Armee du Salut
- La Bibliothèque Nationale
- La Cinemathèque Française (ex American Center)
- La Régalade St. Honore
- Le marché aux Puces de Saint-Ouen
- Le Musee du Sculpture en Plein Air
- Le Parc de Bercy
- Le Passerelle Simone de Beauvoir
- Les Invalides
- Louis Vuitton Foundation Museum
- Louvre Müzesi
- Louvre Piramidi
- Louvre Pyramid
- Lüksemburg Bahçesi
- Marche Antica
- Montmartre Tepesi
- Moulin Rouge
- Musee d’Orsay
- Notre Dame de la Sagesse
- Notre Dame de Paris
- Notre Dame Katedrali
- Opera binası
- Orsay Müzesi
- Palais Garnier
- Pantheon
- Paris
- Pavillon de l’Arsenal
- Petit Palais
- Porte de Clignancourt
- Precatalan
- Ressamlar Tepesi
- Sacre Coeur
- Sacre Coeur Bazilikası
- Şanzelize Caddesi
- Sıfır Noktası
- Trocadero
- Versay Sarayı
- Zafer Takı
- Zero Point