Nur Bilgin-Kasım 2015
Avrupalıların ilk geldiği yer. Bu Avrupalılar gelmeden önce Portekizli Bartolemeu Dias 1488 de Namibya sahilleri ve Cape Town noktasına ulaşmış ve Ümit Burnu’nu dönmüş. Doğuya doğru yelken açarken fırtına ve hastalıktan dolayı geri dönmüş. Yeni Portekiz Kralı 1nci Manuel Vasco de Gama’yı görevlendirmiş. 1497 de yola çıkan Gama Cape’te mola vermiş, daha sonra Ümit Burnu’nu dönerek 1498 de Calcuta’ya ulaşmış. Bir yıl sonra da ülkesine dönmüş. Hindistan’ın deniz yolu ile keşfi Avrupa’yı yerinden oynatmış ve tüm ülkeler dev yelkenlilerle Hint seferlerine başlamış. Devrin en üstün teknolojisine sahip (bugün olduğu gibi) Hollandalılar Cape Town’a yerleşmiş ve liman şehri kurmuş. Arka arkaya gelen yüzlerce binlerce gemiden kazandıkları liman vergisi, balina fog yağı, gıda, odun, kandil yağı, et, su vs satışından şehir kısa sürede çok zengin olmuş çoğalmış.
Bir burun ve güneye doğru uzanan Cape (Ümit Burnu) yarımadası üzerinde olan Cape Town, limanını kuzeye bakan ve dalga almayan koya kurmuş. Şehrin gelişmesi de güney koyu tarafı ve Cape yarım adasının batı yakasında olmuş. Aslında Ümit Burnu, bize okullarda öğretildiği gibi, Afrika’nın en güney ucu değil. Ancak bu nokta Cape Town limanından çıkan gemiler için öylesine dalgalı, fırtınalı ve tehlikeli bir burun olmuş ki haritalara “Fırtına Burnu, Felaket Burnu” diye geçmiş. Vasco de Gama’nın başarılı seferi sonrası Portekiz Kralı 1nci Manuel seferlerin devamı için bu noktanın adını (İngilizce çevirimle) Cape of Good Hope = Ümit Burnu olarak değiştirmiş. Kıtanın en güney ucu Ümit Burnu’na kuş uçuşu 220 km güney doğudaki Cape Agulhas. Agulhas bölgesi sakin, fırtınasız bir bölge. Sonuçta 500 yıl önce Ümit Burnu’nu dönersen köşeyi dönmüş oluyormuşsun, ondan sonrası “yan gel osman” hesabı.
Kısa bir not: Johannesburg-Zimbabve-Bostwana ve capetown gezisi ETS tur ile 7 gece 1995 euro tabii 2015 fiatları ayrıca 780 euro extra turlar ki hepsini aldık.
Bakın unutmamak için genel bilgileri baştan yazdım. Şimdi gelelim günümüze.
Zimbabve’den Capetown’a gidebilmek için önce Johannesburg’a uçtuk. Artık ETS’nin hatası mı tam bilmiyorum ama Capetown uçağına binmek için havaalanında 5 saat bekledik. Tabii iç hatlarda olduğumuzdan freeshop olayı da olamadı biz de paso tıkındık. Allahtan Kemal rehber süper bir restoran bulmuştu. Ocean Basket. 5 kişi kalamar salata, patatesli deniz ürünü tabağı, tabakta 10 tane olan jumbo karides ızgara, 3 soda ,1 cola ve 5 kahveye 40 usd ödedik. Restoranın gaz odası kıvamında sigara içme bölümü var. Ortalıkta bir takım dükkanlar vardı tabii ama freeshop fiatlarında değil. Gene de Güney Afrika görece olarak ucuz bir yer.
Gece yorgun argın Commodore Otele geldik.Allahtan havaalanı –otel 20 dakika sürdü. Odalara dağıldığımızda saat 11.45 olmuştu. Otel Capetown’ın en canlı semti olan Waterfront dedikleri limana yürüyerek 5 dakika yani mükemmel konumda. Odalar balkonlu sigara içilen odalar da var ayrıca. Kahvaltı çok güzel sigaracılara açık havada oturma imkanı da var. Havlular hele şükür büyük. Yastıklar ve yatak konforlu. Gidecekseniz bu oteli hararetle öneriyorum. Şehir rüzgarlı ona göre giyinmekte fayda var.
Şehirdeki ilk günümüzde sabah Masa dağına çıkıldı. Teleferik yaklaşık 65 kişi alıyor. İlginç olansa tabanı çok yavaş olarak dönüyor böylece herkes Capetown’ı her açıdan seyredebiliyor. Saniyede 10 metre çıkıyormuş Saatte yaklaşık 800 kişi taşıyormuş. Harika bir güneş vardı. Pırıl pırıl bir gökyüzü ve aşağıda bütün güzelliğiyle şehir. Daha uzakta Robin adası. Mandela’nın hapis yattığı yer. Yürüyüş yolundan ayrılmamamız tembihlendi çünkü etraf kayalık geçen turda bir kaza yaşanmış bu yüzden zaten. Manzara nefes kesici. Çok da güzel bir lokantası var. Bir de hediyelik eşya dükkanı. Çok çeşitli ve uygun fiatlıydı.Bu arada Masa dağı internetteki görsellerde hep bulutlarla sarılmış görünüyor. Biz berrak bir havada gittik ve manzarayı görebildik. Ama bulutların bir kemer gibi dağı sarmasını da yaşamak isterdim doğrusu.Masa dağında 1 saat kadar kaldık. Ve haydi bakalım şehir turuna.
Capetown’da sokaklar ızgara sistemi. Newyork gibi birbirini dikey kesiyor.Johannesburg’a göre epey güvenli bir şehir. İşsizlik %25, Aids %15 imiş. Şehirde ki Müslüman mahallesi bugüne kadar gezdiğim ülkelerdekine fark atar. Nasıl temiz,nasıl sempatik. İlk defa böylesine rastladım ve acaip mutlu oldum. Lego gibiydiler.
Şehrin dışında ise manzara yürekler acısı. Yaklaşık 3 km boyunca teneke evler var. Fakirlik ötesi. Su kaçak, elektrik kaçak. Hayata tutunmaya çalışıyorlar.
Otobüs bizi şehrin içinde ki National Park’ta indirdi. Girişte parlamento binası yanında kraliçe Victoria’nın heykeli. Park çok huzur verici. Amcam yerel giysiler eşliğinde müzik yapıp para kazanıyor.Diğer taraftan öğrenciler gelmiş çimlerde hocalarını dinliyorlar, ötede çok güzel bir botanik bahçesi, ayrıca çeşit çeşit ağaçlar. Görmedik tabii görme ihtimalimiz de yok gibi ama adeta cennet.
Tekrar doluştuk otöbüse ver elini Stellenboch kasabası. Yolda Karaip korsanlarının film platosunu gördük. Uzaktan tabii. Maliyet düşük olsun diye buraya kurmuşlar. Çok şirin ve tertemiz bir kasaba. Geçmişte Fransız Katoliklerin zulmünden kaçan Protestanlar kurmuş burayı. Nüfus 75.000. Ve 25.000 öğrencisi olan bir de üniversite var. Civarında üzüm bağları ve şarap tadım yerleri var. Dükkanlar ve kafeler yığınla ve oldukça kalabalık. Nüfusun ağırlığı beyaz ve coloured diye tanımladıkları sütlü kahve renginde insanlar. Cadde üstü bir kafede 1 cheesecake,1 dondurmalı puding ve 4 kahveye 8 dolar verdik.
Buraya kadar gelmişken şarap tadımı yapmadan olmaz tabii ki. Morgenhof şarap evi ve bağlarının olduğu müthiş araziye geldik. Sahibesi Fransız 60 yaşında bir hanımmış. Babadan kalma işmiş. Burada çok güzel ve keyifli bir öğle yemeği yedik. Masaların arasında görkemli bir tavuskuşu dolaşıyordu. İnsanlara alışık olacak ki ne o ne de biz rahatsız olmadık. Yemek fiata dahildi ama ben size bazı yemekleri ve fiatlarını yazıyorum: Bonfile 30 tl, kuzu burger 15 tl, Beyaz ve kırmızı şarap şişe 20 -50 tl. Şamata ,sohbet,gırgır ve şarap fıçılarının olduğu yeri gezip bahçede tadıma geçtik. Ben en çok Cabarnet Sauvignon’u beğendim ve bir şişe aldım. Hediyesi 14 tl. Yanlış yazdım zannetmeyin, ondört Turkish lira. Diğer üzüm grupları da fena değildi ama aman aman değillerdi. Gene de Capetown’a yolunuz düşerse burayı tavsiye ederim.Dönüş yolunda Franscchoek kasabasında kahve molası verildi. Etrafta dolaşıp dükkanlara girçık yaptık.
Akşam yemeği için yürüyerek Waterfront dedikleri limana geldik. Nasıl cıvıl cıvıl anlatamam. Girişte ışıl ışıl bir dönme dolap var önünde de kuyruk.
Restoranların arkasında çok şık bir alışveriş merkezi var. Önce şöyle bir dolaştık. O da nesi heryer tıkabasa dolu. Tekrar girişe geldik ve şansımıza denizin hemen üstünde QUAYFOUR TAVERN de dışarıda yer bulduk. Hava nasıl kesiyor. Montlar giyildi,şallar sarıldı o da kesmedi garsondan şal istedik. Tuhaf tuhaf baktı. Öyle bir hizmet yok belli ki. İki tane büyük boy deniz mahsülleri tabağı, şarapta dinlenmiş midye ve bir şişe beyaz şarap aldık. 118 tl ödedik.
Ertesi sabah tekrar yola revan olduk. Gezinin her anı ayrı keyifti ama o gün sahil şeridinden gezilerek Ümit burnuna gidecek olduğumuzdan heyecan dorukta.Önce istikamet Llandudno kasabası. Yol sahilden nefis manzara eşliğinde akıyor. Denizde , aşağısı geniş gövdeli değişik bir takım yosunlar var. Dik duruyorlar. Denizin üstünde kalan kısımları yumak yumak. Foklar ,köpekbalıklarından kaçarken dipte bunların arasına sığınırmış. Nasıl güzel bir sahil. Bembeyaz dalgalar ,inci gibi bir kum. Yol boyu kayalıklar ve üstünde foklar. Bu coğrafya kesinlikle gezilmesi gereken bir bölge Kasabanın bir özelliği de çıplaklar kampı olması.
Yola devam ,istikamet HOUT BAY kasabası. Anlamı kulübe. 1600’lü yıllarda beyazlar kereste için gelmiş ve kalmak için de kulübeler inşa etmişler. Nüfus 20.000 civarı. Buranın sahiline gelip foklar için tekneyi bekledik. Bütün sahil şeridi ıvır zıvır satan tezgahlarla dolu ama beş para etmez. Alınası bir şeyler bulamadık. Derken tekne geldi. Alt salon kapalı üst güverte açık herkes oraya hücum etti. Nasıl dalga anlatamam. Deniz tutanlar sakın bu turu almasın. Bayağı korktum ben. Bir de mavi turcu olucam. Yuh yani bana.
Fokları anlatmakla olmayacak baktım videosunu koydum. Şirinlik muskası. Ben diyeyim 1000 siz deyin 2000. Kimi denizde kimi kayalarda.Bir sürü bir sürü. Hopluyorlar zıplıyorlar aman efendim ne keyif. Sevinç çığlıkları attık. Bize şaklabanlık yapıyorlar sandık meğer bebelerine yüzme öğretiyorlarmış. Bu arada kötü bir koku salıyorlarmış bana gelmedi ama rehber öyle dedi. Yavrularını karada doğurup bir ay sonra alıştıra alıştıra suya sokuyorlarmış. 3 ay sonra yavru yüzme öğrenip hayata tutunmaya başlıyormuş.Gitti geldi 45 dakika sürüyor bu tur Firma NAUTİCAT CHARTERS. Limana dönünce çok şirin ve bayağı yaşlı 4 adamdan oluşan müzik grubu karşıladı bizi.Bueno Vista Social Club’ın Güney Afrika versiyonu gibi. Üç beş kuruş vermekte yarar var.
Kemal Rehber bize bir kıyak çekip yola sahilden devam ettirdi. Yolun özelliği insan eliyle yapılmış teknoloji yok yani. Adı Champan’s Peak Drive. Paralı bir yol. Bir taraf uçurum dolayı ile otobüslere sadece tek yöne izin var. Nedeni ise fırtınada devrilme riski varmış.
Yolun bitiminde NOORDHOEK kasabasına geldik. Muazzam bir kumsal süper villalar. Tabii ki beyazların. Yola devam istikamet SİMON’S TOWN . Güney Afrikanın donanma üssü burada. Bizim Gölcük gibi. Veeee cüce penguenleri ziyaret zamanı. Koloni halinde yaşıyorlar. Yavrularına dönüşümlü bakıyorlarmış. Çok komiklerdi öylece duruyorlar arada bir biri kafasını oynatıyor.
Otobüsü park edip penguenlere yürürken çarşı girişi diyebileceğim bir yerde Afrikalı 9 arkadaş müzik yapıyor tabii amaç CD’lerini satmak. Gene burada çarşı içinde Aloa Vera içeren bakım ürünlerini satan bir dükkana daldık. Kemal rehber Aloa veranın menşeinin burası olduğunu o yüzden fiatların uygun olduğunu söyledi. Mutlaka uğrayın derim. Konumunu soracak olursanız zaten bir tane dükkan hemen göreceksiniz.
Simon’s town’da ki öğlen yemeğinden de bahsetmem lazım. BLACK MARLİN SEAFOOD. Denizin üstü.Üç ayrı salonu var. Hepsi dolu. Hava yağmurlu olmasına rağmen nasıl bir manzara anlatamam. Sohbet muhabbet yememiğizi yedik. Ne yediniz derseniz : Yellow fish diye bir olta balığı çok çok lezzetliydi.Salata , cheesecake ve kahve. Tur fiatına dahildi. İçecekler extra. Ama ben sordum bu fiks mönüyü 35 Tl’ye veriyorlarmış. Burada dikkatimi çeken bir diğer husus ikinci salonda bir masada siyahlar yemek yiyordu ki ilk defa rastladım. Genelde beyazlar müşteri siyahlar hizmette.Servis Afrika genelinin aksine çok hızlıydı.
Ver elini Ümit Burnu. Önce 7700 hektarlık milli parka girdik. Adı Table Mountain National Park. 110 çeşit bitki varmış. En meşhuru protea. Hayvanlardan da en çok zebra, antilop ve su samuru bulunuyormuş.Yol boyu uzaktan koyun sürüsü gibi görünen çiçek tarhları var.
Veeee geldik Ümit burnuna. Vasco de Gama’nın keşfettiği yerde olmak ne kadar heyecan verici.Fünikülere binip eşsiz manzaranın tadını çıkararak yukarı çıktık. Burunda iki tane deniz feneri var. İlk yapılanın konumu yanlış olmuş sisli havalarda görünmüyor diye ikinciyi yapmışlar. Deniz fenerine ulaşmak için ayrıca 100 basamak çıkılacak dediler. Almayayım canım. Bazılarımız 180 derece açı ile etrafı seyredebileceğimiz yürüme yolunu seçtik. Nefes kesici manzaralar var. Sörfçülerin tercih ettiği bir bölge. Bu arada siyah bir erkek devekuşu sahilde geziniyor. O yörede ‘’camel bird’’ diye adlandırılıyormuş.Tabii Çinli güruh izin verseydi daha da dururduk orada. Abicim bunlar nasıl bir ırk böyle. İtip kakıyorlar resmen.Aşağıya inip , biraz hediyelik eşya dükkanında oyalandık.
İsteyenler ‘’Ümit Burnuna gelmiştir bu arkadaş’’ sertifikası satın aldılar. Biraz ilerde TWO OCEANS restoran var. İçeri almadılar bizi özel bir yemek varmış ama çok şıktı doğrusu. Denize sıfır noktasında Ümit burnu tabelası altında hatıra fotoğrafı çektirip otobüslerle dönüşe geçtik. Yolda babunlara rastladık. Otobüsün içinde olmak iyi geldi tabii ,çok tehlikeli olabiliyorlarmış. Özellikle elinde yiyecek olanlara bayağı saldırıyorlarmış.
Dönüş yolunda Capetown şehir içinde ki JEWEL AFRİCA mücevheratçısına uğradık. Fiatlar çok aşırı değildi ama dikkate değer bir tasarım göremedim.
Son gecemiz geldi çattı. Tekrar Waterfront bölgesine gelip bir gece önceden yer ayırttığımız FERRYMAN’S TAVERN restoranına yerleştik.Mekanda 70 ve 80 lerin müziğini yapan bir orkestra, dans edenler, her milletten insan nasıl eğlendik anlatamam. Hesap 4 kişi bahşiş dahil 137 tl ödedik. 2 şişe şarap , 16 adet istiridye, 2 tane jumbo karides tabağı.
Otele dönüş yolunda gecenin bir vakti dilenci çıktı karşımıza hemen bozuk paraları verdik. Neyse ki mutlu olup gitti.
Son gün uçağımız 18’de olduğundan şehri gezecek bol bol vaktimiz vardı. Biz de gene Waterfront bölgesine gidip aliışveriş merkezinde dolaştık. İçiçe geçmiş 4 yapı. Gezmesi rahat . Öğlen bir şeyler atıştırıp otelde diğerleriyle buluştuk ve havaalanına geldik. Burada Taxfree kuyruğuna girdik. Önemli not: Bavulu yaparken aldıklarınızı üste koyun mutlaka açtırıp bakıyorlar. Bir de faturaları bölüşün ki parayı orada ki bankadan alın. Yoksa elinize bir kredi kartı ve şifre veriyorlar 15 gün sonra Istanbul’dan çekiyorsun ki biz daha başaramadık.
Capetown havaalanında çeşit çeşit dükkan var. Gire çıka vakit geçirdik. Son dakika hediyeleri için ideal. Bir de sigara salonu var ki Johannesburg’dakindan bile iyi.
Son bir not. Afrika’yı görmek isteriz ama daha lüks olsun derseniz sizlere ROVOS RAİL internet sitesini incelemenizi öneririm. Aklınıza yatarsa İZ TV RÜYA TRENİ KARA AFRİKA belgeseline bir bakın . Türkiye’den Rovos rail ile tur düzenleniyor.
- Bartolemeu Dias
- Camelbird
- Cape Agulhas
- Cape of Good Hope
- Cape Town
- Cape yarımadası
- Champan’s Peak Drive
- cüce penguenler
- Felaket Burnu
- Fırtına Burnu
- Franschoek
- Hout Bay
- Llandudno
- Masa dağı
- National
- Robin adası
- Simon’s Town
- Stellenboch
- Table Mountain
- Ümit Burnu
- Vasco de Gama
- Waterfront