Goncagül Haklar, Ağustos 2014, Ağustos 2015, Temmuz 2018
Amerika Birleşik Devletleri’nin 3.büyük şehri olan Chicago’da ne New York’daki sonsuz hareketlilik, ne San Fransisco’daki romantizm, ne de Las Vegas’daki şaşaa var. Chicago ilk bakışta vurulacağınız değil; tanıdıkça seveceğiniz, yaşadıkça bağlanacağız şehirlerden…Takma adları olan ‘The Windy City’yi rüzgarlı havasından, ‘The City of the Broad Shoulders’ıysa gangsterlerinden almış. Sadece unutulmaz basketbol efsanesi Micheal Jordan’a değil, efsanevi ganster Al Cappone’a, beyzbol oyuncusu De Maggio’ya, Oprah Winfrey’e, John Malkovich’e, Dan Ackroyd’a, John Belushi’ye ev sahibi olmuş bu şehirde her akşam 150 tane tiyatro ve sayısız müzik kulübü ünlüleri yetiştirmeye devam ediyor. Chicago bilinen şekli ile sadece Blues’un değil, aynı zamanda ‘House’ müzik tarzınında doğum yeri.
İsmini Chicago nehri boyunda yetişen ve bir tür soğan olan “shikaakwa” bitkisinin Fransızca söylenişi yani ‘Checagou’dan almış. 1779’da Haitili tüccar De la Salle’nin yerleştiği bu alanda yerliler ve kovboylar arasından özellikle Fort Dearbon’da kanlı savaşlar olmuş ve şehrin coğrafi konumunun önemi onu gözde bir yer haline getirmiş. Büyük Göller yöresi ve Missisipi’nin, yani tüm iç su ulaşımının ana merkezi olan Chicago aynı zamanda demiryolu ulaşımının da merkezi haline gelmiş. Şehrin önemli bir ulaşım merkezi olma özelliği bugünde devam ediyor. United Airlines’in merkezi olan Chicago O’Hare havaalanı dünyanın en hareketli havalimanlarından biri. Aynı zamanda zarif mimarisi ve sanat eserleri ile bezenmiş koridorlarıyla yolcularını keyifle ağırlıyor. Havaalanından şehire gidişi taksi ile yapabilirsiniz, yaklaşık 30 dakika sürüyor ve 50 dolar civarı tutuyor.
Michigan gölünün güneyinde kurulmuş olan bu şehrin demografik yapısı beyaz Amerikalılar, siyah ve Afro Amerikalılar ile diğer göçmenlerin dengeli dağılımına dayalı. Şehrin diğer bir özelliği de yaklaşık 77 semtten oluşması ve bunların bir çoğunun etnik özellik göstermesi. Aynen bizim Almanya’daki Türk mahalleleri misali burada Alman, İtalyan, Yunan, Çinli, Çek, Litvanyalı ve daha bir çok ülkeden insanların kendi mahalleleri var. Hatta Şikago’daki Polonyalı sayısı Varşova’dan sonraki en yüksek sayı imiş!
Chicago soğukları ve sert rüzgarlarıyla ünlü. Zaten belirttiğim gibi en bilinen lakabı ‘the windy city’. İklimi itibariyle soğuk bir şehir olmasına rağmen parklarının ve açık alanlarının çeşitliliği ve canlılığı oldukça ilgi çekici. Millennium Park bunun en güzel örneği. Yaklaşık 20 km sahili olan şehirde 550’den fazla park var. Chicago sokak sanatları bakımından da zengin bir yer. Parklarında ve önemli meydan ve sokaklarında çok sayıda sanat eserine rastlamak mümkün. Bu sanat yapılarını gezmek bile bir gününüzü alıyor. Şehir sanat ilişkisinin gücünü ve etkisini gezdiğiniz her yerde hissedebiliyorsunuz.
Chicago’ya gelmek için tercihiniz yaz sezonu olmalı. Kış mevsiminde -30 ile -40°C arasında değişen hava sıcaklığı ve aylarca yerden kalkmayan kar keyfinizi kaçırabilir. Ama ilginçtir, belediyecilik açısından mükemmeller. Kar hayatlarının bir parçası ve bizdeki gibi ilk kar tanesinin zemine temasını takiben arapsaçına dönen bir trafik yok! Herşey düzenli, sakin ve olağan bir şekilde devam ediyor. Yaz aylarında ise Chicago bambaşka canlı… Her köşe başı, her sokakta bir festival veya bir etkinlik var. Deniz ve okyanusa kıyısı olmamasına rağmen Karadeniz’den bile büyük olan Michigan gölü kıyısında ki ‘beach’lerde göle girip, güneşlenebilir, plaj voleybolu oynayabilir ve alternatif su sporlarından faydalanabilirsiniz. Michigan gölü boyunca şehrin kuzeyine doğru Oak Beach, North Avenue Beach, Montrose Beach, Foster Beach gibi plajlara da gidebilirsiniz.
Chicago’nun kalbi Magnificent Mile. Michigan Avenue’nun bu bölgesi 19.yy mimarı Daniel Burnham tarafından planlanmış ve tarihi binalar, pahalı butikler ile tanınmış otellerin bir potporisini sunuyor.
Chicago yürüyerek gezmek için ideal bir şehir. Şehir merkezinde konaklayarak şehrin her yerine yürüyerek gidebilirsiniz. Ama işin içine biraz eğlence katmak istiyorsanız, düz coğrafyası sayesinde segway turları için de ideal. Bir kaç saat içinde tüm Chicago’yu segway ile avucunuzun içi gibi tanıyabilirsiniz.
Chicago modern mimari açısından da oldukça önemli bir şehir. Gökdelen şeklindeki yapıların ilk örnekleri bu şehirde inşa edilmiş. Gezerken 1960’larda inşa edilmiş gökdelenleri görünce şaşırmamak elde değil. Gezinin bir gününü şehrin önemli mimari yapılarını gezmeye ayırmak lazım. Özellikle Magnificient Mile’ın başlangıcından sonuna kadar muhteşem gökdelenler otel, işyeri ve lüks rezidanslar olarak, nefis bir göl manzarası ile sıralanmış durumda. Aslında şehrin bu bölümü dışında tamamı az katlı binalardan oluşuyor. 1871 yılında bir gaz lambasından çıkıp 2 gün devam eden, 300 insanın ölümüne ve neredeyse tüm şehrin yanmasına yol açan Büyük Şikago Yangını’ndan önemli dersler çıkaran Amerika’lılar hem çok güçlü bir itfaiye teşkilatı kurmuşlar, hem de bina mimarisinda yangın güvenliğini üst düzeyde tutmuşlar. Ayrıca, Şikago tarzı denilen bir mimarlık tarzının gelişerek şehri bugün ki yapısına kavuşturmuşlar (bizim gibi başına gelenlerden hiç ders almayan ve herşeyi kaderle/kısmetle açıklayan bir toplum için ne inanılmaz!). Yani bol bol yakaran siren duymaya hazır olun!
Chicago’nun ilginçlikleri bununla da bitmiyor. Üzerinden yaklaşık 50 köprü geçen Chicago nehri nedeniyle şehir, üzerinden belki en çok köprü geçen nehire sahip. Ayrıca Chicago adeta bir açıkhava film seti. İddiaya göre Hollywood’da çekilen 4 filmden biri Chicago’da çekiliyormuş. Bunların en ünlüleri Batman–Dark Knight, Wanted, Transformers, Azap Yolu, Fugitive, When Harry met Sally, Blues Brothers, Untouchables.
Her şehirde olduğu gibi burada da turistler için avantajli paketler mevcut. Chicago citypass ya da Go Chicago kartları ile Sheed Aquarium, Skydeck, Field Museum, Museum of Science and Industry, 360 Chicago, Adler Planetarium, Art Institute of Chicago, Navy Pier gibi görülmeden geçilmeyecek turistik yerleri yetişkinler için $60-$94, çocuklar için $30-$69 fiyat aralığında gezmek mümkün.
Ama ben kendi seçtiklerimle arzuma göre bir program yapacağım derseniz, öncelikle gezilecek yerleri tanıtıp sonra şehir içindeki yerleşimleri ve harcayacağınız tahmini süreleri vererek kendinize göre biçimlendireceğiniz bir planlama yapmanızı sağlayacağım. Belirtmeliyim ki Chicago’yu 3 kez ziyaret ettim ve her sefer beni yeni heyecanlarla karşıladı.
Güzel bir havada yürüyerek gezecekseniz ilk durağınız Michigan Avenue üzerindeki Millennium Park, Grant Park ve Buckingham Fountain olmalı. Birbirlerine oldukça yakın olan bu ilgi çekici yerler, Chicago havasını koklamak için ideal. Bu aktivitenin en önemli parçası Anish Kapoor’un meşhur fasulyesi yani Cloud Gate veya The Bean yani yeryüzünün en turistik fasulyesi. Burası özellikle sosyal medya tutkunları için mutlaka ziyaret edilmesi ve bir özçekim ile taçlandırılması gereken bir yer.
Parkın içinde bulunan ve Frank Gerry tarafından tasarlanan Jay Pritzker Pavilion yaz aylarında gündüzleri ücretsiz olarak 300 kişiyle aynı anda yoga, pilates ve zumba yapabilme, geceleri ise çimenlere yayılıp piknik sepetiniz ve içkiniz ile müzik dinleyebilme imkanı sunan bir açık hava şahaseri.
Chicago’da bulunduğunuz dönemde internet üzerinden bu parktaki aktiviteleri takip etmekte büyük yarar var. Park’taki bir diğer ilginç alan Crown Fountain. Katalan sanatçı Jaume Plensa tarafından tasarlanan Krueck and Sexton Architects tarafından uygulanan bu interaktif video heykeli 2004 yılında açılmış. Karşılıklı olarak konuşlanmış olan bu iki duvar, cam tuğla katmanları arasında yansıtıcı siyah granit tabakadan oluşuyor. Bu iki cam blokun arasında ise hemzemin bir havuz alanı mevcut. Mayıs ile Ekim ayları arasında aktif olan bu cam duvarların ortasındaki delikten belli aralıklarla su fışkırtılıyor. İlginç olan taraf ise bu cam duvarlara LED teknolojisi ile insan yüzleri videolarının yansıtılması ve suyun insan ağzından püskürtülüyormuş havasının yaratılması. Çocukların buradaki su oyunu ile saatlerce çılgınlar gibi eğlendiğini izlemek bile insanı neşelendiriyor.
Gezinin bu bölümünü Grant Park ve içinde yer alan ikonik Buckingham Fountain ile tamamlıyoruz. Millenium Park Michigan Avenue caddesinin güney kolunda yer alır. Buradan kuzeye doğru yürüyerek 15 dakikada Navy Pier’e ulaşabilirsiniz. Navy Pier özellikle çocukların hoşlanabileceği (çocuk müzesi ve botanik bahçesi) aktiviteler ve bir dönme dolaba sahip. Chicago’yu bir de dönme dolaptan görmenizi tavsiye ederim. Biraz fazla kalabalık, biraz fazla fastfood, tercih size kalmış. Minik gezginler için eğlenceli bir diğer alternatif de Lincoln Park Zoo-görmedim ama görenler methediyor. Navy Pier benim için vakit kaybı derseniz Magnificent Mile üzerindeki (North Michigan St.) birbirinden ünlü mağazalarda vakit geçirmek de bir alternatif olabilir. Biraz daha kuzeye yürüdüğünüzde karşınıza tarihi Water Tower çıkacak (806 North Michigan Avenue). ABD’nin Louisville Water Tower (Louisville, Kentucky) dan sonra en eski ikinci su deposu ve dağıtım istasyonu. Bina 1896 yılında William W. Boyington tarafından yapılmış. Chicago’nun su ihtiyacının karşılandığı tarihi su deposu iken simdi turistik ofis ve müze olarak kullanılıyor. Büyük Chicago yangınını atlatabilen birkaç binadan biri olarak şehrin sembollerinden biri olmuş (tarihi paleolitik çağa kadar giden medeniyetler beşiği İstanbul’dan gelip, tarihimiz diye gösterdikleri bir su deposunu görmek hafif bir tebessüm yaratıyor). Karşısında aynı adı taşıyan bir alışveriş merkezi var. Yüz katlı John Hancock Center ise hemen bu AVM’nin yanında ve SOM Architects tarafından tasarlanmış. İçinde alışveriş merkezinin de bulunduğu binanın 94.katı Signature Room’da mutlaka bir şeyler için. Özellikle bira severler burada Chicago birasını deneyebilirler. Bu bina Michigan gölü kenarında yer alıp gölü alabildiğine görmesi ve mimarisi nedeniyle bir adı da 360. Fotoğraf çekmek için mükemmel bir yer, hele ki akşam güneşini kaçırmayın derim.
Eğer hala enerjiniz ve zamanınız varsa Michigan caddesinin batısında kalan bölümü gezebilirsiniz. Batı tarafında meşhur Chicago Theater var.
Chicago şehrinin nasıl konumlandığını anlamak birbirinden ünlü mimarileri görmek için nehirde yapılacak bir bot turu ideal. Önerim Chicago Architecture Foundation tarafından yapılan tur. Yaklaşık 90 dakika sürüyor ve hem Chicago’nun gelişimi anlatılıyor, hem de 50 adet bina tanıtılıyor. Bu arada gökdelenler bir tarafa, merkezde hemen nehir kenarındaki yuvarlak tasarımlı gökdelen otopark gerçekten ilginç-nerede bizim deynekçiler, insanın Chicago’da araba olası geliyor.
Chicago bir müzeler şehri ve en önemli müzesi The Art Institute of Chicago. Tüm ülkenin hem en iyi, hem de en geniş empresyonist ve post-empresyonist kolleksiyonuna sahip-eğer benim gibi empresyonizm tutkunuysanız gerçekten mekandan kopamıyorsunuz. Bunun yanı sıra, modern eserler, fotoğraf kolleksiyonu, Amerikan halk sanatları ve heykel kolleksiyonları da görülmeye değer. Müzenin modern eserler kanadının mimarı Renzo Piano tarafından tasarlanan ve burayı Millenium Park’a bağlayan Nichols Bridgeway’de de bir boy yürüyün derim. Zemin kaymaz özellikte, alttan ısıtma sayesinde kışın bile buz tutmayacak şekilde tasarlanmış. Bu müzeyi sindire sindire gezmek için 1 tam gün ayırmanız gerekli. Museum Campus olarak adlandırılan ve Michigan gölünün kenarındaki bölgede ise doğa bilimleri müzeleri bulunuyor. Field Museum’da Sue isimli T.rex’e selam verip, budist tapınakları ve mumyaların kenarında süzülerek devam ediyoruz. İkinci durak Shedd Akvaryumu. Deniz dibinden yıldızlara uzanıyor ve hemen yanındaki Adler Planetoryumu’na gidiyoruz ki kaçırılmaması gerek bir deneyim. Bu bölge gün batımında Chicago ufuk hattını ve gökdelenlerini fotoğraflamak içinde ideal. Yüzelli’nin üzerinde müze bulunan şehirde ziyaret edilebilecek diğer müzeler arasında Museum of Science and Industry (mutlaka taksi ile gidin) ve Museum of Contemporary Art yer alıyor.
Şehrin en önemli turistik atraksiyonlarından biri 108 katlı Willis gökdeleninin cam balkonuna çıkmak. Gökdelenin 103 üncü katında bulunan tamamen camdan terasta (Skydeck Chicago) havada yürüyormuş hissine kapılmamak mümkün değil. Skydeck yılın 365 günü açık. Eğer hafta içine denk geldiyseniz sadece 15-20 dk.’lık bekleme süresinden sonra Skydeck’e ulaşabilirsiniz. Giriş ücreti yetişkin ve 12 yaş üstü $19, 3-11 yas arası ücretler ise $12. Üstelik sadece Chicago değil, açık havada Michigan, Wisconsin ve Indiana tümüyle görüş alanınızda oluyor. Buraya gitmek için CTA trenini kullanabilirsiniz.
Spora delicesine aşık şehirde 3 B yani Bulls, Blackhawks, Bears ve White Sox takımları kendi alanlarında efsanevi başarıları olan takımlar. Chicago Bulls ve Micheal Jordan’ı ise ayrı bir yere koymak lazım. Zamanınız varsa ve sizde bir Michael Jordan hayranıysanız United Center stadına gidin ve majestenin heykelinin önünde bir fotoğraf çektirin. Wrigley Field yani Chicago Cubs’ın mabedi 23 Nisan 1914 tarihinde ilk beyzbol ligi maçının oynandığı stad ve Amerika’nın en eski 2. stadı. Hala orijinal ve sayıların elle takıldıgı ilk günkü skor tabelası kullanılıyor. Stad Nisan-Ekim ayları arasında gezilebiliyor.
Chicago’ya gelmişken blues dinlemeden gitmek olmaz. En iyileri hangileri derseniz en iyi mekanlar ve yerleri: Blue Chicago (River North), B.L.U.E.S (North Side), Buddy Guy’s Legend (South loop), House of Blues Back Porch Stage (River North), Kingston Mines (North Side).
Chicago’daki en uzun 10 gökdeleni de kısaca tanıtayım:
- Willis Tower (1974)- Eski ismi ‘Sears Tower’, ABD’nin en uzun 2., Dünya’nın en uzun 13. gökdeleni, 1974-1998 yılları arasında Dünya’nın en uzun binası, 1970’li yıllarada yapılan binalar içinde en uzunu.
- Trump International Hotel and Tower (2009)- ABD’nin en uzun 4. ve 21.yy’ın ilk dekadında tamamlanan en uzun binası.
- Aon Center (1973)- Eski adıyla ‘Standard Oil Building’, ABD’nin en uzun 7. binası.
- John Hancock Center (1969)- ABD’nin en uzun 8. binası, 1960’larda Dünya’nın en uzun binası, Dünya’da New York Şehri dışında 1000 ‘feet’i (305 m) aşan ilk bina.
- Franklin Center North Tower (1989)- Eski adıyla ‘AT&T Corporate Center’ ABD’nin 13. uzun binası, 1980’lerde Chicago’nun en uzun binası.
- Two Prudential Plaza (1990)- ABD’nin 16. uzun binası.
- 311 South Wacker Drive (1990)- ABD’nin 21. uzun binası.
- 900 North Michigan (1989)
- Water Tower place (1976)
- Aqua (2009)- Tüm gökdelenler içinde en zarifi, bayan bir mimar tarafından tasarlanan ilk gökdelen, Chicago nehrinin su yüzeyindeki dalga hareketleri binaya aktarıldığı için adı ‘Aqua’. Chicago’da hem otel, hem de konut bulunduran ilk gökdelen.
Gezi planını nasıl yapalım derseniz; Millenium Park, Grant Park ve Buckingham Fountain 2-3 saatinizi alır. Eğer Art Institute of Chicago’da birkaç saat geçirmek size yeterse yan yana oldukları için aynı gün gezilebilirler ama önerim tam gün ayrılması. Navy Pier nehrin öte yakası yani şehrin kuzeyinde, gerçi Millenium Park’dan yürümek 15 dakikanızı alır. Burayı tercih etmezseniz bir 10 dakika daha yürüyüp Michigan gölüne gelebilirsiniz. Burada harcayacağınız süre de zevkinize kalmış.
Nehirde bot turu yaklaşık inme-binme dahil 2 saatinizi alır. Skydeck için metro ile gideceğinizden ve sıra bekleme vs.de dahil edilerek 2-3 saati gözden çıkarın derim. Museum Campus için yarım gününüzü ayırmalısınız, tercihen öğleden sonra olsun, çünkü akşamüstü buradan mükemmel Chicago fotoğrafları çekebilirsiniz. Magnifice Mile üzerinde alışveriş için ayrılacak zaman zevkinize ve cüzdanınıza bağlı. Alışveriş için outlet tercih edenlerdenseniz, 2 alternatif var ama her biri için 1 gün ayırmalısınız.
Bu arada acıkıp yorulanlar için öğlen yemeğinde Chicago’nun meşhur deepdish pizzası denenebilir. Tüm şehirde 8 ayrı lokasyonu bulunan Lou Malnati’s Pizza veya Lincoln Park’taki Pequod’s Pizza iyi örnekler sunuyor. Chicago-style hot dog için Portillo’s şehir merkezinde bir diğer atıştırmalık alternatif. Tatlı krizi için ise Water Tower Place’deki Sprinkles Cupcakes mutlak ama mutlaka.
YEME-İÇME ÖNERİLERİ
Joe’s Seafood, Prime Steak and Stone Crab– elegan bir ortamda mükemmel deniz ürünleri ve ‘steak’-Chicago’nun tartışmasız en iyilerinden.
Eddie V’s Prime Seafood-ortam ve yemekler çok hoş, şarap kavı mükemmel. Fiyat aralığı biraz yukarıda.
Shaw’s Crab House-ortam daha otantik ama deniz ürünleri yine muhteşem.
Ruth’s Chris-Geleneksel ‘steak’, fiyat olarak makul ama en iyi ilk 10’da yer alır.
Volare-Amerikanlılaştırılmış, büyük porsiyonlu İtalyan yemekleri.
Giordano’s Pizzeria Deep dish pizza yemek için
- Adler Planetarium
- Chicago
- Chicago Architecture Foundation
- Crown Fountain
- John Hancock Center
- Magnificent Mile
- Michigan Avenue
- Michigan Gölü
- Millennium
- Sheed Aquarium
- Skydeck
- The Art Institute of Chicago
- The Bean
- The City of the Broad Shoulders
- The Windy City
- Water Tower
- Willis Tower