Goncagül Haklar, Kasım 2018
Afrika’nın doğusunda, Hint Okyanusu’nda bir ada ülkesi olan Madagaskar eşsiz doğası ve çok farklı canlı türleri ile enerjik ve maceracı ruhları cezbediyor. Dört bir yanda kendine özgü ağaçları ve çiçekleri görebileceğiniz bu eşsiz güzellikteki adada rengarenk bukalemunlar, farklı cinste lemurlar, devasa kaplumbağalar, sinekkapanlar, dans eden şifaka maymunları ve büyük baobab ağaçları karşısında hayrete düşmeye hazır olun! Adanın eşsiz doğasının yanı sıra bembeyaz kumsalları, turkuaz denizi ve değişik bir dünya vadeden dalış olanakları da gezginleri cezbediyor.
Öncelikle belirtmeliyim ki, Madagaskar gezimi tamamen kendim organize ettim. Ülke, gezginlere çok farklı seçenekler sunduğu için gezinizi kendi zevklerinize göre tasarlamanız bence en uygunu. Ben gezimizi anakarada yağmur ormanları ve doğal hayatın incelenmesi ile doğu kıyısındaki adalarda deniz tatili olarak 2 ayrı bölümde planlamıştım. Bu nedenle yazımı da 2 ayrı bölümde yazacağım. Son söyleyeceğimi de en baştan söyleyeyim: kalbim Madagaskar’da kaldı ve bir sonraki Madagaskar gezim için planı şimdiden yaptım.
Dostlarım Madagaskar’a gitmeyi neden tercih ettiğimi sorguladılar hep. Kamboçya gezim sırasında bir akşam yemeği yediğim ‘Georges Rhumerie’, muhteşem lezzetleri ile beni mest etmişti. Şefin Madagaskar kökenli olması ve hem Fransız lezzetleri hem de Madagaskar lezzetlerini buluşturan yemekleri bana ilham verdi. Bu kadar renkli bir gastronomi dünyası beni çok farklı diyarlara götürmeliydi, öyle de oldu.
Bir diğer merak edilen konu ise adadaki güvenlik durumu. Bu konuyu rehberlerimiz ile konuştuğumda böyle bir sorun olmadığını vurguladılar. Ada halkının kendi veya hayvanları için bir tehdit unsuru olunmadığı sürece size zarar vermeleri olası değilmiş. Hatta cüzdanınızı veya telefonunuzu ortada bıraksanız bile kimse dönüp bakmazmış. Biz de hiçbir olumsuzluğa şahit olmadık.
Aslında Madagaskar’ın adını bütün dünyaya ezberleten, animasyon film serisi “Madagascar” ve bu filmin eğlenceli kahramanı, bir Lemur olan, Kral Julian (alem buysa, kral Julian). Lemurlar Madagaskar’ın simgesi olan hayvanlar. Madagaskar halkı tarafından kutsal kabul edilen Lemurların, 2012 yılında yapılan bir sayıma göre adada 103 farklı türü yaşıyor. Lemurlar ve insanlar arasındaki bağların genetik olarak da büyük paralellikler gösterdiği söyleniyor. Oldukça zeki ve yaramaz olan lemurların merakları nedeniyle sosyal iletişimleri de oldukça yüksek. Doğal ortamlarında size yaklaşmıyorlar ama kesinlikle saldırgan değiller. Özel üretim çiftliklerindeki lemurlar ise insana çok alışmışlar ve tüm sevecenlikleriyle üzerinize atlıyorlar. Onlarla birlikte dolaşmak çok farklı ve keyifli bir deneyim oluyor.
Madagaskar’ın en önemli özelliği barındırdığı bitkiler ve hayvanların %99’unun sadece Madagaskar’da bulunması (Madagaskar’da olan Madagaskar’da kalır). Madagaskar’ın vahşi yaşamı ve biyoçeşitliliğinin en önemli kanıtları 103 tür endemik lemur, 236 kuş türü (100’ün üzerinde endemik tür) ve %90’ı endemik olan 12000’in üzerinde bitki türü. Sadece Madagaskar’da yaşayan hayvanlar: Dünyanın en büyük kuşları olan fil kuşları (ki itinayla soylarını tüketmişiz), zürafa böceği, mikro bukalemun, dans eden şifaka maymunları, gecko, domates kurbağası, yassı kertenkele, comet güvesi, mızrak burunlu yılan, tenrec, fanaloka, fossa, indri, siyah lemur, aye-aye. Bu biyoçeşitlilik ile Madagaskar Galapagos adasının en önemli rakibi.
Endo-Malay, Afrika, Avrupa, Hindistan ve Çin kültürlerinin harmanlanması sonucunda eşi benzeri olmayan bir çeşitlilik gösteren Madagaskar mutfağı dünyanın en renkli mutfaklarından biri olarak kabul ediliyor. İlginç olan Madagaskar dilinde “yemek” kelimesi “pilav yemek” anlamında- o zaman ne diyoruz “çek bi pilav üstü az Madagaskar”. Anakarada pirinç tarlaları göz alabildiğine uzanıyor.
Kişi başı günde ortalama 300 gr pirinç tüketiliyormuş. Pirinci yağsız ve tuzsuz pişiriyorlar ama asla lapalaştırmıyorlar. İnsanlar oldukça fakir ama pirinç ve doğal olarak bulunan meyveler sayesinde açlık yaşanmıyormuş. Şarap severleri de unutmadım. ‘Ambalavao’, Madagaskar’da ipek dokumaları ve şarapları ile bilinen bir bölge.
Dalış meraklıları için güneydeki ‘Ifaty’ Mercan Kayalıkları ve Isalo Milli Parkı muhteşem dalış deneyimleri sunuyor. Dünyanın en ilginç ormanı olarak kabul edilen Taş Orman (Tsingy de Bemaraha), Madagaskar Adası’nın batısında bulunan Melaky bölgesinde bulunuyor. Milyonlarca yıl süren erozyonlar sonucunda, yatay ve dikey jeolojik oluşumlar halinde ortaya çıkan bu karstik plato, oldukça keskin ve iğne ucu gibi sivri yüzeyli kayalıklardan ve mağaralardan oluşmuş.
Ada, sosyal ve politik oynaklığına rağmen, yılda yaklaşık 400,000 turist çekiyormuş. Aslında çok daha fazlasını hak ediyor ama asıl etkileyici olan mevcut haliyle de çok el değmemiş olması. Benzeri adalarda daha önceki tecrübelerime dayanarak fazla turistik olunmasının büyük oteller, aşırı kalabalıklaşma ve fabrikasyon muamele anlamına geldiğini çok iyi biliyorum. Oysa Madagaskar’ın saf ve el değmemiş hali çok etkileyici.
Madagaskar, üzerinde insan yerleşimi 2000 yıldır olan bir ada. Bir zamanlar ada tamamen ormanlık alanlarla kaplı iken, insan yerleşiminin artması ve tarım için ormandan arazi açma amaçlı yaklaşımlar ormanların büyük oranlarda yok edilmesine neden olmuş. Ormanlardaki bu azalma ne yazık ki Madagaskar biyoçeşitliliğini de beraberinde götürüyor. Madagaskar, biyoçeşitliliği yok olmadan ziyaret edilmeli diyerek bu konuya noktayı koyuyorum!
Dünyanın dördüncü büyük adası olan Madagaskar’ı Afrika ana kıtasından Mozambik Kanalı ayırıyor. En yakın anakara ülkesi adanın batısında yer alan Mozambik. Bunun haricinde komşu ada ülkeler ise kuzeybatıda Komor Adaları ve Fransa denizaşırı bölgesi Mayotte, doğuda Mauritius ile yine Fransa denizaşırı bölgesi olan Réunion Adaları. Yirmi bir milyonu geçen nüfusuyla Afrika’nın fakir ülkelerinden biri olan Madagaskar adasında kişi başına düşen milli gelir 440 USD ve ülke dünyanın en fakirleri sıralamasında ilk 10 içinde yer alıyor. Oysa yer altı ve yer üstü kaynaklarının zenginliği değerlendirildiğinde dünyanın en zenginleri arasında bulunan Madagaskar’ın bu durumda olmasının nedeni tamamen politik. Bizim oraya gittiğimiz tarihten kısa bir süre önce seçimin ilk turu yapılmıştı. Yerel halkın bu konudaki ifadesi çok net, kendisi için değil Madagaskar için çalışacak bir başkan istiyorlar. İşsizlik oranı %75 imiş. Halk aşırı çalışkan, iş sahibi olanlar durup dinlenmeden çalışıyorlar. Adalı dostlarım için her şeyin en iyisini diliyorum.
Madagaskar, sıcak ve sup-tropikal bir iklime sahip. Kasım-Nisan arası dönemde hava sıcak ve yağışlı iken, Mayıs-Ekim arasında kurak ve soğuk geçiyor. En sıcak dönem olan Aralık ayında sıcaklık 30° dereceye kadar çıkıyor, en soğuk ay olan Temmuz’da ise 9° dereceye kadar düşüyor. Madagaskar’ı ziyaret için en uygun zaman Ocak-Mart aylarının yağışlı sezonları dışındaki zaman dilimi. Biz Kasım ayında gitmemize rağmen şans bizim yanımızdaydı. Gün içinde 30°C düzeyinde güzel bir hava, bunaltmayan geceler ve 26°C düzeyindeki deniz suyu sıcaklığı ile keyifli bir tatil geçirdik. Adanın iklimi yöreye göre çok değişiyor; adanın merkezindeki yüksek yörelerde Mart-Eylül ayları daha soğuk ve yağışlı iken Güney Batı bölgelerini ziyaret için ideal zaman, bu aylar. Ağustos ve Eylül ayları göçmen kuşlarını görmek için mükemmel zamanlar iken, Ekim-Aralık ayları lemur yavrularının doğum zamanı olduğundan ziyaret için fantastik zamanlar. Yaban hayatına dair bir gezi planlıyorsanız Ekim ile Aralık ayları arasındaki dönem ideal, ancak Madagaskar’da en tercih edilmeyen dönemlerin Aralık sonundan Nisan başına kadar olduğunu unutmayın.
Bir ada olarak Madagaskar’ın öyküsü, bundan tam 165 milyon yıl öncesine kadar gidiyor. Afrika ve Hindistan’ın birbirinden koptuğu bu dönemde, ilk önce Afrika’dan kopan Madagaskar, milyonlarca yıl sonra bu sefer de Hindistan’dan kopmuş ve Hindistan’ın Asya kıtasıyla birlikte kuzey doğuya çekilmesiyle bir ada olarak Afrika’nın hemen bitişiğinde kalmış. Madagaskar 70 milyon yıldır dış dünyadan izole bir tabiata ev sahipliği yapıyor. Afrika kıtasına olan yakınlığına rağmen şaşırtıcı bir şekilde adaya ilk yerleşenler neredeyse dünyanın öbür ucundan gelmişler. Tahminlere göre milattan önce 500 ile 300 yılları arasında büyük bir koloni Hint okyanusunun öteki ucunda güneydoğu Asya’daki Borneo adalarından yola çıkıp Madagaskar’a gelmiş. Afrikalılar ise bu keşiften ancak 500 yıl sonra adaya ayak basmış. Avrupalıların henüz Akdeniz sularında oynadığı yıllarda kabul edelim ki Borneo’luların ki büyük bir denizcilik başarısı. Madagaskar uzun yıllar krallık ile yönetilmiş ve öyle büyük güçlere karşı koymuşlar ki, Avrupalılar için Madagaskar’ı geçmek Çanakkale’yi geçmek kadar zor olmuş. Portekizli denizci Diego Dias 1500’lü yıllarda adaya ayak basan ilk Avrupalı olmuş. Sonraki yıllarda ada Hollandalı, Britanyalı ve Amerikalı tüccar gemilerinin uğrak yeri olmuş. Madagaskar’ın en gözleri yaşartan kahramanlık hikayesi ise Kraliçe 3. Ranavalona’nın Fransız sömürgecilere karşı 1883’ten 1897’ye kadar başarıyla ülkesini koruması. Madagaskar tarihi boyunca pek çok kraliçe tarafından yönetilmiş anaerkil bir toplum olarak dünyaya örnek olmuş durumda. İşgal sonrası Fransızlar mika ve grafit madenlerini bitirmiş ve ada genelinde kahve ve pirinç plantasyonları oluşturmuşlar. 1942’de yapılan bir değiş tokuş sonucunda Britanya’nın hakimiyetine geçen ülke, sonrasında yine Fransız sömürge düzeni ile ve askeri şiddet ile yönetilmiş. Bağımsızlık için mücadele eden ada halkından 90 bin Madagaskarlının hayatını kaybetmiş olabileceği söyleniyor. Önce 1958’de Fransız Topluluğu içerisinde Malgaşça Cumhuriyeti adı ile özerk bir statüye sahip olan Madagaskar, 1959’da ülke anayasasının kabul edilmesini takiben 1960 yılında Philibert Tsiranana başkanlığında bağımsızlığını elde etmiş.
Madagaskar gizli bir ülke olarak yıllarca korsanlara ev sahipliği yapmış, hatta 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupalı pek çok korsan yeni bir ulus kurmak için Madagaskar’a yerleşmiş ve efsanevi korsan ülkesi “Libertalya”yı kurmuşlar. Dalış meraklılarının deniz tabanında çokça korsan gemisi görmeleri bu yüzden. Île Sainte-Marie’de dünyanın tek korsan mezarlığını da ziyaret etmişliğim var (ikinci yazımda paylaşacağım).
Resmi dili Malgaşça ile Fransızca olan Madagaskar’da nüfusun %70’i ise Hristiyan. Ülkede azınlık olan Müslümanlar %11 oranında bulunuyor. Adanın belki de en çekici noktalarından biri yaşam felsefelerini ataya hürmetten alan farklı etnik kabilelerin yaşam şekillerini izlemek. Adada 18 ayrı kabile bulunuyor. Çoğu Afrika kökenli olan bu kabileler içinde Asyalıları örneğin Endonezya kökenlileri kolaylıkla ayırt edebiliyorsunuz.
Başkent Antananarivo (Anatananariv okunuyor, kısaca Tana) ile İstanbul arasında THY’nın karşılıklı uçak seferleri var. Yolculuk süresi 13 saat; 11 saat ile Mauritius adasına uçuluyor, 1 saat mola verip yolcu indiriliyor ve sonrasında yaklaşık 1 saatlik bir yolculuk ile Madagaskar’a varılıyor. Başkanlık, Ulusal Meclis, Senato ve Anayasa Mahkemesi gibi kurumların bulunduğu başkent, aynı zamanda 21 ülkenin diplomatik temsilciliği ile çok sayıda uluslararası şirket ve sivil toplum kuruluşunun da merkezi. Mauritius adasının havadan bir fotoğrafını da çektim.
Yüzölçümü Fransa’dan büyük olan adanın gezilecek yerleri ile ilgili paylaşımı ikinci yazıma bırakıp anakarada ki rotamızı aktararak devam ediyorum.
1.GÜN: ANTANANARIVO’E VARIŞ
Bol bol okuyarak başladığım Madagaskar gezi planlamasında, hiçbir Türk acentasının programını beğenmeyince zor bir coğrafya olmasına karşın ben bu iş yaparım diyerek yola çıktım. Araştırmalarım yolumu yerel bir acente olan ‘Malagasy Tour’ ile kesiştirdi. Benim yönlendirmelerimle tam da istediğim gibi bir program oluştu.
Öncelikle sağlık açısından gerekliliklerden bahsedeyim. Aşılanma konusunda en hassas konu sarı humma. Değişik kaynaklarda bu aşının zorunlu olduğu yazsada, bizzat Center of Disease Control (CDC) sayfalarından kontrol ettim, eğer sarı humma riski taşıyan bir bölgeden uçmuyorsanız-Türkiye gibi- zorunlu değil. Ben zamanı geldiği için difteri-tetanoz- aselüler pertusis aşımın rapelini yaptırdım. Sıtma tehlikesi tüm Afrika coğrafyasında olduğu gibi var ama off-max ve cibinlik kullanmak ile uzun kollu giymek ve şort yerine pantolon tercih etmek yeterli.
Antananarivo havaalanında önce sağlık kontrolörleri, sonra vize işlemi yapan memurlar sizi bekliyor. Vize için 35 € ödüyorsunuz. Havaalanından çıkmadan para bozdurmakta fayda var, ihtiyaç duyulursa oteller de bozuyor ama oran biraz daha yüksek. Ülke parası yani 1 Ariary (AA)=0.00024 €, bu hesapla yeme-içme ve diğer harcamalar aşırı ucuza geliyor.
Havaalanındaki aşamalarda sorunsuzca ilerledik, çıkışta yerel rehberimiz Manch ile buluştuk ve cipimize kurularak Andasibe Doğal Parkına hareket ettik. Aslında yolumuz 150 km ama Madagaskar’da bir yerden başka bir yere gitmenin ne kadar süreceğini tahmin etmek pek mümkün değil. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki başkentin çok kısıtlı bir alanı hariç gördüğüm tüm yollar bir gidiş, bir geliş. Daha doğrusu karşılıklı duruş. Özellikle başkentte trafik pek akmıyor. Bunu pek sorun eden de yok. Etraf seyrediliyor, muhabbet ediliyor. Yollarda işaret ve şerit yok. Bununla da kalmıyor, trafik lambası da yok. Biz ürettiğimiz enerjiyi bu işe harcayamayız diyorlar. Kendine has bir dinamik içinde, herhangi bir kaosa sebebiyet vermeden olay ilerliyor.
Başkentten başladığımız uzun ama keyifli yolculuğumuz zaman zaman verdiğimiz fotoğraf çekme molaları, Manch’ın bize ikram ettiği minicik ve bizim Anamur muzumuzun lezzetindeki muzların tüketilmesi ile Manch’ın bilgilendirmeleri eşliğinde akıp gitti.
Yaklaşık 3 saatlik yol sonrası Manch müjdeyi verdi: “10 km yolumuz kaldı”. Uçak ve karayolu yolculuğunun verdiği yorgunlukla “Bitti bu iş geldik sayılır” dedik. Ama yüzümüze yayılan gülümseme Manch’ın sözleri ile dondu adeta: “yaklaşık 1 saatlik yolumuz var”. Ortaokuldaki fizik derslerim gözümün önünden film şeridi gibi geçti, hız=yol/zaman. Bu nasıl bir yol ki 10 km 1 saat sürecek derken, sorunun yanıtını bulmamamız gecikmedi. Yol adeta bildiğiniz bol delikli bir kars gravyeri! Ama yolun sonu cennet. Hotel Vakona Forest Lodge yağmur ormanlarını içinde kendi göletinin kenarında adeta bir vaha. Madagaskar’da sessizliği dinlemek mi istiyorsunuz, buyrun efendim yer burası. Konaklama için 20 civarı bungalov var. Tamamı orman içinde ve doğa ile uyumlu. Otel restaurantının yemekleri çok lezzetli, ayrıca spa ve yüzme havuzu var.
2.GÜN: YAĞMUR ORMANLARI
Güzel bir kahvaltıyı takiben saat 8:00 de Manch ile buluştuk. Önümüzde oldukça yoğun bir gün var. İlk durağımız Andasibe Doğal Parkı. Bize yardımcı olacak yerel rehberimiz ile buluşup ormanın derinliklerine dalıyoruz. Şahsen botanik bilgim çam ağacını papatyadan ayıracak düzeydedir. Rehberimiz özenle her bitkiyi anlattı, hatta tıbbı ilaçlara ham madde olan bitkileri inceledik. Farklı kuşlar gösterdi. Yanında getirdiği kitaplar ile anlattıklarını destekledi.
Ama en önemlisi bizi doğal ortamlarında lemurlar ile buluşturdu. Dört farklı tür lemuru görme fırsatımız oldu: altın renkli, siyah-beyaz, kahverengi ve bambu lemurları. Altın renkli olanlar oldukça oyuncu, kahverengi lemurlar bayağı sokulgan ve bambu lemurlar en minikleri.
Balta girmemiş bu ormanlarda 5 saat dolaştıktan sonra keyifli bir öğlen yemeği molası verip yerel yemekleri tattık. Günün ikinci bölümünde ise önce Rianasoa şelalesini, sonra da Kutsal Şelaleyi gezdik. Adından da anlaşılacağı üzere kutsal şelaleye kurban adağı ile gelenler önce kurbanlarını kesiyor, sonrada şelalede yüzüyorlarmış.
3. GÜN: HAYVAN DOSTLARIMIZLA EL ELE GÖZ GÖZE
Güne Vakona Özel Rezervini ziyaret ederek başladık. Burada farklı türlerde lemurlar koruma ve bakım altında. Lemurlar sudan çok korkuyorlarmış. Bu nedenle türler arasında bir karışmanın önüne geçmek için farklı türler farklı adalarda tutuluyor. En sıcakkanlı olan kahverengi lemurlar anında omuzlarınıza tırmanıyorlar. Hatta 2-3 tanesi birlikte omuzlarınıza kuruluyor ve size adayı dolaşırken eşlik ediyor. Siyah-beyaz lemurlar biraz daha mesafeli ama sizin kahverengi lemurlarla olan samimiyetiniz kıskanıp onlar da yanaşıyor. Bazı türleri ise uzaktan seyrediyorsunuz, kırmızı lemurlar ve altın rengi lemurlar gibi.
Özel rezerv alanının ikinci kısmı ise sürüngen ağırlıklı idi. Tembel tembel çimlerin üzerinde güneşlenen onlarca timsah ile başlayan turumuz, farklı gecko’lar, renk renk kertenkeleler, dev kaplumbağalar, zürafa böcekleri, çeşit çeşit yılanlar ile devam etti. Bitki örtüsü yine şaşırtıcı. Örneğin günde 10 cm uzayan dev bambuları gördük. Elime bir metre alıp uzamasını bekleyesim vardı ama gün uzun ve program yoğundu.
Başkent öncesi son durağımız Peyrieras Rezerv Alanı. Önce rengarenk bukalemunları inceledik, hatta incelemekle kalmadık, dokunduk, test ettik.
Sonrasında yine şaşırtıcı 2 hayvan, domates kurbağası ve 1×1 cm boyutu ile mini minik kırmızı kurbağa. Artık yarasalar ve kertenkeleler bizim için olağan.
İpeksi geckoyu (velvet gecko) yu elime aldığımda ise inanamadım. Kertenkeleye benzeyen adaya özgü bu hayvana dokunmak ipek bir kumaşa temas etmek hissini veriyor insana-Madagaskar bizi şaşırtmaya devam ediyor! Sonrasında olmuşken tam olsun deyip yılanı da avuçluyorum. Bir yılanın insanın avucundaki hareketi anlatılmaz yaşanır, o kadar farklı bir his!
Adadaki rengarenk çiçeklere bakmaya doyamıyorsunuz. Hele ki bizim Atatürk çiçeğine benzeyen ve yaprakları kırmızılaşan bir bitkileri var ki çok ilginç, bitkinin yapraklarını ortadan ikiye katladığınızda Madagaskar adasının haritadaki görünümü oluşuyor.
Akşam konaklama için başkente dönüyoruz. Konaklama için adresimiz Les Trois Metis otel. Sonraki 3 günü Île Sainte-Marie de geçirdiğimiz için o bölümü diğer yazıma bırakıp, başkentte geçirdiğimiz son günü anlattığım 7. güne atlıyorum.
7. GÜN: ANTANANARIVO’E VEDA
Antananarivo 1000 savaşçı anlamına geliyor. 1800’lü yıllarda şehir sömürgecilere karşı savaştıktan sonra bu adı almış. Şehrin içinde bile bol miktarda pirinç tarlası var. Tarlalar devlete aitmiş. Ama 5 yıl boyunca tarlayı eker biçerseniz, tarlaya sahip olma hakkını elde ediyorsunuz. Tek şart var, ya o tarlada bir ihtiyaç sahibini çalıştırıp para vereceksiniz, ya da ürününüzün bir kısmını bir ihtiyaç sahibi ile paylaşacaksınız. Eğitime git gide daha fazla önem veriyorlarmış, ilkokulda 80000, ortaöğrenimde 500000, lisede 20000 öğrenci okuyormuş. Tana’da 1, ülke genelinde 6 devlet üniversitesi varmış. Bizdeki gibi özellerin sayısı da oldukça fazla imiş.
Fransızcadan gelen kelimeler bizdekiler ile çok benzediği için kolaylıkla anlaşılıyor. Bazı kelimelerin benzerliği ise ayrıca şaşırtıcı. Örneğin bizde baba, onlarda babba.
Başkentte dolaşırken kedi veya köpek görmüyorsunuz. Ama tavuklar bunların yerini almış durumda. Sokaklarda bol miktarda tavuk dolaşıyor, sabah olunca evden çıkıp akşam olunca eve dönecek kadar da sadıklar. Hatta insanlar tavuklarını dolaştırıyorlar.
Şehir içi toplu taşıma oldukça ilginç. Minibüslerin arkalarında açılan tek kanatlı bir kapı var. Kapı açıldığında yolcular içeriden dışarıya, dışarıdan da içeri bir tazyik oluşturuyorlar. Arada bir de minibüsün kahyası var. Ama bir noktada sistem dengeye ulaşıyor ve kapı kapanıp yolculuk devam ediyor.
Başkentte nüfus 4 milyon. Ülkede ortalama yaş 20, yani nüfus oldukça genç. Doğum kontrol uygulamadıklarını öğrendiğimde buna şaşırmaktan vazgeçiyorum.
Başkentin kuruluşu 1610 imiş. Hanedanlık sarayının yapımı ise 1840. Şehirdeki özellikli yapılar Avrupalı mimarların elinden çıkmış. Bunun en ilginç örneği kraliçeye aşık olan mimarın tam kraliçenin yatak odasında görünecek şekilde şehrin tam ortasına yaptığı devasa kalp şeklinde havuz.
Hanedanlık sarayı ne yazık ki 1995 senesinde büyük bir yangın geçirmiş. Şu an tadilat devam ediyor. Sarayın bulunduğu alana girildiğinde gezginleri 1823 tarihli bir kral mezarı ve 1859 tarihli bir kraliçe mezarı karşılıyor ki kraliçe mezarı daha ihtişamı. Kapı girişinin hemen yanındaki taşın ağırlığı 120 kg imiş. Bunu kaldıran savaşçı unvanını kazanıyormuş. Sarayın gezilebilen kısımlarında görsel olarak ve rehberimizin anlattıkları ile anaerkil düzenin etkinliği anlaşılıyor. Saraya ait kilise de yangından nasibini almış ama restorasyonu tamamlanmış. En üzüldükleri nokta orijinal vitray camların tamamen yok olması. Sadece 1 camda orijinal vitray mevcut. Hanedan soyundan gelenler kırmızı rengi kullanıyorlarmış, halk ise beyazı. Zaten Madagaskar bayrağı da böyle ortaya çıkmış. Kırmızı, beyaz ve yeşil. Yeşil ise doğayı sembolize ediyor.
Hanedan ailesinin kız çocukların eğitimi için yaptırdığı özel okuldan, ay dönümlerinde ailenin girdiği havuza kadar pek çok ilginç ayrıntı var sarayın bulunduğu kompleks içinde. Arap alfabesini kullanılırlarken, Kral Radawa Latin alfabesini getirmiş. C, q, x, u ve w harflerini kullanmıyorlar ve alfabelerinde 21 harf var. Bunun belirtildiği özel bir kitabe de bulunuyor.
Madagaskar vanilyası dünyaca meşhur. Vanilyaları ağaçlarında görme fırsatınız oluyor ama toplayamıyorsunuz. Oraya gidipte satın almak isteyenler için bir adresi de paylaşayım: De l’art en Epices (Lot AB 63 Ankadindravola IVATO 105 Antananarivo). Sipariş ederseniz kargo ile gönderebiliyorlarmış (laila.bavy@gmail.com)
Gidildiğinde yapılmadan dönülmemesi gereken bir şeyde yerel pazarda gezinmek. Karmakarışık, rengarenk, kendine has. Özellikle yerel dokumalar oldukça ilgi çekici. Hediyelik eşya alışverişi için de bir önerim var: Lisy Art Gallery.
Yeme-içme
Vakona Forest Lodge: Öncelikle şunu belirtmeliyim ki ekmekleri muhteşem. Ülke genelinde nerede yediysem hepsi sıcacık, çıtır çıtır ekmekler sundular. Madagaskar’da mutlaka denenmesi gereken et adaya özgü bir büyükbaş olan Zebu. Hem ilk gece yediğimiz zebu ve kabak çorbası hem de ikinci gece yediğimiz tavuk dolgulu ‘petit chou’ ile ‘massale’ gayet lezzetliydi. Başlangıçlar 15000, ana yemekler 500000-55000 AA arasında değişiyor.
Feony Ala: Yağmur ormanlarındaki bu mekan yöresel yemekleri tatmak için ideal. Romazava (romazav okunuyor) adaya özgü otların et ile birlikte yahni tarzında pişirildiği bir yemek. Yemelere doyamadım. Olmazsa olmaz pirinci ise biraz Uzakdoğu dokunuşu ile yine sebzeli ve kanton tarzı tercih ettik. Manzarası da müthiş.
Les Trois Metis: Menüler Fransızca ve servis elemanları da İngilizce bilmiyor ama bir şekilde kalabalık listeden sipariş vermeyi başarırsanız lezzetler inanılmaz. Biz tercihlerimizi sebzeli ravioli, otlarla pişmiş kalamar ve domuz yahni olarak kullandık. Çok memnun kaldık. Ravioli 22000, ana yemeklerimiz 340000 ve 38000 AA idi. Dönüş yolunda yine aynı otelde kaldık. Ravioli yine muhteşemdi ama zebu etleri kurutulmuştu ve bizi tatmin etmedi.
- Andasibe Doğal Parkı
- Antananarivo
- Domates kurbağası
- Feony Ala
- Gecko
- Kutsal Şelale
- Lemur
- Les Trois Metis
- Madagaskar
- Peyrieras Rezerv Alanı
- Rianasoa
- Sarı humma
- Vakona Forest Lodge