Goncagül Haklar, Ocak 2018
Renkli ruhların, güleryüzlü insanların ve canlı şehirlerin ülkesi Küba pek çok gezginin ilgi odağı. Dünya üzerinde tam sosyal devlet sistemine yakın son kalan yerlerden birini görmek bu deneyimin en önemli nedenlerinden biri. Uzak ve farklı coğrafyalar bireysel program yapmak açısından biraz tereddüt yaratsada, ben yılmadım ve kendi butik programımı yaptım. Böylece grup kalabalığından, farklı ilgi alanlarını biraraya getirme stresinden ve zamanlama konusunda geniş yürekli olan katılımcılardan kurtulup gönlümüzce gezebildik.
THY’nın İstanbul-Havana arası karşılıklı uçak seferleri var. Gidiş 13 saat 30 dakika, dönüs 15 saat sürüyor. Çünkü dönüşte Venezuela’nın başkenti Caracas’ın Simon Bolivar havaalanına iniyor ve yolcuları uçaktan çıkarmadan mürettebat değişimi ve ikmal için 1 saat 30 dakika bekliyor. Konaklama için otel rezervasyonumuzu ‘Cuba Travel Network’ sitesinden yaptım. Otelimiz ‘Hotel Florida’ Eski Havana bölgesinin tam kalbindeydi ve her yere yürüyerek rahatlıkla ulaştık. Ocak ayı turistik açıdan gözde bir dönem olduğu için 5 gece konaklama için ödediğimiz tutar 836€.
Küba Devrimi yaklaşık 59 yaşında ve Küba 59 yıldır komünizmle yönetiliyor. Küba halkı kira ödemiyor, halkın yüzde 90’ının evi var, kalanlar ise devletin lojmanlarında para vermeden oturuyor. Küba, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra çok zorluk çekmiş olsa da, turizm sayesinde ayaklanmış. Cep telefonunu yeni yeni kullanmaya başlayan, kıyafet-ayakkabı markası bilmeyen, diğer ülkelere iş veya evlilik harici seyahat etmeyen, ama bir o kadarda hiçbir şeye muhtaç olmayan Küba halkının temel gereksinimleri olan yiyecek, konaklama, eğitim ve sağlık ihtiyaçları tamamen devlet tarafından karşılanıyor. Küba’nın okuma-yazma oranı %99.8 ve kimse mesleği yüzünden yadırganmıyor. Sokakları güvenli, insanlar kapıları açık uyuyor. Şiddet yok, polis şiddeti diye bir şey zaten yok. Halk polisten korkmuyor. Polis şehirde gezip yaşlıların elinden tutuyor. Çocukların elinde tabletler ve cep telefonları yok, her biri sokakta oynuyor, ‘çocuk’ gibi. Halk kendi halinde ve mutlu. Bu tablo, ülke turist akınına uğrayınca biraz bozulmuş. Yabancı turistlerle tanışan halk, onların yaşantısını görüp, internetle, cep telefonuyla ve lüksle tanışıp da kendilerinde olmadığını görünce, huzursuz olmaya başlamışlar. Ülkenin geneli, özellikle yaşlılar ve devrim öncesini görmüş olanlar, içinde yaşadıkları sisteme hala bağlıyken, Havana’da turistlerle iş yapanlar durumlarından rahatsız hale gelmiş. Hükümet orta yolu bulmak adına, şehirlere ‘wifi’ alanları oluşturup, internet kullanımı limitli olarak sağlamış.
Fidel Castro, Raul Castro, Che ve Camilo Kübanın dört ‘comandante’si, yani lideri olarak geçiyor. Halk, liderleri arasından en çok Camilo’yu seviyor. Camilo çok genç öldüğü için, dünyada Che, yahut Fidel kadar bilinmiyor ama Küba’da aşırı seviliyor. Küba halkı, Che’nin anısını en güzel şekilde yaşatıyor. Fidel Castro ve kardeşi Raul konusu ise biraz karışık. Fidel hala halkın çoğunluğu tarafından sevilse de, turistlerle çok içli dışlı olan Havana halkı, Küba’lıların dışa yeteri kadar açılamamasının sorumlusu olarak Fidel’i görüyor.
Küba hakkında güzel bilgiler edinmek için Carmen R. Alfonso Hernández’in ‘100 Soruda Küba’ adlı ücretsiz kitabı José Marti Küba Dostluk Derneği’nden edinilebilir. Tarihini kısaca özetlersem, 28 Ekim 1492’de Kristof Kolomb’un keşfi ile İspanyol toprağı ilan edilen ve 1511’de ilk kalıcı yerleşimin kurulduğu bir ada Küba. Simge isimlerinden biri Kübalı şair ve yazar José Martí (José Julián Martí Pérez). Rejim muhalifi olan Martí bir çok kez sürgün edilmiş ve 11 Nisan 1895’te sürgünde olduğu İspanya’dan memleketine ulaşarak yanında bulunan muhaliflerle birlikte isyan başlatmıştır. Başarısızlıkla sonuçlanan isyan sonucunda ise 19 Mayıs 1895 tarihinde yaşamını yitirmiş. Mezarı Santiago de Cuba şehrinde Efigenia mezarlığında. Küba bağımsızlığını 1 Ocak 1899’da imzalanan Paris Antlaşması neticesinde kazanmış. Her ne kadar bağımsız dense de, yıllarca düzgün yönetilemeyen Küba’da 1933 yılında Fulgencio Batista Zaldivar askeri bir operasyonla ülkenin başına geçmiş. Batista döneminde de çeşitli sorunlar yaşanan Küba’da etkin bir muhalif topluluğu oluşmuş. 1953 yılı başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Fidel Castro (Fidel Alejandro Castro Ruz), 26 Temmuz’da bir baskın düzenlemiş ama başarısızlığa uğrayıp yakalanmış ve 21 ay hapis yatmış. Batista’nın emriyle bağışlanan Castro, Küba’dan ayrılmış ve ‘26 Temmuz Hareketi’ adı altında yeni bir örgüt kurmuş. 2 Aralık 1956’da Granma yatıyla Küba’ya geri dönerek tekrar ülke rejimine karşı harekete geçmiş. Çatışma sırasında bir çok arkadaşını kaybetmiş ve kardeşi Raul Castro (Raúl Modesto Castro Ruz) ile Küba’nın bir diğer kahramanı olan Che (Ernesto Che Guevara, ki kendisi bir hekim), Camilo Cienguegos ve Juan Almeida Bosque’nun da aralarında bulunduğu 12 kişiyle beraber Sierra Maestra dağlarına gitmişler. O günden sonra iki yıl süren çatışmanın sonucunda 1 Ocak 1959’da Batista ülkeden kaçınca savaş sona ermiş ve devrimin ardından ülkede geniş bir kesimin desteğini kazanarak yönetimde söz sahibi olmaya başlamış. 31 Temmuz 2006 tarihine dek ülke yönetiminde bulunan Fidel Castro sağlık problemleri sebebiyle yetkilerini geçici olarak kardeşi Raul Castro’ya devretmiş. 25 Kasım 2016’da çoklu organ yetmezliği sebebiyle ölmüş ve vasiyeti üzerine cenazesi 27 Kasım 2016’da yakılmış. Külleri özel bir tabut içinde, 28-29 Kasım 2016 tarihinde Havana Devrim Meydanı’nda gerçekleştirilen törenlerin ardından 30 Kasım tarihinde Batista diktatörlüğüne karşı kazandığı zaferinin izini takip eden güzergahta, Santiago de Cuba kentine doğru yola çıkmış. 4 Aralık 2016 tarihinde Santa Efigenia Mezarlığı’nda düzenlenen törenle Castro’nun külleri, Jose Marti’nin yanına gömülmüş.
Küba’lılar ayda 15-20 USD arası para kazanıyorlar ve herşeyi devlet karşılıyor. Soğuk savaş zamanında Küba şeker üretiminin hemen hemen tümünü komünist blok ülkelerine satıp, karşılığında gereken gıdasının üçte ikisini, petrolünü, makine ve yedek parça ihtiyacının %80’ini bu ülkelerden sağlamış. Rusya’nın dağılışından sonra yaşanan zorluklar Çin, İran ve Venezuela’dan gelen yeni yatırımlar ve turizm gelirleri ile aşılmış. Fidel Castro‘nun 1 Mayıs 2006 tarihinde Devrim Meydanı’nda 1 milyon Küba’lıya seslenirken halkına özveri ve sabır isteyen geçmişteki konuşmaları yerine ekonominin bütün sektörlerinde ilerleme kaydedildiği şeklinde açıklama yapması ve “ABD ambargosuna teşekkür borçluyuz, çünkü bizi sıkıntılara karşı çıkmaya ve onları yenmeye zorladı” diye seslenmesi çok önemli bir dönemeç noktası olmuş Küba için. Her geçen sene, Küba gitgide değişiyor. Bu nedenle, Küba’yı mutlaka fazla vakit kaybetmeden görmek gerekiyor.
Kübalılar bayrak aşığı bir millet. Bayraktaki kırmızı üçgen insanın üç hakkını (özgürlük, eşitlik ve kardeşlik) ve vatanseverler tarafından dökülen kanları temsil ediyor. Üçgen içindeki beyaz yıldız ise Küba halkının mutlak özgürlüğünü ve bağımsızlığını anlatıyor. Üç mavi şerit adanın üç bölümünü (batı, orta, doğu), 2 beyaz şerit ise bağımsızlık idealinin gücünü temsil ediyor.
Başkent Havana (La Habana) üç kısma ayrılıyor: Eski Havana (La Habana Vieja), Merkez Havana (Centro Habana) ve Modern Havana (Vedado). Havana’nın keyfi sokak sokak, kafe kafe, o köşe senin bu köşe benim gezerek çıkıyor. En karakteristik kısım Eski Havana. Evlerin güzelliği dillere destan; yeşiller, maviler, morlar, kırmızılar, sarılar, turuncular…
Biraz yaşlı, biraz yorgun ama rengarenk ve çok güzeller. Hiç beklemediğiniz anda sürpriz avlular sizi şaşırtıyor. Yollarda giden veya yol kenarına park etmiş eski Amerikan arabaları ise bu tabloyu çok güzel tamamlayarak bizleri geçmişe götürdü. Sokaklarda elinde puroları ile köşe başlarında sohbet eden ihtiyarlara bol bol rastladık.
La Habana Vieja aynı zamanda tarihi en eskiye dayanan yerleşim yeri. 1519 yılında İspanyol’lar tarafından Havana Körfezi’nde kurulan bu yer sık sık korsan saldırılarına uğramış ve bu nedenle de etrafı kaleler ve surlarla çevrilmiş. La Habana Vieja 1982 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesine alınmış. Ünlü Amerikalı yazar Ernest Hemingway La Habana Vieja’da oturmuş ve burasının hayranıymış. Buradaki meydanların hepsi iç içe geçmiş durumda ve birinden geçtiğiniz anda karşınıza öteki çıkıyor.
Eski Havana bölgesinin en canlı sokağı otelimiz Hotel Florida’nın da üzerinde olduğu ‘Calle Obispo’. Uçağımız saat 7:30 da Havana’da oldu ve pasaport işlemleri de oldukça kısa sürdü. Havaalanında fazla para bozdurmamak lazım, çünkü oranlar daha yüksek (1€ yaklaşık 1.15 Cuc, dolara daha fazla komisyon alıyorlar bu nedenle yanınızda euro götürmeniz öneriliyor). Zaten şehirde otellerde ve bankalarda da rahatlıkla para çevrilebiliyor. Eski şehir bölgesine ulaşmak taksi ile yaklaşık yarım saat sürüyor (30 Cuc). Saat 9:00’da otelimizdeydik, işlemlerimizi yaptık ve odalara girişimiz de 16:00 olduğu için vurduk kendimizi sokaklara. En önemli nokta, internet üzerinden yaptığınız rezervasyonun teyidi ve ödemenin yapıldığını gösterir sayfanın kağıt çıktısı yanınızda olmalı. Bu memlekette internet olmadığı için işlemleri falan göremiyorlar. Yanınızda basılı dökümanlarınız yoksa siz bir hiçsiniz. Otelimiz gerçekten çok keyifliydi.
Otelimizin hemen önünde yer alan ‘Calle Obispo’ sokağı ‘Plaza Armas’ ile ‘Parque Central’ arasında uzanan ve Küba halkının içine karışabileceğiniz, günlük yaşamlarını inceleyebileceğiniz harika bir yer. Sokakta dolaşan turistlerle, sokakta top oynayan Havanalı çocuklar iç içe geçmiş durumda. Burası, hep canlı, hep kalabalık ve hayat dolu. Yol boyunca, eski Havana evleri ile barok ve neoklasik tarzda binalar bulunuyor. ‘Calle Obispo’ caddesinde deniz yönünde (Hotel Florida’dan sola doğru) yürümeye başladık. İlk durak kısa bir süre sonra sağımızda kalan Hotel Ambos Mundos da Calle Obispo. Burası Hemingway’in ikinci adresi ve 1920’li yıllarda inşa edilmiş. Hemingway bu oteli “yazı yazmak için güzel bir yer” olarak tanımlamış ve iki yıl kaldığı 511 numaralı odada ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’ kitabının bir bölümünü yazmış. Otelde Hemingway’in özel eşyalarını barındıran oda rehber eşliğinde ziyaret açık.
Biraz daha yürüdüğümüzde Armas meydanına (Plaza de Armas) ulaştık. Ortasında Küba’nın ulusal ağacı sayılan bir palmiye türü olan Royal Palm ağaçlarının yükseldiği yemyeşil bir park bulunuyor (burası aynı zamanda internet parkı), etrafını ise şahane tarihi binalar çevreliyor. En ilginç bina Palacio de los Capitanes, günümüzde Museo de la Ciudad yani şehir müzesi olarak kullanılıyor. Avlusunun güzelliği sizi müzeyi gezmeye itebilir, öyle güzel, öyle kıskanılası. Hemen karşısındaki mavi detaylı ihtişamlı bina ise Havana’nın en eski otellerinden biri. Meydanda Küba bağımsızlık mücadelesinde payı bulunan milli kahraman Carlos Manuel de Céspedes’in de bir heykeli var. Plaza de Armas korsan saldırılarına karşı savunma amacıyla yapılmış bir kale olan Castillo de la Real Fuerza’ya çok yakın. Günümüzde müze olarak kullanılıyor, tepesine çıkıp manzara seyredilebilir. Neoklasik tarzdaki koloni tapınağı El Templete de bu meydanda.
Buradan tekrar geldiğimiz yönde ‘Calle Obispo’ caddesine geri gidip ‘Mercaderes’ sokağından (bir su yolu ve havuzun olduğu sokak) sağa dönüp düz ilerlerledik ve Plaza de la Cathedral yani eski Havana’nın tam ortasında kalan en önemli meydana ulaştık. Burası gündüzleri sokak satıcılarıyla ve müzisyenlerle dolu. Küba fotoğraflarında yer alan ağzında puroyla poz vermiş yaşlı teyzeler bu meydanın ayrılmaz bir parçası. 1-2 Cuc karşılığında size purolu pozlar veriyorlar. Meydandaki katedralin adı San Cristobal de la Habana. Dünyada denizden çıkarılan mercan kayalarıyla yapılmış tek örnek. 18. yüzyılda barok tarzında inşa edilen ve şehir Başpiskoposunun merkez katedrali olan yapının kuleleri asimetrik. Ayrıca, Kristof Kolomb’un bedeninin bir süre kaşife adanmış olan bu ibadet merkezinde saklandığı söyleniyor. İçi mutlaka gezilmeli, giriş ücretsiz. Katedralin hemen karşısındaki bina güzelliği ve tepesinde yükselen palmiyesi ile dikkat çeken Museo de Arte Colonial. Katedrali arkanıza aldığınızda solunuzda kalan kemerli bina ise Palacio del Conde Lombillo. Hemen önünde yer alan heykeli sokak sanatçısı zannedip hareket edecek mi acaba diye tetikte beklemenize gerek yok. O gerçekten bir heykel, ünlü bir flamenko sanatçısı olan Antonio Gades’in heykeli. Ernest Hemingway’in hemen her gün gittiği bar La Bodeguita del Medio ise katedralin ince kulesi ile katedralin yanındaki kemerli restaurantın arasından yürünen sokak üzerinde. Her daim oldukça kalabalık ve yer bulmak her zaman mümkün olmuyor.
Meydanlar…Meydanlar… Tekrar Armas meydanına dönüp restaurantların bittiği noktadan sağa dönüp ‘Oficios’ sokağı yönünde ilerledik. Yürüdüğümüz sokağın ‘Obrabia’ sokağını kestiği noktada Küba barok sanatının örneklerinden sarı renkteki Casa de la Obrapía’yı, tam karşısında ise Casa de África’yı gördük.
Yürüdüğümüz sokaktan devam ederek Plaza de San Francisco de Asis meydanına ulaştık. Burası Havana’nın en eski meydanlarından bir diğeri. İsmini de meydanda bulunan dini bir yapı olan Basilica de San Francisco de Asis’den alıyor. Bu meydan şehirdeki konumu sebebiyle bir zamanlar şehrin ticaret merkezlerinden biriymiş, günümüzde ise turistik açıdan en popülerlerden biri. Meydanın denize bakan kısmında Museo del Ron Havana Club (Havana Club Rom Müzesi) bulunuyor. Müzesinin en güzel yani iç mimarisi. Girişi 7 Cuc ve rehber eşliğinde binayı gezerek Küba’nın tarihinde ‘rom’un yerini, nasıl yapıldığını ve niye en çok Havana Club’ın tercih edildiğini dinliyorsunuz.
Bu meydanın girişindeki ‘Amargura’ sokağından ilerleyip, ‘San Ignacio’ sokağına ulaşınca sola döndük. Bu yol bizi Plaza Vieja’ya çıkardı. Burası sağlı sollu müzikli restoranlar, el sanatı satan dükkanlar ve minik kahveciler ile Havana’yı hissedeceğimiz bir başka yer. Burası Havana’nın en eski meydanlarından biri. Meydanın tam ortasında 18. yüzyıldan kalma mermer bir çeşme var. Bu kadar güzellik bize fazla, biz soluk ve ruhsuz meydanlara alışmış kullarını neden bu rengarenk meydanlarla sınıyorsun Yüce Rabbim! Biz grilere alışmışken, burada sarılar maviler, kemerli tarihi binalar. Plaza Vieja etkileyici mimarisinin yanı sıra yenilenmiş binaları ile de ilgi çekici. Burası ilk inşa edildiği dönemde aslında öyle iddialı bir meydan olarak değil, yerleşim bölgesi olarak yapılmış. Ardından da yıllar boyunca olmadığı şey kalmamış zaten. Park da olmuş, pazar yeri de olmuş, hatta Batista döneminde otopark bile yapılmış ama sonunda değerini bilmişler ve bu halini almış. Tam köşesinde kalan La Taberna de La Muralla güzel müzikleri ile biliniyor. Plaza Vieja’nın en yüksek binasının tepesinde yer alan ve ücretli (2 Cuc) olan Camara Oscura aslında Leonardo da Vinci’nin bir zamanlar üzerinde çalıştığı ve insan gözünün çalışma mantığını anlayabilme üzerine yaptığı çalışmaları ile ilişkilendiriliyor. Camara Oscura’nın bulunduğu odaya girdiğiniz zaman yere sabitlenmiş bir beyaz perde ile karşılaşıyor ve etrafına diziliyorsunuz. Sonrasında ise Havana’nın canlı yansımasını perdenin üzerinde panoramik bir şekilde gözlemleyebiliyorsunuz. Bunun mantığı ise bir lens ve ayna aracılığıyla yukarıda deliğin bulunduğu noktadan ışığın aşağı yansıması. Pazartesi günleri kapalı. Vieja meydanında ki Cafe el Escorial önerilen bir kahveci. Tüm bu meydanlar adeta birbirinin içinden geçerek kısa sürede gezebileceğiniz yerler ama keyfini sürmek için ayrılacak zaman sizlere kalmış.
Geldik gezinin en heyecan verici noktasına. Plaza Armas’a geri dönüp sahile yürüyerek sola döndük ve kıyı boyunca giderek (Vieja’nın ters istikametine doğru, Parque Cespedes’in sahil tarafı) Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk‘ün büstüne ulaştık. Düşünün Küba’da… “Devrimci Kemal Atatürk, bizim esin kaynağımız oldu. 1919’da Anadolu’dan emperyalistleri atmak için, Bandırma gemisiyle Samsun’a çıktı. Büyük bir zafer kazandı. Biz de tam 40 yıl sonra, ülkemizden faşistleri kovmak için Granma gemisiyle Havana’ya çıktık. Biz de zaferle kucaklaştık”. Bu sözler Fidel Castro’ya ait. Yine “Ben de devrim gerçekleştirdim. Ama Atatürk’ün yaptıklarını yapamazdım. Türkler sağdan sola doğru yazarken Harf Devrimi ile tam tersi yönde yazmaya başladı. Kıyafet Devrimi ve Medeni Kanun’la kadınlara getirilen statü çok önemliydi. Ona ve devrimlerine hayranım. Kendinize başka bir önder aramayın” sözleri de Fidel’e ait. Kendi heykelinin dikilmesini yasaklayan Fidel Castro, Atatürk’ün büstünü Havana’ya koydurmuş. Küba’da siyasi bir kişilik olarak sadece Atatürk’ün heykeli var. Bu yüzden Küba ve Fidel’i daha çok seviyoruz.
‘Calle Obispo’ sokağının denize uzak diğer ucu (Hotel Florida’dan çıkıp sağa döndüğünüzde) ise ‘Parque Central’de sonlanıyor. Ünlü yazar Ernest Hemingway’in favori mekanlarından olan Bar El Floridita bu tarafta. Tabii ki Hemingway anısına Daiquiri keyfi kaçınılmaz. Yemek yemek, canlı müzik dinlemek ve salsa yapanları seyretmek için yol boyu çokça alternatif var. Ayrıca yağlı boya resim almak isterseniz, buradaki dükkanların fiyatları Havana’nın kalanına göre uygun. Son olarak, burada yolda yürürken puro satıcıları sizi durdurabilir. Sahte purolara dikkat edin, ama orjinalini bulursanız, devlet eliyle işletilen Tobacco Shop’lara nazaran çok daha ucuz.
‘Parque Central’ meydanında Gran Teatro de La Habana (Büyük Havana Tiyatrosu) bizi karşıladı. Belçikalı mimar Paul Belau tarafından dizayn edilen ve 1837 yılında inşa edilen binanın dış cephesi çok etkileyici. Ön cephede heykeltıraş Giuseppe Moretti’ye ait dört adet heykel bulunuyor. Yerel halkin tiyatro ve müzelerin önündeki kuyruklar ile kültürel faaliyetlere verdikleri önemi gerçekten takdire şayan.
Eğer Havana’nın sahil şeridi olan Malecon’da klasik arabalar ile tura çıkmak ya da sadece taksiye binip bir yere gitmek istiyorsanız Parque Central meydanında rengarenk eski Amerikan arabaları sizi bekliyor. Bu arabaları sürme hayali kuruyorsanız, üzgünüm kullanmanıza izin vermiyorlar! Ama gözünüzün önüne şoförünüzün sürdüğü üstü açık Amerikan arabanızda rüzgarın saçlarınızı hafif hafif savurduğunu getirin, bu da çok keyifli bir alternatif.
Meydanda Havana’nın en güzel müzesi Museo Nacional Palacio de Bellas Artes de bulunuyor. Kübalılar sadece dansta ve müzikte değil, sanatta da bir o kadar başarılılar! İçeride aynı zamanda gezici sergiler de oluyormuş. Kesinlikle görülmeye değer. Pazartesi günleri kapalı. Müze kapsamında iki bina bulunuyor. Biri Kübalı sanatçılara, biri ise uluslararası sanatçılara odaklanıyor. Birçok müzede olduğu gibi burası da kronolojik olarak düzenlenmiş. Giriş ücreti 5 Cuc.
Bu noktada oldukça yorulmuştuk, saat neredeyse 14:00 olmuştu. Otelin lobisinde biraz dinlenelim düşüncesiyle geri döndük. Şansımıza odalarımız hazırlanmıştı. Biraz dinlenmek hepimize çok iyi geldi.
Ertesi güne erkenden kalkıp Havana’da gün doğumunu izleyerek başladım. Güneş rengarenk binaları daha da güzel parlattı.
Sonrasında rotamız Küba’nın meşhur Devrim Müzesi (Museo de la Revolucion) idi. ‘Calle Obispo’ sokağından ‘Parque Central’e ulaşıp sağa döndük ve müzeye kadar yürüdük. Müzenin daha iyi algılanabilmesi için gezmeden önce Küba Devrimine dair bir şeyler okumakta fayda var. Neticede koskoca Küba Devrimi, adamlar resmen dünyaya kafa tutmuşlar. Tabii ki Devrim Müzesi bilgi edinmemizi sağlıyor, ancak konu hakkında biraz bilgi sahibi bir halde müzeye gittiğiniz zaman her şey daha anlamlı geliyor. Müzede, Küba Devrimi kahramanlarının heykelleri, kişisel eşyaları, birbirine yazdıkları mektuplar ve devrim sürecini anlatan gazete küpürleri sergileniyor. Yapı iki binadan oluşuyor. Giriş kişi başı 8 Cuc. Bileti aldığınız ve gezeceğiniz ilk binada devrimle ilgili haritalar, Che’nin gitarı ve diğer devrimcilerin özel eşyaları ile birlikte devrimin hikayesi yer almakta. Devrimin ne kadar kanlı geçtiğine şahit oluyor ve devrimcilerin yaşadıkları karşısında dehşete düşüyorsunuz. Arkadaki diğer yapıda ise Fidel’in kullandığı jipler, devrimde kullanılan diğer araçlar ve en önemlisi Granma teknesi yer alıyor. Ayrıca Fidel Castro’nun halkı için yaptırdığı devrim ateşi 1989 yılından bu yana bu binanın önünde yanıyor. Buradaki eserlerden en ilgi çekici olanı, Che Guevara ve Camilo’nun gerçek boyutlardaki balmumu heykelleri. Müzede, 1950’lerdeki devrim ve savaş yılları ile Küba’nın İspanya’ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesine dair birçok eseri de bulmak mümkün. Müze dahilinde hediyelik eşya satan bölümler de var ve tüm Havana’nın en kalitelileri orada.
Buradan ‘Parque Central’e geri yürüdük. El Capitolio A.B.D’nin Washington D.C şehrindeki Kongre Binası’na çok benziyor, 92 m. yüksekliğinde olduğundan şehrin birçok noktasından rahatlıkla görülebiliyor ve 1959 yılına kadar hükümetin yönetim merkezi olarak kullanılmış. Kübalılara “Bizim El Capitolio’muz Amerika’dakinden daha güzel ve büyük” diyorlarmış-Washington DC’dekini görmüş biri olarak bizzat fikir beyan ediyorum-etrafının açıklığı nedeniyle Washington’daki daha net algılanıyor, buradaki ne yazık ki binalar içine sıkışmış durumda. Diğer bir önemli özelliği ise dünyanın kapalı bir alanda bulunan en büyük üçüncü heykelini içinde barındırıyor olması. Neo-klasik tarzdaki devasa yapının içerisinde kubbenin altında yer alan 25 karatlık bir elmas replikası, tavan işlemeleri dikkat çeken koridor (Salon de los Pasos Peridos) ve altın kaplamalı La Estatua de la República (Özgürlük Heykeli) mevcutmuş. Haziran 2017’den beri El Capitolio’da büyük bir renovasyon yapılıyormuş ve uzun süredir kullanılmayan binanın tekrar kullanıma geçirilmesi amaçlanıyormuş. Zira Küba Devrimi’nden beri bina hiç kullanılmamış, içine herhangi bir turistik gezi de düzenlenemiyor.
Yol devam edildiğinde El Prado Caddesi gezilebilir. Buradaki binalar da ilgi çekici. Mutlaka dolaşın, ara sokaklara dalın, ama biraz da dikkatli olun çünkü burası hafiften turist tuzaklı bir bölge. Prado Bulvarında Mudéjar (İspanya Arap kültürlerinin bir karışımı) mimarisinden esintiler taşıyan 1908 tarihli Hotel Sevilla ve Havana’nın ünlü evlendirme şapeli Palacio de los Matrimonios görülebilir.
‘Parque Central’ den üstü açık Amerikan arabamızı kiralayıp güzel bir Havana turu yaptık. Önce Havana Üniveritesinin önünden geçtik. 1728 yılında kurulmuş olan üniversite Amerika kıtasında kurulan ilk üniversitelerden biriymiş. Sonraki durağımız eski şehir merkezine biraz uzak olan Vedado bölgesindeki Plaza de La Revolucion (Devrim Meydanı). Bu meydanda ve meydana giden yollarda 1 Mayıslarda milyonlarca insan toplanıyor ve Dünya’nın dört bir yanından insanlar, sırf bu meydandaki 1 Mayısları görmek için geliyormuş. Meydanda bulunan İçişleri Bakanlığı binasında Che Guevara’nın, diğer tarafında ki telekominokasyon binasında ise Camilo’nun kocaman silüetleri var. Che Guevara’nın silüetinde yazan ‘Hasta La Victoria Siempre’, ‘Zafere Kadar Daima’ demek. Che, Fidel’e yazdığı son mektuplardan birisini ‘Hasta La Victoria Siempre’ olarak bitirdikten sonra zaferin simgesi haline gelmiş bu slogan. Diğer yanda bulunan Camilo’nun silüetinde ise ‘Vas Bien, Fidel’ yazıyor (Doğru yoldasın, iyi gidiyorsun Fidel). Bunun bir de hikayesi var. Zafer ilk kazanıldığı dönemde Fidel coşkulu kalabalığa konuşma yaparken bir an durmuş ve Camilo’ya dönüp, “Voy bien, Camilo?” diye sormuş (Camilo, doğru yolda mıyım?); Camilo da, “Vas Bien, Fidel” diye yanıt vermiş (Doğru yoldasın, iyi gidiyorsun Fidel). Meydanın ortasında Jose Marti’nin anıtı var. Bu anıtın tepesine çıkabiliyorsunuz ve altında da bir müze mevcut. Ne diyelim ki, insanların özgürce toplanabildiği, dans ettiği, bayramlarını bayram gibi kutlanabildiği meydanların darısı bizim ülkemize de olsun. Christopher Columbus Necropolis (Havana Mezarlığı), Devrim Meydanından sonraki durağımız oldu. Dünyaca ünlü bu mezarlıktaki heykeller oldukça etkileyici imiş. Ama mutlaka bir rehber ile gezin deniyor. Sonrasında Küba’nın okyanus esintili kordonuna yani Malecon’a ulaştık. Uzunluğu yaklaşık 8 km. olan Malecon Havana halkı için, özellikle gençler için önemli bir sosyalleşme noktası. Özellikle akşamları ya da gün batımı saatlerinde grup halinde oturan gençler, dans eden gruplar, hatta aileler falan buraya resmen yığılıyor. Üstelik sahil şeridi boyunca Hotel Nacional, Sovyet Rusya’nın var olduğu dönemde yapılan dev binalar da dahil birçok önemli noktayı gördük. Hatta şöyle de diyebilirim, Malecon üzerinde yapacağınız bir yolculuk, size Küba’yı özetliyor. Gezi sonrasında Vedado kısmında ünlü Hotel Nacionel de Cuba’yı ziyaret ederek bahçesinde bir şeyler içip Sevilla’daki Hotel XIII. Alfonso’yu yadettik. Hotel Nacionel de Cuba turistleri ilgi odağı olan bir otel. Ama eski şehir bölgesine dolayısıyla canlı Havana hayatına uzak ve standart çok katlı, büyük otel mantığında. Ben burayı görünce butik otelimiz ‘Hotel Florida’yı tercih etmekte ne kadar haklı olduğuma bir kez daha karar verdim açıkçası. Hazır oraya kadar gitmişken Havana Libre otelini de gördük. Çünkü buranın manevi bir hikayesi var. Devrim öncesi adı Havana Hilton olan, sonrasında ise Hilton adının özgür anlamına gelen Libre ile değiştirilip Havana Libre Oteli olarak kullanılan bu oteli, Fidel devrimin hemen sonrasında bir süre ofis olarak kullanmış.
Eğer bir Hemigway hayranı iseniz, onun Küba sevgisini de yakından biliyorsunuzdur. Kendisi hayatının bir döneminde Küba’da kalmış, hatta ev bile satın almış. Hemingway’in müze olarak düzenlen evi Museo Hemingway Finca Vigia’da. Hem bahçesi, hem de içi çok güzel korunmuş ve ‘Yaşlı Adam ve Deniz’i tamamladığı bu ev, günümüzde Hemingway’in en son bıraktığı haliyle ziyaret edilebiliyor. Tek sorun şehir merkezinden uzak olması.
“Havana’da denize girilir mi?” derseniz, giriliyor ama Havana’nın göbeğinde değil. Yaklaşık 20-25 dakikalık bir yolu göze alıp Playa del Este’ ye gitmek gerekiyor. Havana Vieja’ya yaklaşık 18 km uzaklıkta bir nokta. Ulaşması da pek zorlu değil, çünkü taksilerle anlaşırsanız 25 Cuc gibi bir ücrete gidebiliyorsunuz. Ama Küba’da denize girmek ve Karayip denizinin tadını çıkarmak için Trinidad’a gitmek gerekiyor.
Yeme-İçme Önerileri
Öncelikle belirtmeliyim ki, Küba’lıların yerel bir mutfağı yok. Biraz İspanyol, biraz da Meksika ağırlıklı yemeklerin bir karışımı var. Yemeklerde şeker kullanımına pek düşkünler, şeker kamışı bol olduğundan olsa gerek. Patatesleri bile çok tatlı. Mutfağın en etnik kısmı romlu kokteylleri.
La Guarida-Havana’nın en popüler ve en lüks restaurantı. Yıpranmış ama mimari olarak çok etkileyici bir binada bulunan bu mekan 1996 yılında açılmış ve dışının aksine içi modern tarzda döşenmiş. Bu binada 1993 yılında OSCAR adayı tek Küba filmi olan ‘Çilek ve Çikolata’ çekilmiş. Mutlaka telefonla rezervasyon yapın (00905378669047). Başlangıçlar 7-10Cuc, ana yemekler 15-22Cuc ve tatlılar 4-8Cuc. Ana yemekte üç farklı sos (küflü peynir, çikolata ve bernez sos) ile servis edilen 3’lü bonfile tabağını özellikle öneriyorum. Çikolatalı tatlısı da efsane!
El Rum Rum– La Bodeguita del Mondo barının da bulunduğu Empedrado sokağındaki bu şirin taverna gezimizin gözdesiydi. Konservatuvar öğrencisi bir kız ve bir erkekten oluşan ‘Duo Iris’ yumuşacık sesleri ve güzel müzikleri ile yemeklere eşlik ediyorlar. Başlangıç olarak tercih ettiğimiz yerel peynirler çok lezzetliydi (4Cuc). Deniz ürünlü rizotto 12.25Cuc, paella 15 Cuc. Daiquri de oldukça başarılı.
El Del Frente-Meksika mutfağı severlerin (mesela ben) kesinlikle kalbini kazanacak bir mekan. Ahtapot carpaccio (9CUC) bol kişnişli ve tazecikti. Bonfileli taco (12CUC) inanılmaz lezzetliydi (kendimi tabak tabak yemekten alamadım-biri beni durdursun). Küba’da içebileceğiniz en iyi kokteyl olan Canchanchara (olgun rom, bal ve lime) için en iyi adres.
Bar Floridita- Nam-ı diğer Ernest Hemingway’in mekânı, daiquiri Papa Hemingway içilmeli. Mekan da canlı müzik ve yemekte var.
Café del Oriente– Plaza de San Francisco de Asis meydanındaki bu café çok keyifli bir dış mekana ve lezzetli ürünlere sahip. Restaurant bölümünde piyano eşliğinde keyifli bir akşam yemeği de yenebilir.
Küba’nın yerel biraları ise hafif olan ‘Cristal’ ve daha ağır olan‘Bucanero’. Tabii ki kahve denince de akla gelen ilk yerlerden biri Küba. Havana Plaza Vieja’daki Cafe el Escorial’de özellikle öneriliyor. Hem içmek, hem de kendi kahvelerinden satın almak mümkün.
La Zorra-Latin caz barının açılışı 22:00 ama müzik 23:00’de başlıyor. Erken gidip önde oturmakta fayda var. Her gün farklı grup çıkıyor. Kübalıların bu konudaki yetenekleri öngörüldüğünde inanılmaz bir deneyimin beklediğini kolaylıkla tahmin edebiliyorsunuz. Gerçekten muhteşem bir müzik dinledik, kesinlikle öneriyorum.
Casa de La Musica-Kübalıların meşhur, devlet eliyle işletilen müzik evleri. Aşağı yukarı bütün şehirlerinde bir tane var ve Havana’daki de Centro Havana bölgesinde bulunuyor. Buralarda içki kaliteli değil ama müzik ve dans sınırsız imiş. Girişi paralı (10 -15 Cuc).
Sociedad Cultural Rosalia de Castro-The Buena Vista Social Club ve Afro Cuban All Stars sahne alıyor. Başlangıç saati 21:30, biletler 30 Cuc.
La Marina-Eski Havana bölgesindeki bu mekan ‘Guarapo’ kokteyli yapıyormuş. Kokteyli beklerken şeker kamışının bütün halinde makinaya girip sıvı şeker olarak çıkması izlenebiliyormuş.
Tüm Havana’yı gezmek için ayıracağınız zaman en fazla 3 gün olmalı, fazlasıyla yeter. Küba’da gezilecek diğer yerler, en önemli gelir kaynakları olan efsane içkileri rom ve internet kullanımı ile parasal meseleler de dahil olmak üzere diğer bilgileri de Küba yazımın ikinci bölümünde paylaşacağım.
- Bar Floridita
- Basilica de San Francisco de Asis
- Café del Oriente
- Calle Obispo
- Camilo
- Casa de la Obrapía
- Centro Habana
- Che
- Christopher Columbus Necropolis
- Devrim Meydanı
- Devrim Müzesi
- El Capitolio
- El Del Frente
- El Rum Rum
- Ernest Hemingway
- Fidel Castro
- Gran Teatro de La Habana
- Granma
- Havana
- Hotel Ambos Mundos da Calle Obispo
- Hotel Florida
- Hotel Nacionel de Cuba
- José Julián Martí Pérez
- Küba
- La Guarida
- La Habana Vieja
- La Zorra
- Malecon
- Museo de Arte Colonial
- Museo de la Revolucion
- Museo Nacional Palacio de Bellas Artes
- Parque Central
- Playa del Este
- Plaza Armas
- Plaza de La
- Plaza de la Cathedral
- Plaza de San Francisco de Asis
- Plaza Vieja
- Raul Castro
- San Cristobal de la Habana
- Vedado