Goncagül Haklar, Haziran 2017
“Akdeniz’in ortasında kalmış ve İtalya’dan kopmuş minicik bir ada ülkesinde ne olabilir ki?” diye düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Malta tarihi eserleri, kültürel yapısı, muhteşem deniz’i ve doyumsuz lezzetleri ile sizleri çok etkileyecek. Rengarenk tahta cumbalı taş evleriyle ünlü Malta’da kesinlikle zamanda kaybolacaksınız ve “her sokak mı güzel olur?” diye düşünmeden edemeyeceksiniz. Arap esintili binaların arasında bolca bulunan kiliseler ise tezat oluştururken hayal gücünüz gördüklerinizden oldukça fazla etkilenecek.
Malta’nın sokaklarında gezerken cumbalarla bezenmiş birbirinden güzel taş evler sizi bambaşka bir dünyaya götürüyor adeta. Bu evlerin en dikkat çekici özelliği bu ahşap cumbalar ile aynı renk kepenklere ve sokak kapılarına da sahip olmaları. Üstelik bu renkler yeşil, mavi, kırmızı, bordo, eflatun, sarı gibi bir binadan beklenmeyecek kadar cüretkar! Bu mimari ögelerin bu kadar güzel korunmuş ve sahiplenilmiş olmasını İstanbul’umun eski ahşap evlerini düşünerek gözlerim nemli seyrettim.
İtalya’ya yakınlığı nedeniyle menülerde İtalyan etkisi bolca izleniyor, çeşit çeşit soslar ile zenginleşmiş taze, el yapımı makarnayı kim sevmez? Dört bir yanınız denizlerle çevrili olunca, sofralar da daha bir şenleniyor. Çeşit bol, şefler yaratıcı. O zaman gelsin tabak, tabak fosfor!
Malta halkı çok güler yüzlü ve yardımsever. İklimin güzelliği herkesin ruhuna yansımış sanki. Yılın bütün aylarında ılıman iklim sizi adaya davet ediyor. Turistik olarak en rağbet gören aylar ise Temmuz ve Ağustos.
Malta’ya deniz-kum-güneş üçlüsü için geldiyseniz kesinlikle doğru adrestesiniz (şahsım adına ben bu üçlüyü pek sevmem, daha çok sevdiğim üçlüler vardır, örneğin Atos-Portos-Aramis üçlüsü, bal-kaymak-beyaz peynir üçlüsü gibi. Ama Malta’nın muhteşem plajları beni bile ikna etti). Valletta’da kalıyorsanız kayalıkların süslediği denizi yanıltmasın sizi, çünkü buraya yaklaşık 1 saat uzaklıkta, kristal berraklığı ve tarif edilemez güzellikteki maviliğiyle adanın en meşhur plajları olan Mellieha Körfezi, ‘Golden Bay’ ve ‘Ghajn Tuffieha sizleri bekliyor. Hatırı sayılır ziyaretçisi olan bu plajlar yerine kalabalıktan uzak bir yer isterseniz keyifli bir feribot gezisi sonunda ulaşılan kardeş adalar Gozo ve Comino sakinliğiyle, kendini sadece size ait hissetirip ruhunuzu şımartacaktır.
Malta’da ulaşım son derece kolay. Tüm adayı kapsayan yaygın bir otobüs ağı var. Toplu taşımanın bu kadar kolay ve rahat olabileceğini buraya gelince anlayabiliyorsunuz. ‘Tallinja’ aplikasyonunu hemen telefonunuza indiriyorsunuz. Nereden nereye gitmek istediğinizi, tarih ve saati giriyorsunuz ve size tüm olasılıkları çıkarıyor. Otobüsler inanılmaz dakik, son derece temiz ve rahatlar. Sakın gözünüzün önüne Zincirlikuyu-Uzunçeşme metrobüsünü getirmeyin! Tüm hatlarda otobüsler oldukça sık, hepsi oturmak üzerine tasarlanmış, öyle ayakta duran yolcu, “pamuk gibi durmayalım, arkaya doğru ilerleyelim beyler” falan yok.
Malta adası tam bir kültürel harman, 450 bin kişilik nüfusun çoğunluğu Katolik Hristiyan, fakat dil Arapçaya çok yakın ve mimari de Arap kültürünü yansıtıyor. İnsanların görünüşlerine gelince onlarda oldukça karışık ve çeşit çeşit. Aslında bunun sebebi oldukça basit. Ada konumu itibariyle oldukça değerli bir noktada bulunuyor. Adaya hakim olan bir nevi tüm Akdeniz’e hakim oluyor. Malta’da ilk yaşam izlerine Yeni Taş Çağı döneminde rastlanıyor. Araştırmacılar Ggantija’da (Gozo) bulunan tapınakların yeryüzünün en eski, tek başına ayakta durabilen abideleri olarak nitelendiriyorlar. Paola’daki Hypogeum, tarih öncesi dönem mühendisliğinin olağanüstü başarısının bir göstergesi olarak, kayalardan oyulmuş odalar ve labirent geçişleriyle türünün tek yeraltı tapınağı. Diğer tapınaklar Mnajdra, Hagar Qim, Tarxien görülmeye değer pek çok yer gibi Malta’nın ‘Kutsal Ada’ oluşu teorisini doğruluyor.
MÖ 8. yüzyılda Fenikelilerin adaya gelmesi tarih öncesi çağların sona ermesi ve Malta’nın tarih sayfalarına girmesinin müjdecisi olmuş. MÖ 5. yüzyılda ise Kartacalıların hakimiyetini görüyoruz. MÖ 218 yılında Malta Adaları, bölgeye baştan başa yayılarak büyük bir imparatorluk olan Romalıların bir parçası olmuş. Malta’da 375 yıl süren Bizans dönemi, MS 870 yılında adayı ele geçiren Kuzey Afrikalı Berberi kuvvetlerinin ortaya çıkmasıyla sona ermiş. Arapların yaklaşık iki yüzyıl boyunca Malta’da sürdürdükleri hakimiyetleri süresince geliştirdikleri yeni tarım ve sulama sistemleri ile pamuk ve narenciye gibi ürünler adaya refah ve huzuru getirmiş. O dönem adanın en önemli kenti Mdina imiş. Arap hakimiyetinden kalan en temel miras, kökleri bakımından Arapça’ya çok yakın olan Maltaca. Arap egemenliği 1090 yılında Normanların istilası ve adayı fethetmesiyle sona ermiş, ancak Arap kültürünün etkileri 13. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiş. Norman dönemi nispeten kısa sürmüş ve bu dönemden sonra Malta Almanların, Fransızların ve İspanyolların hakimiyetine girmiş. 1522’de Kanuni Sultan Süleyman Rodos’u ele geçirerek, St. John şövalyelerini adanın dışına sürünce yeni bir vatana ihtiyaç duyan şövalyeler 1530’da Kutsal Roma İmparatoru V. Karl’ın verdiği imtiyazlarla Malta’ya yerleşmişler. Kanuni Sultan Süleyman 1565 yılında güçlü bir donanma ile Malta’ya kuşatmış ama sonunda Sicilya’dan gelen yardımla şövalyeler galip gelmişler. Turgut Reis’in düzenlediği sefer ve aylarca süren kuşatmanın sonunda yenilgiye uğrayan Osmanlı Donanması 25 binden fazla kayıp vermiş. Hayatını kaybeden askerler için Malta’da bir şehitlik bulunuyor. Şövalyelerin döneminde adalar mimarlık, sanat ve kültür açısından altın devrini yaşamış. Malta’daki pek çok görkemli yapı bu dönemin eseri. Bu dönemde gemilerin bağlanması için merkez deniz kenarına taşınmış ve “Valetta” adı verilmiş. Şehir ismini şövalyelerin büyük ustası Jean Parisot De La Vallette’den almış. Bu süreçte Mdina’nın önemi azalmış fakat üniversite orada olduğu için aydınlar Mdinadan ülke yönetimine katılıyorlarmış. Valletta en erken dönem raylı sistemin kullanıldığı şehirlerden biri. Napolyon Bonapart 1798’de adayı fethetmiş. 1800 yılında adayı Fransızlardan kurtarmak için gelen İngilizler’in hakimiyeti başlamış. 1814 Paris Anlaşması’yla Britanya İmparatorluğu’na katılan Malta, Birleşik Krallık için Doğu’ya bir atlama taşı olarak stratejik önemini korumuş. 21 Eylül 1964 yılında bağımsızlığını ilan eden Malta’da İngiliz kuvvetleri 31 Mart 1979 tarihine kadar varlıklarını korumuşlar. İngilizler’in tüm kültürel özellikleri de Malta’lıların genlerine işlemiş.
Malta’da sene boyunca ılıman bir iklim var. Coğrafik olarak adada ne bir dağ, ne de bir akarsu bulunuyor. Sene boyunca az yağış aldığından tatlı suyu denizden arıtarak elde ediyorlar. Yazın oldukça sıcak olan hava nedeniyle hem gezmek, hem haşlanmadan yüzmek için Haziran ve Eylül ayları ideal. Ülkenin en büyük geliri turizm iken, ikinci sırada eğitim geliyor. Malta’da ingilizce eğitim veren çok sayıda kurum var, bunun nedeni ise adanın uzun süre İngiliz sömürgesi olması. İngiliz sömürgesinden sonra tüm halk İngilizce konuştuğu gibi trafikte soldan akıyor. Resmi dillerinden biri İngilizce olan adada herkes gerçekten İngilizce biliyor, ya da en kötü kendi dillerini konuşurken araya bir kaç İngilizce kelime mutlaka sıkıştırıyorlar. Maltaca dili ise kulağa Arapça gibi aksanlı bir şekilde geliyor. Dediklerine göre sayıların tamamı Arapçaymış ve çok fazla Arapça kelime içeriyormuş. ”Merhba” bizdeki Merhabayla aynı, hayır Arapçadaki ”le”, teşekkür ederim ise İtalyancadaki ”gratzi” kelimesinden geliyor. Dil adaya ayak basan medeniyetlerden etkilenerek ortaya karışık bir hal almış.
Avrupa Birliğine üye olan Malta’nın güneyinde Libya ve Tunus, kuzeyinde ise Sicilya bulunuyor. Ülke 3 adadan oluşuyor: en büyüğü Malta, bir küçüğü Gozo ve ortada da üzerinde sadece 3 ailenin yaşadığı Comino. Adalar küçük gibi dursa da görülecek yerler oldukça dağınık olduğundan ve ulaşım biraz zor olduğundan nereleri görmek istediğinize önceden karar vermeniz doğru olacaktır.
Malta’ya THY’nın karşılıklı seferleri var. İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan Malta Luqa Havalimanı’na olan yolculuk 2 saat 20 dakika sürüyor. Sonrasında X4 numaralı otobüs hattını kullanarak 25 dakikada Valletta’ya ulaşabiliyorsunuz. Bileti otobüs şoföründen almak mümkün. Aynı zamanda havalimanındaki toplu taşıma bankosundan çoklu kullanımlık kart da alabiliyorsunuz. Birden fazla kişi tarafından okutulabilen ve 12 sefer için kullanabileceğiniz kart 15€. Diğer alternatif ise tek kişi tarafından okutulan 1 hafta sınırsız kullanım hakkı veren 21€’luk kart.
Adanın başkenti olan Valletta İkinci Dünya Savaşı’nda tamamen tahrip olmuş, ama bütünüyle de ayağa kaldırılmış. Malta taşı olarak bilinen sarımsı taş evlerden yollara, kaldırımlardan kiliselere kadar her yerde kullanılmış. Uzaktan bakıldığında kentin simgesi olan kale şehrin askeri yönünü, 16.yy sonlarına doğru inşa edilen St.John katedrali ve kubbesi ile tanınan Carmelite Kilisesi ise ruhani yönünü sembolize ediyor. En tepedeki Büyük Üstatlar Sarayı ise şehire hakim bir konumda.
Surların içinde kalan eski şehirde, gezilecek yerler genellikle ‘Republica Street’ in çevresinde yer alıyor.
Valletta da görülecek yerlerin başında St. John Katedreli geliyor. Yapımına 1573’de başlanan ve 5 yıl süren St. John Katedrali barok tarzda. Kolonlarının her biri ayrı bir motifle bezenmiş ve altın sarısına boyanmış. Bu motifler taşlar işlenerek yapılmış. Katedralde ünlü ressam Caravaggio’nun resimleri bulunuyor. İç süslemeleri ile önemli olan katedralin giriş ücreti 10 Euro, öğrenci 7.5 Euro. Daha sonra alt ve üst Barracca bahçeleri ile Şövalyeler Sarayı görülebilir. Katedral ve çevresi zaman içinde oldukça değişime uğramış, güncel fotoğraflarla beraber Malta tarihini anlatan bir kitaptan çektiğim fotoğrafları da paylaşıyorum.
Manoel Tiyatro salonu halen kullanılan Avrupa’nın en eski tiyatrolarından biri. 1731 yılında yapımına başlanmış ve 10 ay gibi kısa bir sürede bitirilmiş. İsmini yapıyı inşa ettiren şövalye Antonia Manoel de Vilhena’dan almış. İçeriye girdiğinizde gerçekten sizi geçmişe götürüyor, kendinizi sanki bir film setinde gibi hissediyorsunuz. Küçük balkonları ve buradaki mobilyaları ile burası hala geçmişi yaşatan çok güzel bir salon. Balkon kenarlarındaki ve tavandaki işlemeler dikkat çekici. İçeri giriş 5 euro, Pazar hariç diğer günler açık; ancak Cumartesi günleri öğlen kapanıyor.
Diğer ilgi çekici bir binada kütüphane.
Biz konaklamamızı La Falconeria otelinde yaptık. Ana cadde olan ‘Republica Street’ ve merkezi otobüs duraklarına çok yakındı. Yakın zamanda renovasyon geçirmiş olan otel tertemiz, pırıl pırıldı. Çalışanlar da son derece güleryüzlü ve yardımseverler. Otelin restaurantı bilenen ve önerilen bir yer, aynı zamanda sabah kahvaltılarını da orada yapıyorsunuz. Biz 8:20 uçağına binip, 9:50 de orada olduğumuz için otel odamızın hazırlanmasını beklerken Mdina ve Rabat’ı gezdik.
Mdina ve Rabat’a Valletta’dan 51, 52 veya 53 numaralı otobüslere binerek yaklaşık 35 dakikalık bir yolculuk ile ulaşılabiliyor. Mdina ve Rabat bir parkla birbirinden ayrılan birleşmiş iki şehir. Şehrin eski merkezi, sarı taş evlerden oluşmuş, daracık sokaklara sahip Mdina şehri. İsmi Arap istilasından kalmış. Burada hüküm süren Araplar Fatimilermiş. Mdina şehri biraz yüksekte kalıyor, gözlem yapması kolay olduğu için buraya kurmuşlar merkezi. Sokakları da çok dar yapmışlar ki korsanlar zor girebilsin. Halk atlarını şehrin girişine bağlayıp içeri yürüyerek girermiş. Sadece 294 kişinin yaşadığı Mdina motorlu araçların girmesine olanak tanımayan dar sokakları, Ortaçağ mimarisinin hakim olduğu taş evleri ve dinginliği ile “Sessiz Şehir” olan adını fazlasıyla hakediyor. Dışarıdaki şehrin ismi de Rabat. Rabat aynı zamanda eski zamanın alışveriş merkeziymiş. Burada müzeyi ve yeraltı mezarlarını gezebilirsiniz. Mdina ve Rabat’ta cam işçiliğinin muhteşem örnekleri de sizleri bekliyor olacak. Rabat’taki Fior di Latte dondurmacısını da şiddetle öneriyorum.
Özellikle Palazzo de Piro oldukça ilgi çekici.
Biz deniz tatili hedefli gittiğimiz için diğer günlerin her birini bir sahile ayırdık. Gittiğimiz sahillerin tümü mavi bayraklıydı. Bunlardan ilki adanın kuzeyinde bulunan ‘Mellieha/Ghadira Bay’. Valletta’dan 44 numaralı otobüs ile 1 saat 15 dakikada aktarmasız olarak buraya ulaşılabiliyor. Adanın en geniş kumsalına sahip olan bu plajda şemsiye ve şezlong kiralayabileceğiniz farklı organizasyonlar olduğu gibi, kendi eşyalarını getiren günübirlikçiler için halk plajı da bulunuyor (2 şezlong ile 1 şemsiye 12€). Adanın tüm plajlarına olduğu gibi deniz oldukça sığ. Ayrıca minik gezginler için denizin içinde şişme aletlerden yapılmış bir oyun parkı da var. Paradise Bay’de buraya yakın ama benim oyum Mellieha’dan yana.
İkinci plajımız adanın batı tarafındaki Golden Bay/Ghajn Tuffieha. Bunlar aralarında 10 dakikalık yürüme mesafesinin olduğu iki koy. Golden Bay’e 44 numaralı otobüs ile 1 saat 17 dakikada ulaşabiliyorsunuz. Şemsiye ve şezlong kiralama imkanı mevcut. Eğer zamanınız varsa buraya yakın olan Unesco koruması altındaki Ta’Hagrat Tapınakları ve deniz kenarındaki Ghar Lapsi ziyaret edilebilir.
Benim önerim ise biraz yürümeyi göze alıp Ghajn Tuffieha’ya gitmeniz. Gerçekten muhteşem bir koy. Basamaklarla sahil kenarına iniyorsunuz. Koyda bir restaurant mevcut-Riviera. Aynı zamanda şemsiye ve şezlong da buradan kiralanıyor (2 şezlong ile 1 şemsiye 15€). Yine kendi eşyalarınızı getirerek de plajı kullanabiliyorsunuz.
Etrafı daha iyi incelemek için tepeye çıktığımda hemen yandaki koyun efsane güzelliği karşısında büyülendim. Ama buraya sadece deniz yoluyla ulaşılıyor olabilir, ya da tepelerden oldukça meşakkatli bir yolu katetmeniz gerekebilir.
Valletta yeme-içme açısından oldukça hoş alternatifler sunuyor. Bunlara yazımın sonunda değineceğim. Bir akşamüstünüzü ise mutlaka Marsaxlokk’ta geçirmeli ve akşam yemeğinizi burada yemelisiniz.
Marsaxlokk (Marsaşlok) küçücük ama oldukça şirin bir balıkçı köyü. Marsa liman anlamına geliyor, xlokk ise güney doğu. Yani burası güneydoğu balıkçı limanı. Güzelliği kıyıya bağlı rengarenk balıkçı teknelerinden ileri geliyor. Nazar boncuğumuzun bir benzeri olan göz şekillerini görünce biraz daha kendinizi buraya ait gibi hissediyorsunuz. Maltalılar sarı, kırmızı, mavi, yeşil renge boyadıkları ‘Luzzu’ adını verdikleri kayıklarının burun kısmına bir çift göz işliyorlar. ‘Horus’un Gözü’ olduğu söylenen bu sembolün, balıkçıları denizden gelen kötülüklere karşı koruyacağına inanılıyor. Bu göz işaretleri “Malta eye” olarak da geçiyor. Hagar Qim, Blue Grotto, Marsaxlokk birbirine yakın rotalar. Valletta’dan Marsaxlokk’a 85 numaralı otobüs ile 38 dakikada, 81 numaralı otobüs ile 47 dakikada gidilebiliyor. Bir gün içinde bu cıvardaki hedeflerin hepsini görme şansınız oldukça yüksek. Hagar Qim Unesco Dünya Mirasları Listesinde bulunan M.Ö 3200 senesinde yapılmış olan eski bir tapınak. Blue Grotto denizin üzerinde bulunan ve zamanla aşınmış olan oldukça güzel bir kayalık alan. Rüzgarın olmadığı zamanlarda teknelerle burada bulunan mağaraları gezebilirsiniz. Denk gelirseniz pazar günleri balık pazarı kuruluyormuş. St.Peter’s Havuzu’nun bu bölgeye yakın olduğunu da söylemeden geçmeyelim. Fotoğraf açısından ve yüzme açısından ön plana çıkan bu yer ilgi alanınıza göre ziyaret edilebilir. Yine Marsaxlokk’a yakın mesafede bulunan Ghar Dalam mağaralarını, L-imgar bölgesinde bulunan Parish kilisesi ve etrafındaki tapınaklarını gezilebilir.
İkinci büyük ada olan Gozo Adası’nın en bilinen noktası Dwejra Koyu’nda bulunan Azure Window. Denizin üzerinde açılmış bir pencere gibi duran dev kayalık ‘Game Of Thrones’ dizisine de ev sahipliği yapmış. Malta’da ‘Game Of Thrones’ dizisinin iki ayrı seti mevcut. La Valetta, Kral’ın Şehri’nin; Gozo Adası ve buradaki Azur Penceresi’yse Daenerys Targarian ve Khal Drogo’nun düğünlerinin gerçekleştiği yer. Ne yazık ki yakın zamanda dalgaların ve rüzgarın etkisi ile yıkılmış. Rüzgar yoksa küçük teknelerle Azure Window ve dalgaların oluşturduğu eşsiz güzellikteki mercan kayalıklarından oluşan mağaraları görme şansı var. Yaklaşık 15 dakika süren bu tekne gezintisi 9 kişilik küçük motorlarla yapılıyormuş. Günü mutlaka batırın ve eğer dalgalar yoksa doğal havuzlarda mutlaka serinleyin. Adanın merkezi Victoria. Xlendi (Şlendi), Kantra Bay, Ramla Bay, Mgar İx-xini görülecek diğer yerler. Valletta bölgesinden 41-42 numaralı otobüs hatlarını kullanarak bir buçuk saat sürecek bir yolculuk ile Cirkewwa limanına ulaşabilirsiniz. Buradan da Malta Gozo adasına tekne veya feribot ile geçebilirsiniz. Gozo’ya feribot yolculuğu yaklaşık yarım saat sürüyormuş. Feribot ücretini dönüşte Goza’daki limanda feribota binmeden alıyorlarmış. Adanın merkezi Victoria, burada restore edilen kaleye çıkarak, adayı yüksekten görebilme imkanınız var, ancak Victoria’nın adanın diğer şehirlerinden pek farkı olmadığı söyleniyor.
Bu arada dalış meraklıları için Gozo ve Comino adası tam bir cennet. Burada denizaltı yaşam oldukça güzel olsa da en keyiflisi batıklara dalmak olsa gerek.
Adaların en küçüğü olan Comino Adası, üzerinde birkaç ailenin yaşadığı ve birkaç otelin bulunduğu oldukça bakir bir ada. Maldivlerdeki gibi kuma sahip Blue Lagoon yani Mavi Lagün’e sahip adaya gitmek için ya Cirkewwa’dan kalkan ya da Mgar Limanından kalkan teknelere binmeniz gerekiyor. Yaklaşık 15 dakika süren bu yolculuk gidiş dönüş 10€.
Plajda sadece küçük büfeler var. Kumsal pek minik. Şezlong ve şemsiye kiralama olanağı mevcut ama sayı kısıtlı olduğu için erken gitmekte fayda var. İnsanlar genellikle kendi havlularını getirip foklar gibi kayalıklara yayılıyorlar. İki şezlong ve 1 şemsiye ederi 30€. Biz Pazartesi günü gitmemize rağmen oldukça kalabalıktı, ama deniz gerçekten efsane.
Tekne dönüş yolunda mağaralar turu yaptırıyor. Dikkat edilmesi gereken nokta ise teknede gidiş yönüne göre sol tarafa oturmanız.
Malta adasının önemli şehirlerinden biri de Mosta. Kelime anlamı olarak “merkez” demek olan Mosta, hakikaten Malta adasının ortasında yer alıyor. Otobüs ile Valletta’dan adanın batı veya güney kıyılarına giderken geçeceğiniz bu şehirin ilginç bir hikayesi var: Yapıldığı 18.yy’da Dünya’nın en büyük üçüncü kubbesine sahip olan ve yapımında Pantheon’dan esinlenilen St.Marie Kilisesi 1942 yılında 2.Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından bombalanmış ve bu saldırıdan kilisedeki 300 kişi sağ olarak kurtulmuş. Çünkü bomba kilisenin çatısında asılı kalmış ve patlamamış. Bu olaydan sonra kilisenin 300 kişinin dualarıyla yıkandığı ve şehrin kutsandığına inanılmaya başlanmış.
Biz dönüş için 10:50 uçağını tercih ettik, 14:10’da İstanbul’da oluyor.
Kısa kısa genel bilgiler de aktarayım:
- Valletta iki koyun kesişimindeki bir yarımada üzerinde. Hemen karşı kıyı ise Sliema. Yakın zamanda en ucuz tatil bölgelerinden biri seçildiğini okudum. Gezme olanağım olmadı ama uzaktan biraz betonarme ve fazla şehirleşmiş duruyordu, gitmek de gelmedi içimden açıkçası.
- Taksi kolay bulunmuyormuş ve oldukça pahalı imiş (ECABS denilen taksi firmasının numarasını ve uygulamasını indirmekte fayda var). Taksicilere asla güvenmeyin ve mümkünse Malta gezisi boyunca Pay&Go sisteminin geçerli olduğu duraklardan taksiye binmeye çalışın deniyor. Bu sistemde adından da anlaşılacağı üzere adanın her noktasına belirli tarifeler mevcut, ödemeyi baştan yapıyorsunuz ve sonra taksiye biniyorsunuz. Herhalde taksicilerinin insafsız olduğunu kendileri de tespit etmişler. Şayet durak bulamazsanız da mutlaka, ama mutlaka pazarlık yapın deniyor. Toplu taşıma o kadar güzel işliyor ki biz hiç ihtiyaç duymadık.
- Malta’da gezilecek yerler listenizi önceden çıkarıp nerelere gideceğinizi belirlerseniz ve sizin açınızdan mantıklı olduğu sonucuna varırsanız Malta Pass alınabilir. Bunun için 1, 2 ve 3 günlük seçenekleriniz mevcutmuş.
- Malta’da prizlerin çoğu İngiliz tarzı, adaptörünüzü yanınıza almayı unutmayın.
- Adanın en iyi kumsallarını da yazayım, seçim size kalsın:
- Golden Bay (batı Malta)
- Blue Lagoon (Comino)
- Peter’s pool (güney Malta)
- Ghajn Tuffieha (batı Malta)
- Mellieha Bay (kuzey Malta)
- Ramla l-Hamra (Gozo)
- Mgarr ix-Xini (Gozo)
- Paradise Bay (kuzey Malta)
- Hondoq ir-Rummien (Gozo)
- San Blas Bay (Gozo)
Yeme-içme önerilerime gelince
Guzé– İtalyan mutfağının muhteşem örneklerini bulabileceğiniz bu minik bistro oldukça etnik ve ilginç bir dekorasyona sahip. Lokasyonu sokak arasında olduğu için püfür püfür esen bir deniz manzarası beklemeyin ama tadacağınız lezzetler kesinlikle tercih edilmeye değer bir yer olduğunu kanıtlayacak. Başlangıçlar 10-14€, el yapımı taze makarnaları 11-15€, ana yemekler 16-26€.
La Reggia– Marsaxlokk’daki en mükemmel seçenek. Mutfakta genç ve yetenekli bir şef var. Eşi ise ekibiyle serviste. Beyaz keten örtülerin serili olduğu deniz kenarına kurulu masalar oldukça davetkar. Bu güzel masalardan birinde yemek yiyebilmek için önceden rezervasyon yaptırmanızı öneririm. Özellikle kılıç balığı ‘carpaccio’su tek kelime ile mükemmel! Bu kadar sade ama zarifçe çeşnilenmiş ve bu kadar yumuşak bir ahtapotu da daha önce yemedim. Soğuk başlangıçlar 9-11€, ara sıcaklar 6-10€, makarnalar 10-12€, ana yemekler 16-28€ ve tatlılar 4-6€.
Panorama Restaurant-Muhteşem manzara ile muhteşem lezzetlerin bir bileşkesi. British Hotel’in giriş katında bulunuyor. Sadece 28 kişilik oturma kapasitesi olan balkonunda yer bulabilmek için önceden rezervasyon yaptırmanız şart! Sonrasında da kristal bardaklar, zarif bir hizmet ve muhteşem lezzetler sizleri bekliyor olacak. Başlangıçlar 8-12€, makarnalar 12-14€, ana yemekler 23-29€ ve tatlılar 5-8€. Deniz ürünlü risotto’sunu ve antep fıstıklı krem brûlée’sini özellikle öneriyorum.
Amorino-‘Republica’ Street üzerinde bulunan İtalyan dondurmacısı. Ben hayranıyımdır. Özellikle ‘stracciatella’ dondurması favorimdir. Mutlaka deneyin isterim.
‘Malta’da mutlaka…
İzleyin-Günbatımı/gündoğumunu izleyin.
Yüzün-Birbirinden güzel sahillerde yüzün.
Kaybolun-Ahşap cumbalı taş evlerin yanayana dizildiği daracık sokaklarda kaybolun.
Tadın-Muhteşem deniz ürünlerini tadın.
- Amorino
- Azure Window
- Blue Grotto
- Blue Lagoon
- Cirkewwa
- Comino
- Dwejra Koyu
- Ghadira Bay
- Ghajn Tuffieha
- Golden Bay
- Gozo
- Guzé
- La Reggia
- Luzzu
- Malta
- Marsaxlokk
- Mavi Lagün
- Mdina
- Mellieha
- Mgar
- Mosta
- Panorama Restaurant
- Rabat
- St. John Katedreli
- St.Marie Kilisesi
- Tallinja
- Valletta