Goncagül Haklar, Mayıs 2013/Mayıs 2016
İtalya’nın kuzeyinde yeralan Lombardia bölgesinin başkenti olan Milano dünyanın moda başkentlerinden biri. Kendine has güzelliklerinin yanı sıra günübirlik gezi rotaları olan Como başta olmak üzere göller bölgesine ve Venedik ile Verona şehirlerine yakınlığı nedeniyle de gezginler için cazip bir nokta.
Milano tarihi ve arkeolojik eserler açısından çok zengin değil ama futbol ve moda düşkünleri için çok çekici. Pek çok ünlü tasarımcıyı moda dünyasına armağan etmiş bu şehirde özellikle belli bir yaşın üzerindeki kadın ve erkeklerin tüm zarafetleri ile giyindikleri eldivenli, şapkalı, bastonlu, mendilli kombinleri yüzünüze yayılan gülümseme ve takdirle izliyorsunuz. Moda dünyasının öncülerinden olma ünvanını elinde bulundurmanın yanı sıra, futbol fanatikleri için 80 bin kişi kapasiteli Stadio Guiseppe Meazza ya da San Siro stadyumu bir mabet. Nereleri gezebiliriz derseniz:
- Duomo di Milano (Duomo Katedrali)
- Galleria Vittorio Emanuele
- Teatro alla Scala (Scala Opera Evi ve Tiyatro Müzesi)
- Santa Maria delle Grazie Kilisesi
- Castello Sforzesco (Sforzesco Kalesi)
- Museo Poldi Pezzoli
- Museo Nazionale Scienza e Tecnologia Leonardo da Vinci (Leonardo da Vinci Bilim ve Teknoloji Müzesi)
- Basilica di Sant’Ambrogio
- Navigli
THY’nin tarifeli seferiyle Malpensa havaalanına vardıktan sonra şehir merkezine gitmek icin havaalanındaki “Malpensa Express” trenine binmek en uygunu (16,5 euro). Cadorna’da inip metro’ya binerek yaklaşık toplamda 1,15-1,30 saat arasında merkeze varılabilir. Merkezi tren istasyonu ‘Stazione Centrale’ de mimarisi ile ilgi uyandıran bir yapı, gezmeye değer bence. Milano’da 3 tren istasyonu bulunduğunu hatırlatayım. İlki ‘Stazione Centrale’, ikincisi ‘Porta Garibaldi’ ve üçüncüsü daha çok bölgesel tren seferlerinin yapıldığı ‘Cadorna’ istasyonu. Şehirde oldukça gelişmiş bir metro ağı var. Ayrıca, sarı tramvaylarla şehri gezmek de tercih edilebilir.
MİLANO 1. GÜN: İhtişamın sarhoşluğu…
Piazza Duomo’da bulunan Duomo Katedrali şehrin en önemli mimari ilgi odağı. Eski Roma döneminden kalan madalyon tarzı şehir yerleşimi ile tüm yollar da Duoma’ya çıkıyor. Bu noktadaki ilk yapı 5.yy’da, ikinci yapı 836’da ve üçüncüsü 1075’de yapılmış ama hepsi yangınlarla yok olmuş. 1386 yılında yapımına başlanan ve 1965 yılında tamamlanan Duomo Katedrali 10186 m2’lik yüzey alanı ile Dünya’nın 5.büyük (St. Peter Bazilikası-Roma ki bazı otoriteler katedral olmadığı için sıralamaya dahil etmezler ve Duomo’yu dördüncü kabul ederler, ‘Our Lady of Aparecida’ Bazilikası-Brezilya, ‘St. John the Divine’ Katedrali-New York ve ‘Sevilla’ Katedrali ilk dördü oluşturuyor, ancak ilk 5 içinde en eskisi Duomo) kilisesi. Uzunluğu 157 m ve 40000 kişi aynı anda ibadet edebiliyor. Toplam 4235 heykel ve figür ile bu konuda Dünya’nın en zengini. Dünya’nın en büyük gotik katedrali ve ‘Sevilla’ Katedralinden sonra ikinci büyük katolik katedrali olma ünvanlarını da taşıyor. Kardinal Antonio Saluzzo ve Milano’nun hamisi Galeazzo Visconti tarafından 1386 yılında resmi olarak yapımına başlatılmış. Orijinal başlangıcında terrakota taşı kullanılmış, ama daha sonra Maggiore gölü mermeri tercih edilerek, bu belli-belirsiz pembe dokunuşlu mermer ile devam edilmiş. Bu mermerin getirilmesi için açılan su kanallarının izlerini ‘Navigli’ bölgesinde takip etmek halen mümkün. Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen 78 mimarın esere katkısının olduğu biliniyor. Hızlı başlayan yapım 1418 yılından sonra hem mali, hem de politik nedenlerle yavaşlamış. Daha barok ve neo-klasik ayrıntılar içeren tarzı 1649 yılında Carlo Buzzi’nin eklemeleri ile ilk tasarlandığı gibi gotik tarza dönüştürülmüş. Guiseppe Pergo tarafından yaratılan ve 1762 yılında arka-yan cepheye yerden 108.5 m yüksekliğe yerleştirilen ‘Madonnina’ heykeli yapının adeta sembolü olmuş. Yaygın yerel bir inanışa göre sisli havası ile bilinen Milano’da bu heykelin uzaktan seçilebilmesini Milano’lular havanın iyi olacağı lehine yorumlarlarmış. Yapı, 1805 yılında bu katedralde İtalya kralı olarak taçlanmak isteyen Napolyon tarafından tamamlanmış. Bu nedenle kulelerden birinde de kendi heykeli bulunuyor. Halen restorasyon çalışmaları da devam ediyor. Bu gotik şahaserin önce etrafını dolaşarak dış güzelliğinin tadına varmanızı öneririm. İnsan eliyle yaratıldığına inanmak gerçekten zor. İçi ise dış güzelliğinin karşısında biraz ezilmiş ve oldukça sade. İsteğe bağlı olarak asansörle veya merdivenle (kalbine güvenenler icin) kulesine çıkmak mümkün. Eğer böyle birşeye niyet ederseniz biletini önceden internetten alın ve erken gidin, çünkü oldukça uzun bir kuyruk oluyor. “Bizi uğraştırma, daha keyifli bir tüyo ver” diyorsanız, Katedralin hemen yanındaki ‘La Rinascente’ alışveriş merkezinin en üst katında 2 tane keyifli reataurant var. Bunlardan birine oturup bir taraftan italyan lezzetlerinin tadına varırken, diğer taraftan katedralin ihtişamına doyulabilir.
Katedralin tam karşısında birleşmiş İtalya’nın ilk kralı olan ve 1861-1878 yılları arasında ülkeyi yöneten Vittorio Emanuele II’nin at sırtındaki heykeli bulunuyor. Heykele sırtınızı döndüğünüzde sağ ve sol tarafta yer alan Venedik tarzı iki saray ‘Palazzo dei Porticini Settentrionali’ ve ‘Palazzo dei Portici Meridionali’. Yine sağ tarafta Duomo’ya doğru modern hatları ile dikati ceken 1936-1956 yılları arasında yapılan ‘Palazzo dell’Arengiaro’ var. Hemen onun yanında da bugün kültür merkezi olarak kullanılan Milano kraliyet sarayı yer alıyor.
Bir sonraki durağımız Duomo Katedrali’nin hemen yanında ve heykele sırtımızı döndüğümüzde sol tarafta kalan bizim Kapalıçarşı benzeri eski tip alışveriş pasajlarından ‘Galleria Vittorio Emanuele’. 1865-1877 yılları arasında yapılan artı şekinde ve oktagonal merkezli bu yapının Kapalıçarşı’dan farkı üzerinin şeffaf olması ve içerisinde bol sayıda ünlü markanın bulunması. Merkezde yer mozaiklerinde İtalya Krallığı’nın 3 bölgesi olan Turin, Floransa ve Roma ile Milano’nun bayrakları bulunuyor. Oktagonal cam kubbenin 4 kenarında Avrupa, Asya, Amerika ve Afrika’yı canlaran mozaikler mevcut. Galeria’nın içerisinde yerde bulunan Boğa mazoyiğinin pipisi üzerinde tek seferde tam tur dönenlerin kısmetini ve şansının açılacağı rivayet ediliyor. Buradaki ‘café’lerde güzel bir italyan tatlısı veya dondurması yenilebilir.
Galleria Vittorio Emanuele’nin diğer kapısı La Scala operasının bulunduğu Piazza Della Scala’ya açılıyor. La Scala’dan önce burada yeralan opera binası ‘Teatro Regio Ducal’ 1776’da bir karnavalın galasında yanmış. Yanan binanın yerine mimar Giuseppe Piermarini tarafından hazırlanan proje Avusturya Lombardiya’sı valisi Kont Firmian tarafından reddedilmiş. Hazırlanan ikinci proje İmparatoriçe Maria Theresia tarafından 1776 yılında onaylanmış ve yeni binanın ismini alacağı ‘Santa Maria della Scala’ kilisesinin eski yerine inşa edilmesine karar verilmiş. Kilise yıkılmış ve 2 yıllık süre içinde Pietro Marliani, Pietro Nosetti ve Antonio ile Giuseppe Fe tarafından yeni bina tamamlanmış. La Scala ilk yıllarında 84 adet kandille aydınlatılıyormuş ve yangın olasılığına karşı yüzlerce su kovası bulunduruluyormuş. Kandiller önce gaz lambaları ile değiştirilmiş, 1884’te ise elektrik ampulleri bunların yerini almış. Yapı 1907’de 2800 izleyici kapasitesine sahip olacak şekilde yenilenmiş. Fakat 1943 yılında İkinci Dünya Savaşı sırasında bombalanıp hasar görünce 1946’da büyük bir onarım daha geçirmiş. Bina pekçok ünlü besteciye ve prömiyere evsahipliği yapmış. Örneğin Verdi Requiem’ine kendisi La Scala’da şeflik yapmış ve ünlü eseri Othello’nun prömiyeri de burada gerçekleştirilmiş. Bina son olarak 2002-2004 yılları arasında ünlü modernist mimar Mario Botta tarafından kapsamlı bir yenilemeden geçirilmiş. Bu bina 1778 yılından beri kullanılıyor ve dışarıdan pek dikkat çekmese de, içerisindeki 6 katlı locası çok ilgi çekici.
Meydandaki heykel Leonardo da Vinci’nin. Pietro Magni tarafından 1872 yılında yapılmış. Heykelin kaidesinde ustanın 4 ünlü öğrencisi yeralıyor ve bunun Vinci’nin ustalaştığı 4 alanı-resim, heykel, mühendislik ve mimari-simgelediğine inanılıyor. Yaşamı boyunca pekçok şehirde yaşayan Leonardo da Vinci en önemli eserlerinden birini Milano’da gerçekleştirdiği için Milano’lular ona minnetlerini ifade ediyorlar adeta.
‘Teatro alla Scala’dan yürüyerek Brera’ya doğru gidilebilir. Burası minik cafelerin olduğu bohem bir bölge. Özellikle ‘art nouvo’ binaları gerçekten etkileyici. Sonrasında rotamız Pinacoteca di Brera yani şehrin en önemli sanat müzesi. Bol sütunlu avlusu dikkat çekici.
Buradan Duomoya tekrar geri döndüğümüzde, Duomonun yanından giden Corso Vittorio Emanuele ile başlayıp, Corso Venezia ve Corso Buenos Aires ile devam ederek ve Plaza Argentina’ya kadar giden bolca ünlü markanın bulunduğu alışveriş caddesinde mola vere vere gezilebilir. Kesesine güvenen alışveriş de yapar!!!
MİLANO 2. GÜN: Altenatifler…
‘Santa Maria dele Grazie’
Metro ile Codorna istasyonuna gidip 5 dakikalık yürüme ile Corso Magenta’daki Santa Maria dele Grazie’ye gidiyoruz. Santa Maria Delle Grazia kilisesinde Leonardo da Vinci’nin meşhur eseri “Son Akşam Yemeği-L’ultima Cena” freskini mutlaka görmelisiniz. Ancak, 1 hatta turistik yoğunluğa göre 2-3 ay önceden internet üzerinden bilet almak gerekiyor (www.tickitaly.com). Bu tur yaklaşık 3 saat süren rehberli bir tur ile şehrin önemli eserlerini gezdiriyor. Bilet bedeli kişibaşı 48 euro. Tabii ki finali assolist “Son Akşam Yemeği” ile yapıyorsunuz.
Belirttiğim gibi bu kiliseyi çekici kılan Leonardo da Vinci’ye ait olan Mona Lisa’dan sonra belki dünyanın en ünlü ve bilinen sanat eseri Son Akşam Yemeği (Last Supper, L’ultima Cena veya Il Cenacolo) freskine evsahipliği yapması. Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce 12 havarisi ile birlikte kutsal kaseden şarap içip ekmek yediği son akşam yemeğinde, havarilerinden birinin kendisine ihanet edeceğinin söylenildiğine inanılıyor. Çağımızın en önemli dehalarından Leonardo da Vinci’nin tüm yeteneklerinin yanısıra, insanı duyguları resmetmedeki becerisi gerçekten hayranlık uyandırıcı. Sofradaki yemekler ile Da Vinci’nin kendi yeme alışkanlıklarını yansıttığına inanılıyor. Simge bilimcileri uzun yıllar boyunca meşgul eden bu eser Dan Brown’ın, Da Vinci’nin Şifresi kitabının temel kurgusunu da oluşturmuştu hatırlarsanız.
Da Vinci, bu eseri tamamlayabilmek için günlerini harcadığı, çoğu zaman saatlerce resmin karşısında hareketsizce durup izlediği, resimle ilgili kendi kendisiyle konuştuğu rivayet edilyor. Hatta, işini aksattığı düşüncesiyle Sforzesca tarafından sık sık uyarılmış.
Bu ünlü eser günümüze ulaşana kadar bir çok badire atlatmış. O yıllarda kullanılan boyama tekniği nedeniyle dökülmeler başlamış ama İtalyan Hükümeti uzun süren bir tadilatla eseri kurtarmayı başarmış (eserin şansı İtalya’da olmasıymış, bizim elimizde olsa tadilattan sonra tanınmaz hale gelirdi!!!). Bir bombardıman atlatmış, bir kez de Fransızların işgalinden sırasında parça parça sökülerek Fransa’ya götürülmekten son anda kurtulmuş.
Fresk sıcaklık kontrollü bir salonda bulunuyor. Buraya girmek için 3 ayrı odada vücut sıcaklığınızın ayarlanması ve esere zarar vermemesi için bekletiliyor ve tabiri cazise soğutuluyorsunuz (bir eseri korumanın son noktası!!!). Normalde freskler 24 saat içinde bir kalın 2 ince kat duvar boyası ile yapılırmış, ama Leonardo usta yıllarca bir ressam titizliği ile çalışmış. Flaş kullanmamanız kaydıyla fotoğraf çekmenize izin veriyorlar. Vinci’nin pekçok eserini görmüş bir kişi olarak en etkilendiğimin bu olduğunu da itiraf edeyim. Mutlaka ama mutlaka görün!
‘Castello Sforzesco’
Metro ile Cairoli durağına geçip, şehrin kalesi olan Castello Sforzesco’ya gidebilirsiniz. 15.yy da inşa edilmiş olan kalenin içerisinde kendinizi ortaçağ atmosferinde hissedip, avludaki çimenlere yayılmak veya kalenin arka kapısından çıktıktan sonra sizi karşılayacak ‘Parco Sempione’ da vakit geçirmek mümkün. Bu parkın sonundaki Piazza Sempione ise 1807-1838 yılları arasında neoklasik tarzda yapılan ve Paris’tekinin bir kopyası olan ‘Arc de Triomphe (The Arch of Peace, Arco della Pace)’ ile taçlanıyor. Napolyon Bonapart Milano’yu 1796/1797 yıllarında almış. Ve 1805 Mayısında Lombardiya demir tacıyla İtalya kralı ilan edilmiş. Paris’ten Milano’ya gelirken kullanmak üzere şehrin girişine bu zafer takını yaptırtmış ama tamamlandığını görememiş. 1838 yılında tamamlanan ark 1815 yılından sonra Avrupa’da barışın simgesi haline gelmiş. Kalenin arka tarafından bakınca bu arkı görmek mümkün. Çayıra bayıra yayılmak istemiyorum diyenler için çok özel heykel ve resimlerin sergilendiği müze bölümü veya kalenin kendisi de gezilebilir.
Museo Poldi Pezzoli
Ağırlıklı olarak Rönesans eserlerinin sergilendiği bu müzede Botticelli tabloları, Meiseen porselenleri ve Murano camları sizleri çok etkileyecek.
Museo Scienza
Özellikle Leonardo da Vinci eserlerinin sergilendiği muhteşem bir bilim müzesi. Minik gezginler için çok eğlenceli bilim aktiviteleri de mevcut.
San’t Ambrogio Bazilikası
Milano’nun en eski dini yapılarından biri olan bu bazilika ”Şeytanın Sütunu” olarak adlandırılan bir sütun ile ünlenmiş. Sütunun gövdesinde iki adet delik var ve hem gövdesinden ses geliyor, hem de kükürt kokusu yayıyormuş. Sesi duymadım ama kükürt kokusu gerçekten hissediliyor. Rivayet o ki, Sant’Ambrogio, kilisenin bahçesinde şeytanla karşılaşmış ve kendini korumak için attığı tekme sonucu şeytan sütuna çarpmış ve başındaki boynuzlar sütundaki delikleri açmış. Şeytan’ın bu deliklerden sızarak cehenneme kaçmış ve bu nedenle cehennemin sesi ve kokusunu yayıyormuş.
Giardini Pubblici Indro Montanelli
Şehrin en eski ve en büyük parkı (1784). Porta Veneziz bölgesinde yani sehrin kuzeydoğusunda yeralıyor. Toplam alanı 180.000m2 civarinda ve Dogal Tarih Müzesi (1888–1893) ile Planetoryum’a (1930) evsahipliği yapıyor.
Navigli Bölgesi
Kanalların bulunduğu bu bölge pek çok café, restaurant ve dükkana evsahipliği yapıyor. Gündüzü ayrı, gecesi ayrı keyifli. Antika dükkanlarının yanı sıra, pazar günü kurulan bir bit pazarı da var. Metro ile gideceksenız Porta Genova durağında inerek ulaşmak mümkün.
Yeme-içme önerilerime gelince
Salumaio di Montenapoleone-Minik bir avluda yeralan açık alanı ve hoş bir dekorasyona sahip olan iç mekanı ile gerçekten kaliteli ve etkileyici. ‘Burrata Mozzarella’ peyniri ile şöhret olmuş, ki gerçekten yediklerim arasında en iyisiydi. Burrata 18€, başlangıçlar 18-30€, makarna ve rizottolar 20-25€, ana yemekler 27-35€ ve tatlılar 7-9€. Şarap kavı gayet iyi, servis mükemmel. Mutlaka rezervasyon yapılmalı.
Trattoria de pescatore-Ekonomik bir bütçe ile deniz ürünlerinin dibine vurmak için ideal. Ne yerseniz pişman olmazsınız. Soğuk servis edilen kabuklu deniz ürünleri, domates, kırmızı soğan ve zeytinyağında olusan ‘Astice alla Catalana’ yani Katalan usulü kabuklular imza yemeği. Günlük değişen makarna seçenekleri var. Ben patlıcanlı, domatesli ve deniz ürünlü bir makarna yedim ki, enfesti. Yemek sonrası ikram edilen parmesan peynir müthiş lezzetli. Mekan çok kalabalık ve bol gürültüsü ile tam İtalyan. Mutlaka rezervasyon yapılmalı.
Ratana-Milano’nun en iyi risotto yapan mekanları listesinde zirveyi zorlayan bir mekan. Eğer gidecekseniz yerinin biraz acayip bir noktada olduğunu düşünebilirsiniz, yılmayın, doğru yerdesiniz. İncik ve safranlı rizotto tek kelime ile efsane. ‘Risotto alla Milanese con Ossobuco’ 30€. Diğer yemekler 20€ civarında. Bir de unutmadan, rezervasyon şart!
Giacomo Bistrot-Fransız Bistro’larının retro tarzını üst seviyeye çıkarmış bir dekorasyon anlayışı var. Yemekler birbirinden lezzetli. Başlangıçlar 14-24 €, makarmalar16-24€, ana yemekler 24-35€ ve tatlılar 14-18€. Mutlaka rezervasyon ile gidilmeli.
Pasticceria Marches-Milano’nun en eski pastanesi. Zarif pastalar, muhteşem lezzetler. Mutlaka gidilmeli
Dondurma-İtalya diyorum…Gelato diyorum…Dondurmacısı bol ama en iyisi derseniz, Brera’daki Farage ve zincir olarak bulunan ‘Cioccolati Italiani’ mutlaka denemeniz gerekenler.
Pizza-‘Panzeretto’ denilen yarim ay seklindeki kapalı pizza ayaküstü atıştırmalık için ideal. ‘Duomo’nun oardaki ‘Luini’ en iyisi. İlle de normal pizza derseniz, dilim pizza satan ‘Spontini’yi deneyebilirsiniz.
Milano’da mutlaka…
Tadın->Milano’ya özgu ‘apertivo’lari tadın.
Dinleyin->La Scala’da müzik dinleyin.
Kaybolun->‘Brera’ sokaklarında kaybolun.
Oturun->En keyifli cafelerde oturun.
Çekin->Katedralin fotoğraflarını çekin.
Yiyin->Mutlaka ama mutlak ‘gelato’ yiyin.
COMO GÖLÜ
Lombardiya bölgesinde bulunan bu göl, İtalya’nın Garda ve Maggiore göllerinden sonra en büyük üçüncü gölü. Pekçok film ve kitaba esin kaynağı olan bu doğa harikası, şirin köylerinin yanı sıra köklü İtalyan ailelerine ve ünlü kişilere ait villaları ile de tanınıyor (misal Clooney’gillerden George). Aslında günübirlik bir geziyle ve tren kullanarak gayet kolay bir şekilde ulaşacağınız bu bölge için benim önerim bir gece kalarak hem gecesinin, hem de gündoğumunun tadını çıkarmanız. Başlıca yerleşim yerleri Varenna, Menaggio, Belaggio ve Como kasabaları. Como Gölü ters Y şeklinde. İki alt uçta Como ve Lecco var. Bellagio ise tüm kolların kesişiminde. Menaggio ve Varenna ise ona yakın olarak sağ ve solda konumlanıyor.
Como ve Varenna’ya tren ile ulaşmak mümkün. ‘Stazione Centrale’den Trenord treni ile Como kasabasının merkezindeki S. Giovanni istasyonuna 30 dakikada veya Cadorna tren istasyonundan Como Nord Lago’ya yaklaşık 1 saat süren bir yolculuk ile ulaşmak mümkün. İstasyondan çıkınca göle ulaştığınızda sola doğru yürüyerek vapur iskelesine ulaşabilirsiniz. Vapur ile gölde dolaşmanın keyfi bambaşka, mutlaka açık kısımda oturulmalı tabii ki…TrenItalia treni ise ‘Stazione Centrale’den Varenna kasabasının Esino istasyonuna gidilebiliyor ama sefer sayısı daha az. Biz ‘Como’dan binip ‘Bellagio’ya kadar vapur ile gittik. Yolculuk süresi 2 saat 10 dakika. Gerçekten doğa oldukça cömert davranmış bu bölgeye. Bir de İtalyan’ların estetik anlayışı ve sanata saygıları eklenince, birbirinden güzel yapılar, izlemeye doyamayacağınız kasabalar çıkmış ortaya.
Kasabalarda nereler görülmeli derseniz; Menaggio’dan Tremozzo’da bulunan Villa Carlotta’ya deniz taksi veya otobüs ile gidelebiliyor. Bu villa 1690 yılında yapılmış ve bir müze ile bir botanik bahçesi de var. Tremezzo’dan sonra yarım saatlik bir yürüyüş veya taksi ile Lenno kasabasına geçilebilir ve göldeki villaların içinde en ünlüsü olan Villa del Balbianello ziyaret edebilir. Ünlü villa aralarında James Bond serisinden ‘Casino Royale’, ‘Ocean’s Twelve’ ve Star Wars Episode II’nin de bulunduğu pek çok filme ev sahipliği yapmış. Lenno’dan devam edildiğinde Argegno’ya ulaşılıyor. Bu kasabada tepedeki Pigra köyünü sahildeki Argegno’ya bağlayan, belki dünyanın en dik füniküleri bulunuyor. Sadece 5 dakika sürecek bu yolculuk bir nevi paraşütle inmek gibi ama manzara elbette ki muhteşem. Lenno’dan Bellagio’ya yine deniz taksileri kullanarak geçmek mümkün ya da Menaggio üzerinden Bellagio’ya yine vapur ile geçilebilir çünkü vapurla 15 dakika sürüyor. Bellagio, kasabalar içindeki en kalabalık ve karakteristik olanı. Ama kasabaların hepsi birbirinden güzel. Yazın gölde yüzülebiliyor, zaten bazı kasabalarda ‘beach’ler de var. Sakin, dingin, keyif dolu bir tatil için ideal. Yazın çok kalabalık olur mu bilmem ama mayıs ayında gerçekten keyifliydi. Kasabalara birer gün vakit ayırıp, göl kenarında oturmak, sokaklarda kaybolmak, bol bol fotoğraf çekmek, göle karşı içkinizi yudumlamak ömrünüze ömür katmak için yeterli. Bellagio’dan 1 saatlik bir kara yolculuğu ile Como’ya geri dönülebilir ama yolun çok virajlı olduğunu akılda tutmak lazım. Como’dan füniküler ile Brunate köyüne çıkıp gölü tepeden seyretmek mümkün. Como’nun Duomo meydanında oldukça etkileyici bir katedral de var. Bir diğer önemli meydanı Piazza Volta-ben bu ismi bir yerden hatırlıyorum diyorsanız yanılmadınız pilin mucidi Alessandro Volta’nın memleketindesiniz. Bir de burada villa görsem derseniz seçeneğinız Villa Olmo. Varenna en otantik kalmayı başaran kasaba, özellikle gezilecek bir yeri yok, tam sokaklarında kaybolmalık. Como gölüne kadar gelmişken Maggiore gölü, ya da İsviçre’ye uzanıp Lugano gölüne gitmek de alternatifler arasında.
Yeme-İçme
Terraza Metropole-Nuovo Hotel Metropole’nin göl kenarındaki muazzam restaurantı. Ev yapımı makarnalar 14-19€, tatlılar 8-10€. Karşılama içten, servis hızlı, karşınızda gün batımı, lezzetler şahane…Bir insan daha ne ister ki?
- Basilica di Sant'Ambrogio
- Belaggio
- Brera
- Cadorna
- Castello Sforzesco
- Cioccolati Italiani
- Como Gölü
- Como Nord Lago
- Duomo di Milano
- Duomo Katedrali
- Farage
- Galleria Vittorio Emanuele
- Giacomo Bistrot Pasticceria Marches
- Giardini Pubblici Indro Montanelli
- Il Cenacolo
- L'ultima Cena
- La Rinascente
- Last Supper
- Leonardo da Vinci Bilim ve Teknoloji Müzesi
- Lombardia Bölgesi
- Luini
- Malpensa Express
- Menaggio
- Milano
- Museo Nazionale Scienza e Tecnologia Leonardo da Vinci
- Museo Poldi Pezzoli
- Navigli
- Panzeretto
- Piazza Della Scala
- Piazza Duomo
- Ratana
- Salumaio di Montenapoleone
- San Siro
- Santa Maria delle Grazie Kilisesi
- Scala Opera Evi ve Tiyatro Müzesi
- Sforzesco Kalesi
- Son Akşam Yemeği
- Spontini
- Stadio Guiseppe Meazza
- Teatro alla Scala
- Terraza Metropole
- Trattoria de pescatore
- Varenna
- Vittorio Emanuele II