Goncagül Haklar, Mayıs 2016
Peter Mayle’nin Provence da geçirdiği ilk yılını anlattığı otobiyografik eseri “Provence’da 1 yıl”ın beyazperdeye aktarılmış hali olan ve başrolünde Russell Crowe’un oynadığı “A Good Year”ı defalarca seyrettim. İlk seyrettiğim günden beri de Güney Fransa hedef rotalarım arasında. Provence bölgesi lavanta tarlaları ile özdeşleşmiş durumda ama temmuz ayı hem sıcak, hem de çok kalabalık oluyor deniyor. Biz ise tam gelinciklerin ve taze çiceklerin açtığı Mayıs ayında oradaydık, lavanta’ları açmış haliyle göremedik-canımız sağolsun. Masmavi gökyüzünün altında uzanan kırmızı gelincik tarlaları ve ılık bahar meltemlerinin esintisiyle burnumuza dolan taze çiçek kokularının keyfi ise bambaşkaydı.
‘Provence-Cote d’Azur’ gezimizin başlangıç noktasını Marsilya olarak seçtik. Gezimiz süresince göreceğimiz çok fazla nokta olduğu için 2 ana nokta belirleyip buralarda konakladık, her yere buralardan gün içerisinde gidip, konakladığımız noktaya geri döndük. Provence bölgesindeki konaklama merkezimiz ‘Aix en Provence’ (sadece Aix kısmı, oda “eks” şeklinde okunuyor) oldu. Cote d’Azur kısmı içinse Nice’i merkez olarak kullandık. Gezinin ikinci bölümünün ayrıntılarını “Cote d’Azur” yazımda bulabilirsiniz.
AIX 1. GÜN: Cezanne’nın izinde…
Marsilya’ya THY’nın karşılıklı seferleri var. Biz 9:40 uçağı ile uçtuk ve 12:00 gibi oradaydık. İlk iş olarak kiraladığımız aracı aldık ve 30 dakikalık bir yolculuk ile Aix’e gittik. Hemen havaalanının çıkışından kalkan otobüslerle de ‘Aix’e ulaşmak mümkün (vergi ile birlikte 8.6 €). Tarihi merkeze en yakın park yeri ‘6B Avenue des Belges’ adresinde. Provence havasını daha iyi koklayabilmek için ev kiralamayı tercih ettim. Evimiz tarihi merkezde antika mobilyalı, yüksek tavanlı ve buram buram Provence hissettiren havası ile bizleri çok tatmin etti. Evi ‘Trip Advisor Rental’dan kiraladım ve 3 gece 5 kişilik konaklamaya 467 € verdik. ‘Apple maps’ elimizle koymuş gibi bizi eve götürdü. Fransa’nın genelinde yaşanan sorun burada da var, olay tümüyle Fransızca cereyan ediyor. Anahtarı teslim alma aşamasında biraz zorlandık ama saat farkı uygun olunca New York’ta yaşayan oğlumun Fransızca desteği ile işi çözdük.
Eve yerleştikten sonra günü Aix’i keşfederek geçirdik. Aix’in ana caddesi’ kendine adeta çınar ağaçlarından bir tavan yapmış olan Cours Mirabeau. Bu caddenin üstünde kalan kısıma Veil Aix bölgesi, altında kalan kısıma ise Quertier Mazarin deniyor. Cours Mirabeau caddesinin en başında ‘Fonteine de la Rotonde’ adındaki Aix’in en büyük bir çeşmesi var. Bu çeşme 1860 yılında yapılmış ve üstünde bulunan 3 heykel hukuk (şehire doğru yüzünü dönmüş), tarım (Marsilya tarafına yüzünü dönmüş) ve sanat (Avignon tarafına yüzünü dönmüş) temalarını simgeliyor.
Aix’in tümünde 200 kadar irili ufaklı çeşme var, zaten buraya çeşmeler şehri denmesinin nedeni de bu (“Su akar, Türk bakar!”). Şehrin diğer ismi ise ünlü ressama atfen ‘Cezanne’ın şehri’. Cours Mirabeau’da ilerlerken 3 çeşme daha gördük. İlki 1691 yılında yapılan ve suyununun önce Saint-Ursule rahibeleri sonra ise Benedikten’ler tarafından kullanıldığı bilinen ‘Fontaine des 9 Canons’, ikincisi 1734 yılında yapılmış olan ve 18°C lik Bagnier kaynak suyunun aktığı ‘Fontaine d’eau Chaude’ ve üçüncüsü 1891 yılında yapılmış olan Provence’da yetiştirdiği muskat üzümlerini tutan kral heykelinin yeraldığı ‘Fontaine du Roi René’. Yine Cours Mirabeau üzerinde çok sayıda café’de bulunuyor. Aslında fazla turistik oldukları için çok önermiyorum ama bunlardan ‘Les Deux Garçons’ın müdavimleri arasında ünlü ressam Cezanne ve Emile Zola’da yer alıyormuş.
‘Cours Mirabeau’yu Hukuk Meydanı’na önceden manastır olan ‘Passage Agard’ bağlıyor. Hukuk Meydanı’nda 1832 tarihli ‘Palais de Justice’ ve 17yy’a tarihlenen ‘Église de La Madeleine’ yeralıyor. Buradan devam edildiğinde 5.yy’dan 17.yy’a kadar mimari parçalar içeren ‘Cathédrale Saint-Sauveur’ görüpte etkilenmemek mümkün değil. Yine katedrale çok yakın olan İtalyan tarzı dış yüzeyi ve büyük ahşap oyma kapıları ile tanınan ve 1670 yılında yapımı tamamlanan ‘Hôtel de Ville’ görülebilir. Hemen yanındaki astronomik saat kulesi ise 1661 tarihli.
Eski şehir bölgesinin en kuzeybatısında ise ‘Pavillon de Vendôme’ bulunuyor. 1665 yılında tamamlanan ve Fransız mobilyaları ile resimlerinin en güzel örnekleriyle dekore edilen bu köşk Fransız bahçeleri ile çevrili. 17-18.yy’da Provence hayatının soylu kısmını anlatıyor.
‘Cours Mirabeau’nun alt tarafı yani Quarter Mazarin’de bölgeye has mimari özellikler gösteren pek çok güzel ev mevcut. Ara sokaklarda dolaşarak havayı kokladık. Ayrıca, pek çok güzel meydan ve çeşme ile de günümüzü şenlendirmeye devam ettik. ‘Place et Fontaine des Quatre Dauphins’ meydanında bulunan 4 yunuslu çesme 1667 tarihli. Buradan doğuya doğru yürüdüğümüzde 12 yy’a tarihlenen ‘Église Saint-Jean-de Malte’ hemen yanında ‘Musee Granet’ bulunuyor. ‘Van Gogh’ ve ‘Cezanne’ gibi birçok önemli ressamın eserlerine evsahipliği yapan bu müze ve özellikle empresyonist’severler için adeta çöldeki bir vaha. Hemen müzenin önündeki kaldırımlardan başlayarak takip edebileceğiniz yuvarlak pirinçten yapılmış ve üzerinde ‘Cezanne’ yazan plakalar ile Cezanne’ın şehirdeki izlerini gösteren bir yürüme rotası var. ‘Cezanne’ın atölyesi ise daha uzak bir bölgede ama burayı ziyaret edenler Cezanne’ın tablolarını yaptığı ortamı yaşayabiliyor.
Mutlaka görülmesi gereken bu yerlerin yanısıra Aix bu anlattıklarımdan çok daha fazlasını sizlere sunuyor. Provence dinginliğini yansıtan sokakları, incelikle yapılmış evleri ve her biri birbirinden güzel yüzlerce çeşmesi olan Aix’I yaşamanın en kolay yolu sokaklarda kaybolmak…
PROVENCE 2.GÜN: Aix’den Avignon’a Batı Provence…
Güzelce dinlendiğimiz bir gecenin sabahında yaptığımız kahvaltı sonrası rotamız batı Provence bölgesinin önemli yerleşim yerlerini keşfetmekti. Yaklaşık 70 km.lik bir yolculuk sonrası ilk durağımız ‘Les Baux de Provence’. Burada bir parantez açıp Fransa’daki trafik sistemi ile ilgili bilgi vereyim. Şehir içinde ve dışında çok gerekli değilse kavşaklarda ışık olmuyor. Döner ada şeklideki kavşaklara yaklaştığınızda eğer adada sizin gördüğünüz bir araç varsa mutlaka ama mutlaka onu veya onları beklemeniz, sonra kavşak boşalınca yolunuza devam etmeniz gerekiyor. Bu kurala o kadar sıkı bağlılar ki, kimse sizin durmayacağınızı aklına dahi getirmez-aman dikkat-burası İstanbul değil! Les Baux de Provence güzel bir ortaçağ kasabası havasında, aracımızı girişte otoparka parkedip ve parkmetreye parayı atıp park fişini de aracın görünür bir yerine bıraktık. Park olayı ile ilgili bilgileri de paylaşayım: hiçbir yerde park için bir görevli olmuyor, kaldırım kenarlarının da yerler çoğu ücretli oluyor ve yanında “payant” yazıyor. Bu da; buraya park edebilirsiniz, ancak parkmetreye kalacağınız süreye göre para atıp fişini aracın görünür kısmına koyun anlamına geliyor. Tabii ki taksilere, engellilere ayrılmış yerlere, yangın musluklarının yanına, otobüs durağına da park edilemiyor. Taksi duraklarında yerde taxis yazıyormuş. Otobüs duraklarında da yerde zikzak şeklinde çizgiler var, engellilere ayrılan yerler ya mavi boyalı veya mavi çizgili. Bunun dışında herhangi bir nedenle (kavşağa yakınlık vs) park yasak olan yerler de çarpı işareti ile işaretli. Les Baux de Provence, bir kireçtaşı kayalığının tepesine kurulmuş, Provence’ın en dik yokuşlu, ama en etkileyici yerleşim yerleri arasında. Görülebilecek en önemli yapı ‘Chateau des Baux’. Duvarları 10’uncu yüzyıldan kalma harap bir hisar olan Chateau des Baux köyü süslüyor. Bu kale hem dönemin silahlarını görebileceğiniz bir müze, hem de panoromik bir manzara sunuyor. Ama siz bunu es geçip, adım adım şehri gezmeyi de tercih edebilirsiniz. Şehrin adeta kurulduğu ortaçağda kaldığı, yeni eklenen öğelerin dokuyu bozmak bir yana, ayrı bir güzellik kattığı söylenebilir. Buraya yaklaşık 1 saat ayrılabilir. Buradan sonra ikinci durak yaklaşık 5 dk mesafede olan ‘Saint Remy de Provence’. Yine ara sokaklara dalarak etrafımızı tanıdık. Acıkanlar için eski şehir meydanında ‘Salon the Tea’de güzel atıştırmalıklar var. St. Remy de Provence’ın görülebilecek bir Roma arkeolojik alanı, bir de ‘St. Paul de Mousele’ Manastırı bulunuyor.
Bir sonraki durak Avrupa’nın en büyük su kemeri olan ‘Pont du Gard’. Katedeceğimiz yol yaklaşık 40 km. Navigasyon kullanacaklar için bir hatırlatma, su kemeri için bölgeye geldikten sonra Pont du Gard “Rive Gauche” yani sol yaka’yı takip etmeniz gerekiyor, aksi halde şehire götürüyor. Pont du Gard’a sol taraftan girip kemeri geçerek sağ tarafa geçmeniz gerekiyor. Sol taraftan su kenarına iniş çok kısıtlı. Üst üste 3 kat şeklinde oluşan kemerin alt kemer yolu her zaman yürüme için ulaşıma açık. Üst kemer ise haziran ortası ile eylül ortası arasında rezervasyonla ve rehberli gezilere açık. Elli metre yükseklikteki bu Roma anıtı aynı zamanda Dünya’daki en yüksek Roma yapısı ünvanına sahip. Bu kemer sayesinde su 50 km boyunca Uzes’den Nimes’e kadar taşınıyor. Toplam 35 kemerin, 3 kat üst üste binmesi ile oluşmuş bu eşsiz yapıdan günde 20.000 metreküp su taşınmaktaymış. Burada küçük bir suya girip serinleme molası verilebilir, en azından ayaklarınızı çimdirebilirsiniz!
Sonraki durağımız ‘Chateauneuf du Pepe’. Burası bölgenin şarap imalatı cenneti. Yol yaklaşık 40 dakika sürüyor ama gezinin keyifli bir bölgesi olacağına emin olun. Bağ ve şarap imalathanesi ziyaret etmek isteyenler için en iyi alternatif ‘Chateau La Nerthe’.
Son durak Provence bölgesinin belki de en önemli yerleşim yeri olan ‘Avignon’ ve mesafe 18 km. Avignon nehir üzerindeki tarihi köprüleriyle meşhur. Ancak ne yazık ki, 22 tarihi köprüden günümüze sadece 4 tanesi kalmış. Eskiden boya işçilerinin olduğu dar sokak ‘Rue des Teinturiers’, bugün sanat kafeleriyle dolu. Bölgeye özgü alışveriş yapmak isteyenler için Avignon en uygun yer. Les Olivades’den 1818’den bu yana bölgeye özgü üretilen kumaşlardan alabilirsiniz. Şehrin tam merkezinde bulunan ve çok sayıda Papa’ya ev sahipliği yapmış olan saray ‘Palais des Papes’ mutlaka ziyaret edilmeli. 1995 yılından beri UNESCO Kültür Mirası Listesinde yer alan yapı Orta Çağın en önemli Gotik eserlerinden biri. 14.yy’dan beri kale ve saray olarak kullanılan yapı 6 adet papa seçiminde (Benedict XII-1334, Clement VI-1342, Innocent VI-1352, Urban V-1362, Gregory XI-1370 ve Antipope Benedict XIII-1394) ev sahipliği yapmış. Giriş bileti yaklaşık 11 euro, eğer Avignon’un ünlü karşıya ulaşmayan köprüsü ‘Pont St. Benezet’i de gezecekseniz 13,5 euroluk kombine bileti alınabilir-ama uzakta bakınca konsept anlaşılabiliyor. Buraya kadar gelmişken ‘Chateauneuf’ şarapları eşliğinde gurme bir akşam yemeği olmazsa olmaz. Bölge şarapları gerçekten oldukça lezzetli. Aslında Provence denince öncellikle roze şaraplar akla geliyor ama biz roze’leri akşamüstüne ayırıp, yemekte kırmızıları tercih ettik, ki gerçekten kayda değer şaraplar içtik.
Yemek sonrası Aix’e döndük, evimize yaklaşık 90 km uzaklıktaydık.
PROVENCE 3.GÜN: Marsilya ve ‘Luberon’ Vadisi
Bugün ilk hedef Marsilya (Marseille yazılır, Marsel okunur) idi. Fransa’nın 2. büyük şehri olan Marsilya, turistik açıdan o kadar büyük bir yer değil, ama ülkenin en eski kentlerinden biri. Orta Asya’dan gelen Yunan göçmenler tarafından 2600 yıl önce kurulmuş. Fransız müziğinin, futbolun ve dünyanın en lezzetli balık yemeklerinden biri olan ‘bouillabaisse’in yurdu. En ilgi çekici kısımları ‘Le panier’ ve ‘Vieux Port’. Eski liman bölgesi olan ‘Vieux Port’ rengarenk tekneleri ile adeta görsel bir şölen sunuyor. Limanın kısa kenarında yer alan ‘Fish Market’ görülmesi tavsiye edilen bir balık pazarı.
Marsilya’da en ilgi çekici olan neredeyse her yerden görülen ‘Basilica Notre Dame de la Garde’. Tüm Marsilya’ya hakim olan yüksek tepe ‘La Garde’de kurulu olan bu Bazilika’nın yapımı 1853-64 yıllarına tarihleniyor. Yüksekliği 162 m. olan bazilikanın bulunduğu alandan 360 derecelik bir manzara ile Marsilya’yı izlemek mümkün. Kilisenin zirvesinde 9,7 m uzunluğunda varak bir Bakire Meryem heykeli bulunuyor. Buraya 1 km’lik yokuşu yürüyerek, turist treni olan ‘Petit Train’ ile veya 60 no.lu otobüs ile ulaşabilir. Ancak yokuş gerçekten dik, hava da sıcaksa yürüyerek çıkmayı hiç tavsiye etmem. Özel araçla da yanına kadar gidilebiliyor. İkinci önemli kısım olan ‘Le Panier’ aslında eski şehir merkezi. Burası limanın Bazilika’nın karşı tarafındaki kıyısının biraz iç kısmı. ‘Le Panier’ sepet anlamına geliyor ve Marsilya’ya has mimari özellikteki evleri ve pazarları ile şehrin ruhunu yansıtıyor.
‘Petit Train’ “nereden kalkıyor?” derseniz, Marsilya’da eski limanda yeralan ‘Hotel de Ville’in çok yakınından. Trenin 2 ayrı rotası var: 1. rota yaklaşık 1 saat 15 dakikada Marsilya’nın Bazilika’nın olduğu kısmını gezdiriyor. Bazilika’da 20 dakika dolaşma ve fotoğraf çekme için mola veren bu trenin bu gezisi için 8 euro, ‘Le Panier’ ağırlıklı ve 1 saat süren 2. rotası için 7 euro ödememiz gerekiyor. Marsilya’ya çok fazla zaman ayırmayacaksanız bu rotaları tercih etmek, en azından bazilikayı kendiniz gezseniz bile, ‘Le Panier’i tren ile dolaşmak tercih edilebilir. Bazilika’ya tren ile gideceklere bir hatırlatma-biletinizi atmayın çünkü Bazilika’daki moladan sonra dönüşte tekrar göstereceksiniz.
Acıkanlar Marsilya limanı yani ‘Vieux Port’daki yerel lokantalarda ‘bouillabaisse’ (balık çorbası) içebilir ve Marsilya’nın geleneksel kurabiyesi ‘navette’ten tadabilir. Marsilya pazarları ile de ünlü: ‘Cours Julien’de; çarşamba ve cumartesi çiçek pazarı, cumartesi antik kitaplar pazarı, pazar günleri ise pul pazarı kuruluyormuş.
Marsilya sonrası ilk hedefimiz Fontaine de Vaucluse. Fontaine-de-Vaucluse, Avrupa’nın en güçlü doğal su kaynağı. Bu sevimli köyün olağanüstü ortamının 14. yüzyılda burada yaşayan İtalyan aşk şairi Petrarca’yla birleşmesi köyün romantik atmosferini katlıyor. Bu köye varmamız 1 saat 10 dakika sürdü. Bu yollar nasıl biter diye aklınıza bir soru geliyorsa, manzaralar müthiş. Çiçek tarlaları, köy evleri, ağaçların gölgelediği yollar… Provence bölgesinde araba yolculuğu hiç bitmesin istiyorsunuz. Fontaine-de-Vaucluse’da nehir kenarında nefis bir öğlen yemeği yedik. İnsan burada zamanın durduğunu hissediyor adeta. Kuş cıvıltıları, minik şelaleler ile akan nehrin sesi, suda sakin sakin salınan ördekler ile adeta cennetten bir köşedesiniz.
İkinci durağımız Bonnieux ise buraya 30 dakikalık mesafede ve tam bir ortaçağ kasabası idi. Taştan dik bir yamaca kurulmuş evler, az sayıda butik ve çok şık dükkanlar, café’leri ile cennet gibi kasaba Bonnieux. Aracımızı park ettikten sonra adım adım dolaştık. Panoramik bir manzaranın olduğu merdivenlerle çıkılan terasından hem kilisesini, hemde Luberon vadisinin güzel manzarasını izledik.
Buradan lavanta tarlalarını görmek için Valensole’e gittik. Aradaki mesafe 74 km. ‘Valensole’ platosunda lavanta tarlaları oldukça küçük bir alanda toplanmış durumda. En iyi rotalar ‘Valensole’ ile D953 kesişimine kadar D8 üzeri (‘Puimoisson’un 4 km kuzeyi), D8 ile D953 kesişimi yani “Poteau de Telle” [43.896292 N, 6.128771 E] ve ‘Valensole’ ile ‘Riez’ arasında D6 üzerinde ‘Petit Arlane’ girişine yakın güneydoğu ‘Valensole’ bölgesi (Centre Naturiste). Mevsim itibariyle henüz lavantalar açmamıştı ama dediğim gibi, canımız sağolsun.
Konaklamamız ve akşam yemeğimiz icin eve geri döndük. Valensol ile Aix arası 53 dakika sürüyor. Valensol’e gitmeyi tercih etmezseniz ziyaret edebileceğiniz kasabalar açısından önerilerim La Roque d’Anthéron, Lacoste ve Gordes olabilir. Lacoste’un bildiğimiz marka ile bir bağlantısı olmasada yine de moda dünyası ile ilişkili. Çünkü en önemli yapı olan ‘Chateuau de Lacoste’u 2001 yılında modacı Pierre Cardin satın almış. Yapı normal ziyarete kapalı. Bu kasabada Bonnieux gibi dik bir yamaca kurulmuş ancak çok fazla gezilecek bir yer yok.
Yeme-içme önerilerime gelince
L’Opera (Aix)-Küçük bir ara sokak üzerinde sanki daha önce araba tamirhanesi imiş izlenimi veren geniş demir kapısı ile oldukça sıra dışı bir mekan. Toplamda 14-15 masa var. Kırmızı dekorasyon oldukca ilgi çekici. Yemekler ve servis mükemmel. Şarap listesi harika. İştah açıcılar 12-13 €, ana yemekler 23-26 € ve tatlılar 8-9 €. Her üçünü yer aldığı kombine menü ise 38 € (2017 rakamları olarak güncelledim). Bu servis, lezzet ve kalite için fiyatlar oldukça ehven.
Lavault (Aix)-Beyaz dekorasyonu ile oldukça ferah ve rahatlatıcı bir mekan. Yemekler müthiş lezzetli. Menü çok seçenekli ama fiyatlar gruplandırılmış: iştah açıcı+ana yemek+tatlı için 37 €, iştah açıcı+ana yemek için 33 € ve ana yemek+tatlı için 30 € ödüyorsunuz. Servis elemanları oldukça ilgililer. Kesinlikle memnun kalınan bir yer.
Hiely Lucullus (Avignon) ve La Fourchette (Avignon)- Her ikiside muhteşem lezzetler sunuyorlar. Mutlaka rezervasyon ile gidilmeli. İştah açıcılar 14 €, ana yemekler 20 €, tatlılar 8 € ve kombine menüler 37 € civarında. Kesinlikle değiyor.
Restaurant Philip (Fontaine de Vaucluse)-Nehir kenarında, kuş cıvıltıları içindeki mekan hem lezzet, hem de konukseverlik açısından mükemmel.
‘Provence’da mutlaka…
Tadın-Yerel şarapları mutlaka tadın.
Alın-Lavanta’nın kendisi olur, sabunu olur, balı olur ama mutlaka lavanta alın.
Oturun-En keyifli cafelerde oturun.
Çekin-Bu doğal güzelliklerin bol bol fotoğraflarını çekin.
- Aix en Provence
- Avignon
- Basilica Notre Dame de la Garde
- Bonnieux
- Bouillabaisse
- Cathédrale Saint-Sauveur
- Cezanne
- Cezanne'ın şehri
- Chateauneuf du Pepe
- Cours Mirabeau
- Église de La Madeleine
- Église Saint-Jean-de Malte
- Fontaine d’eau Chaude
- Fontaine de Vaucluse
- Fontaine des 9 Canons
- Fontaine des Quatre Dauphins
- Fontaine du Roi René
- Fonteine de la Rotonde
- Hiely Lucullus
- Hôtel de
- L’Opera
- La Fourchette
- Lavault
- Les Baux de Provence
- Marsilya
- Musee Granet
- Palais des Papes
- Passage Agard
- Pavillon de Vendôme
- Pont du Gard
- PROVENCE
- Quertier Mazarin
- Saint Remy de Provence
- Valensole
- Veil Aix